İmralı ile son temasın üzerinden iki yıl geçti: Hukuksuzluklar ölçü haline getiriliyor
- 09:06 6 Ağustos 2021
- Hukuk
Habibe Eren
İSTANBUL- PKK Lideri Abdullah Öcalan ile en son gerçekleştirilen avukat görüşünün üzerinden iki yıl geçti. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, var olan durumu, “Tecridin sonlandırılmasını birkaç aile ve avukat görüşmesinin gerçekleşmesine bağlayamayız, bunlar olursa tecrit kırılır diyemeyiz. Esas olan İmralı sisteminin lağvıdır” sözleriyle değerlendirirken insan hakları savunucusu Gülseren Yoleri ise “Ülkeyi yönetenleri hareket etmeye zorlayacak bir toplumsal hareketliliğe ihtiyacımız var” dedi.
Uluslararası komplo sonucu 22 yıl önce Türkiye’ye getirilen ve İmralı Ada hapishanesinde ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan anayasada yer alan hiçbir hakkından faydalanamıyor. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, Abdullah Öcalan’ın 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdiği savunmasına ek olarak hazırladığı "Yol Haritası" gerekçesiyle 23 Eylül 2020'de 6 aylık avukat görüş yasağı getirmişti. Bu yasak sonrası avukatlarca yapılan başvurular sonuçsuz kalmış ve Ocak 2021 tarihinde Abdullah Öcalan’a yeni bir disiplin cezası verildiği ortaya çıkmıştı.
Görüş yasağı 23 Mart’ta bitmesine rağmen avukatların yaptıkları başvurulara ne olumlu ne de olumsuz yanıt verilmiyor. Abdullah Öcalan'ın avukatlarından Rezan Sarıca ve Nevroz Uysal, müvekkilleriyle 8 yıl aradan sonra en son 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde görüşebilmişti. Telefonla görüş hakkından ise ilk defa 27 Nisan 2020 tarihinde yararlandırılan Abdullah Öcalan, sanal medyada yer alan kimi paylaşımlardan kaynaklı kamuoyunda kaygıların büyümesi üzerine geçtiğimiz 25 Mart günü kardeşi Mehmet Öcalan’la yine telefonla görüşmüştü ancak telefon görüşmesinin yarıda kesilmesi kaygıları daha da büyütmüştü.
25 Marttan bu yana Asrın Hukuk Bürosu avukatları tarafından yapılan görüş başvurularına yanıt verilmedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması ve cezaevlerindeki hak ihlallerinin son bulması için başlatılan açlık grevi eylemi ise 253 günü geride bıraktı.
En son gerçekleştirilen avukat görüşünün üzerinden 2 yıl geçerken Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ve insan hakları savunucusu Gülseren Yoleri, tecridin hukuki ve insan hakları boyutunu değerlendirdi.
‘Siyasi atmosfere göre yönetilen bir İmralı gerçekliği var’
İmralı Cezaevi'nde komplonun sürdürülerek tecrit sisteminin devreye konduğunu belirten Raziye, söz konusu tecrit sisteminin 22 yılı aşkın süredir hukuksuzluğu, keyfiyeti, irade kırarak sindirmeyi ve hiçleştirmeyi esas aldığını dile getirdi. “Hukuku değil, hukuksuzluğu esas alan ve ülkenin siyasi atmosferine göre yönetilen bir İmralı sistemi gerçeği ile karşı karşıyayız” diyen Raziye, çözümsüzlüğün derinleşmesine paralel olarak tecridin de ağırlaşarak devam ettiğine işaret etti. Raziye, “Tabi zaman zaman sert siyasi iklime rağmen toplumsal alandan yükselen örgütlü mücadele tecridi tümüyle ortadan kaldıramasa da kırabilmiştