2024: Direnişin sesi kıtaları aştı (11)

  • 09:01 30 Aralık 2024
  • Kültür Sanat
 
Kürt toplumunun kimlik reddine karşı tarihi direnişi
 
Dilan Babat-Pelşin Çetinkaya
 
HABER MERKEZİ - Kürt kültürüne ve diline yönelik son bir yılda gerçekleşen saldırıları değerlendiren Kevser Akçelik, “Bir dil reddediliyorsa kimliğim reddediliyordur. Özdeşleşmiş bir hal var.  Kürt toplumunun iki yüzyıldır yaşadığı kimlik reddi dünyada bu denli faşizan duygularla örülmemiştir ve örneği de yoktur” dedi.  
 
Kürt kültürüne ve diline yönelik saldırılar, son dönemde sistematik bir şekilde artarak derinleşti. Kürtçenin kamusal alandan silinmesine yönelik yasaklar, Kürtçe tiyatro oyunlarının engellenmesi, düğünlere düzenlenen polis baskınları ve bu etkinliklerdeki kıyafet ya da şarkılar üzerinden yapılan tutuklamalar, kültürel zenginlik hedef alındı. Kürtçe konuşan bireylerin ırkçı saldırılara uğraması ve Kürt dilini yaşatmaya çalışan kurumların baskı altına alınması, yalnızca bireysel haklara değil, toplumsal bir kimliğe yönelikte tehditler oluşturdu. Bu saldırıların amacı, sadece bir dile veya kültüre değil, çok sesli ve çok renkli bir toplumun temel değerlerine yapılan bir müdahaleydi.  
 
Kürt kültürüne ve diline yönelik yıl boyunca gerçekleşen saldırılardan bazıları şunlar:
 
*Kürt kültürüne ve diline yönelik 2014 yılında yaşanılan saldırılardan biri Mersin’de sahilde Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken gençler, dijital medyadan hedef gösterildikten sonra gözaltına alınarak tutuklandı. Gözaltı sırasında gençlere “Ölürüm Türkiyem” şarkısı dinletildi.  
 
*İstanbul'un Bağcılar, Esenyurt, Sultangazi ve Gaziosmanpaşa ilçelerinde farklı tarihlerde düzenlenen düğünlerde, Kürtçe şarkılarla halay çeken 18 kişi gözaltına alınmış; bunlardan 11'i "örgüt propagandası" iddiasıyla tutuklandı. 
 
*Hakkâri'de üç mahallede düzenlenen düğünlere, "siyasi şarkılar" söylendiği gerekçesiyle polis baskınları yapılmış; müzisyenler, düğün sahipleri ve prodüksiyon şirketi çalışanları gözaltına alındı. 
 
*"Keçe Kurdan" ve "Şervano" Hakkâri'deki düğünlerde bu şarkıları söyledikleri için Koma Özgün üyesi dört müzisyen "örgüt propagandası" suçlamasıyla tutuklandı. 
 
*Wan, Amed, Mêrdîn, Êlih ve Kerboran belediyeler, tarafından yollara yazılan "Pêşî Peya" (Önce Yaya), "Hêdî" (Yavaş) gibi Kürtçe uyarı yazıları polis eşliğinde silinmiştir. Bu durum birçok kentte tepkilere ve protestolara neden oldu. 
 
*Amed’de Mezopotamya Dil ve Kültür Araştırma Derneği (MED-DER) ile Payîz Pirtûk adlı kitapçıya polis baskını düzenlenmiş, birçok kitap, dergi ve dijital materyale el konuldu, dernek yöneticileri gözaltına alındı. 
 
*Koma Hevra solisti Gencay Morkoç, 25 Ekim tarihinde İstanbul'da düzenlenen ev baskınlarında gözaltına alındı,  28 Ekim'de çıkarıldığı mahkemece "örgüt üyeliği" iddiasıyla tutuklandı. 
 
*Kürtçe konuşan bireyler, çeşitli yerlerde ırkçı saldırılara maruz kaldı. Afyon'un Sultandağı ilçesinde berbere giden mevsimlik tarım işçileri, Kürtçe konuştukları gerekçesiyle saldırıya uğradı ve yaralandı. 
 
*Muğla'nın Bodrum ilçesinde çalışan Kürt işçiler, Kürtçe konuştukları gerekçesiyle sözlü ve fiziki saldırıya maruz kaldı. Benzer şekilde, Bursa'nın İnegöl ilçesinde oynanan bir futbol maçı öncesinde, Amed plakalı bir araca saldırı düzenlendi. 
 
*Batman'da kurulan Şano Ar Tiyatrosu'nun "Qral û Travis" adlı oyunu, farklı şehirlerde sahnelenmek istendi, ancak engellemelerle karşılaştı. 16 Şubat 2024'te İstanbul Şişli'de sahnelenmesi planlanan oyun, Şişli Kaymakamlığı tarafından gerekçe gösterilmeden yasaklandı. Daha önce de Agirî ve Dilok’ta benzer engellemeler yaşandı. 
 
*İtalyan yazar Dario Fo'nun "Yüzsüz" adlı eserinin Kürtçe uyarlaması olan "Bêrû" adlı oyun, Urfa Valiliği tarafından süresiz olarak yasaklandı. Ancak, Antep Bölge İdare Mahkemesi, bu yasağın “düşünce ve ifade özgürlüğüne” aykırı olduğuna hükmederek kararı iptal etti. 
 
*Amed Şehir Tiyatrosu tarafından sahnelenen Molière'in "Tartuffe" adlı oyununun Kürtçe uyarlaması, 2022 yılında Adana ve Mersin Valilikleri tarafından yasaklandı. 
 
Kültür ve sanat çalışmalarında yer alan Kevser Akçelik, Kürt kültürüne yönelik saldırılara dair değerlendirmelerde bulundu. 
 
Kevser Akçelik’in değerlendirmesi şöyle; 
 
“Kültür ve sanat sadece Kürtler için değil, tüm toplum ve halklar için kimliktir. Bu en kadim halklar olan Kürtler için toplumsal faktörler içinde çok farklı bir yer kaplıyor. Sistemlerin tarih boyunca yaptığı şey bir toplumu ya da kültürel varlığını ortadan kaldırmak istediğinde halkın bilincinde en fazla ne yer etmişse ilk ona saldırıyor. Kürt toplumunda da sistem bunu iki yüzyıldır bu zemin üzerinde Kürt toplumun, Kürt değerlerine saldırıyor. Bir toplumda kültürü yok etmek istiyorsan önce kadına saldıracaksın. İlk önce eve müdahale edeceksin ki o toplum değişsin. Kültürel baskının tümünün hedefinde varlık gerekçesi olan kimliği vardır. Toplumdaki sanatsal bütün yaratımlarına, getirilen yasaklamaların özünde o toplumu kimliğinden etme hali vardır. Bunu en fazla Türkiye sisteminde görüyoruz, rejimin kendisini bunun üzerinde inşa edilmiş. Bu sadece bir 20 yıl, 30 yıl değerlendirebileceğimiz bir durum değildir. Lozan Antlaşması’ndan, günümüz yasalarına kadar kültürel değerleri nasıl asimile edeceğini, yok edeceğini harfi harfini yazmış bir rejimden söz ediyoruz. Toplum yüzyıl önce kıllık kıyafet devrimi adı altında bir asimilasyonla karşı karşıya kaldı. Dile dönük politikalar, alfabesine kadar müdahale eden bir rejim yaşıyor. Buna karşı çok güçlü bir direniş var. 
 
İnsanlar, ‘Bu kadar saldırı olsaydı yok olurdu?’ diye düşünebilir. Ama diyen insanın dönüp Kürt kültürünün ne kadar kadim ve eski olduğuna bakması lazım. Dünyaca ünlü araştırması, dil bilimci birçok dilin kökünü Aryen dil yapısına dayandırıyor. Dillerin Kürdistan’da çıktığına ikna olmuş, araştırmalar bunu ortaya çıkarıyor. Kültürün devletin tüm saldırılarına, kıyıma rağmen hala diri bir şekilde yaşıyor olması, toplumsal bir duruma, köklere sahip olduğunu gösteriyor. Asimilasyon politikalarıyla bir yere gelemiyor, kamuda her yerde kendi anadilini konuşamıyor, baskılara hala maruz kalıyor ama rejimin istediği noktaya gelemiyor. Bu da, gücünü tarihselliğinden ve köklü olma halinden alıyor. Bu meseleye kafa yoranın, aldığı güçte tam da buradan geliyor.
 
Faşizan duygularla örülüyor 
 
Alternatif olan bütün çalışmalardaki alternatif kısmına baktığımız da, devletin desteği olmadan, gönüllülük temelinde insanların yurtsever duygularıyla (dile, kültüre) olan çalışmalar geliyor akla. Burada yürütülen çalışmalar biraz böyle. Hem KASED, Ma Music, Ma Zorak’ta ve diğer kurumlarımız da aslında beraber temas içerisinde olduğumuz tüm kurumların esasında bu temeller oluşturuyor. Devletin dil üzerine yürüttüğü saldırılara bakıldığında, Kürtçe şarkı söyleyen sanatçıların linç edildiği, sokak ortasında bıçaklandığı, konserlerin yasaklandığı bir süreci geçirdik. Rejim, ‘baskılarla biz bitiririz’ diye düşünebilir ama hiçbir zaman bitirilemedi. Bu süre zarfında da açılan her dil ve kültür sanat kurumunun kapısını çalanın tek derdi Kürtçe söylemek, çalmak, konuşmak. Kürt toplumun yetiştirdiği çocukların derdi de bu. Birçok halktan başvurular da var. Farklı yerlerden gelip sanatı Kürtçe yapmak istediğini dile getiren birçok insan var. Devletin dili bu kadar yasaklaması, kamudaki yasaklama hali, ‘Bizim Kürtlerle, Kürtçeyle bir sorunumuz yok’ söyleminin ne kadar boş bir çaba olduğunu gösteriyor. Çünkü her tepki farklı bir reaksiyona yol açıyor. Onların dile olan düşmanlığı tam tersi direnişi ve insanların dillerine olan sahipliğini ortaya çıkarıyor. Bir dil reddediliyorsa kimliğim reddediliyordur. Özdeşleşmiş bir hal var.  Kürt toplumunun iki yüzyıldır yaşadığı kimlik reddi dünyada bu denli faşizan duygularla örülmemiştir ve örneği de yoktur. Bu rejimde durum böyle, bizim başvurularımız da çoğaltıyor, daha fazla ilgi gösterilmesine de neden oluyor. 
 
Ulusal kıyafetlere yönelik saldırılar 
 
Dil üzerinde gerçekleşen saldırı gibi ulusal kıyafetlere de bir saldırı söz konusu. Kıyafetlere saldırı da sadece kıyafete saldırı üzerinden ele alınamaz. O kıyafet üzerinde bir kültüre saldırı var. Bir İskoçyalı’nın kendi kıyafetleri ile bir ortama girdiğinde nereli olduğu sorulmaz zaten kıyafetleri onun nereli olduğu belli eder. O kıyafet bir kimliktir, diğer halklar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Taşınan kıyafetler bir simgedir ve o simgeler bir halkı ve kültürü ortaya koyar.  Kürtler için de durum böyledir, tüm ulusal kıyafetleri farklı isimlendirmelerle, yasaklamalar bir hastalık halidir. Bir toplumun bir toplumu ötekileştirme halinin başkalaştığı evredir. Türkiye’de Kürtlerin giydiği tüm kıyafetler, ‘terörle’ eşleştiriliyor. Oysa bu insanlar bin yıllardır bu kıyafetleri giyiyor. Hem kadının hem erkeğin kullandığı bu kıyafetler tarihsel bir geçmişe sahip.  Elbette kültürler geçişkendir, birbirinden aldığı, eşleştiği birçok boyutu var ama orijinal halini korur. Kürt kıyafetleri de böyledir. Dolayısıyla Kürtlerin ulusal kıyafetlerini üzerinden çıkarma hali de bir kültüre saldırıdır. O kıyafetlerle bir kimlik tanımına saldırı var. Bir kıyafetle kimsenin savaşı olmaz ama o kıyafetin verdiği mesaj ve sahip olduğu tarihe bir saldırı ve savaş vardır.  
 
Bizim amacımız Kürt kıyafetlerinin kendi orijinal halini koruması ve yaşamda kendisini görünür kılması, yarına bir bırakma derdimiz var. Kadın sanatçılar olarak, dört parça Kürdistan’ın kıyafetlerinin tanıtımlarını yaptık. Bu tanıtımların amacı hafızayı taze tutmak. Kadınlar bunun öncülüğünü yaptı, Kürdistan’ın birçok yerinde bunun tanıtımı yapıldı. Bu tanıtımları yaparken şunu da fark ettik, bu çalışmalar toplum tarafından karşılık buldu. Newroz’larda, 8 Mart’larda ve birçok yerde kadın ve erkeğin yöresel kıyafetlere yöneldiğini ve kendi özüne yakınlaşmak istediğini de gördük. 2024’te birçok yerde insanlar kendi ulusal kıyafetlerini giydi diye düğünlere baskı yapıldı. Bir orduya karşı savaşa gidiyormuşçasına düğünlerin basıldığını gördük. Kültürün varlığından ne kadar korktuklarını gösteriyor. Kıyafet eşittir kimlik tanımında gerçekliğini bulduğunu gördük. 
 
Eril dilden arındırılmış podcastler 
 
Kürt, kültür sanat kurumları en önemlisi de kadın kültür sanat alanı olarak desteği ve büyümeyi önemsiyoruz. Tüm halkların kültürünü yaşatması üzerinden bir derdimiz var. Bu çatılar bunlara açık çatılar. Bir Ermenin, Azeri’nin ve Türkü’nde gelip burada kültürünü yaşatmaya açık mekanlar. Biz bu ortaklaşmaya da açığız. Bu sene içerisinde Kürt edebiyatında eril figürleri açığa çıkaran, eleştiriye tabi tutan, günümüze uyarlanan, kadın özgürlükçü, cinsiyet temelli ve eril dilden yalıtılmış birçok podcastler çıkardık. Birçok alanda resim atölyeleri, kadınların kendini geliştirebileceği alanlar, dramalar Kürtçe dilinde yapıldı. Kadın tiyatro festivalimiz, Surfest festivalimiz oldu. Bu çalışmalar yürütülürken, var olan asimilasyon haline, ‘ya yok olacaksınız ya da bizim istediğimiz gibi bir Kürt olacaksınız’ tanımına karşı bir mücadele biçimi verildi. Konser verilirken, mitinglerde seslerimizi yükseltirken, toplumsal sorunlarda reaksiyon gösterdiğimiz tepkilerdeki derdimiz de bu. 
 
Mahallelerde, sokaklarda, evlerde her alanı çalışma alanı olarak gördük. Ama bunlar yetmiyor, nihayetinde dört bir tarafta saldırıya tabi tutulan bir kültürden söz ediyoruz. Bu saldırıların en baştaki temeli dil ve kültür saldırılarıdır. Kürtçe şarkı söylediği için sayısız konser var, Kürtçe oynandığı için yasaklanan sayısız tiyatro oyunu var. Mobinge maruz kalan sanatçılar var. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde verdiğimiz mücadelenin tek başına yeterli olmadığını görüyoruz. Bunun yeterli olması için bu çalışmaların daha fazla arttırılması gerekiyor. Bunların çoğalabilmesi için halkın desteğine ihtiyaç var. Resmi bir destek olma meselesinden söz etmiyoruz, 50 yıldır bu çalışmalar yürümüşse halkla yürüdü. Halk sahiplendiği için yürüdü, bugün de aynı desteğe ihtiyaç var. Uluslararası arenada da bu desteğe ihtiyaç var. Diaspora ’ya bu çalışmalara gönül vermiş ve orada bu çalışmaları yürüten binlerce Kürt var. Direniş her yerde olmalı. Kürt kültürünün ve dilinin yaşaması için, yok olmaya giren diller arasına girmemesi için en başta herkesin çocuklarıyla Kürtçe konuşması gerekir. Her evin bir eğitim alanına dönüşmesi gerekiyor. 
 
Saldırıların politik ele alınması gerekiyor 
 
Çocuklarıyla Kürtçe konuşan bir aile, Kürt kültürüne en büyük desteği o sağlıyordur. Destek illa maddi ya da nesnel olmak zorunda değil. Bu sistemin 4+4+4 sistemine çocuklarını teslim etmemesi en büyük kültürel direniştir. Sistem bunu çok bilinçli yapıyor. 4 ya da 5 yaşında çocukları okula gönderen zihniyet en başta Kürtçeyi hedeflemiştir. Bir baba, anne kendi elleriyle çocuğuna en büyük kötülüğü yapıyor. Anadile olan bilinç ortadan kalkıyor. Bu meselenin daha politik ele alınması gerekiyor. Eğer böyle olursa kültüre sahip çıkma yarına taşıma meselesi toplumsal mücadele biçimi olur. Verdiğimiz mücadele elbette yetmiyor, herkesin kendi kültürüne sahip çıktığı bir anlayışa sahip çıkması gerekiyor. Çok ciddi bir popüler kültür hali var, popüler kültüre kayma hali aslında bilinçli bir şeydir. ‘çiğne at sakızdır’ Popüler kültür seni buna alıştırıyor. Ama Kürt kültüründe bu yoktur, 40 yıl öncesindeki yaratımlarının günümüzde ne kadar canlı ve duygulara hitap ettiğini görüyoruz. Bir şarkının bir dönemin parçası haline geldiğini görüyoruz. Bu kıyafette de böyledir, dilde, sinema filminde de böyledir. Yaşadığın duygu, kültürel değerlere olan bağlığın ve hassasiyetin yaratımların kendisine yansıyor. O duyguyu yansıtan sanatsal üretimde halkta karşılığını da desteğini de buluyor.”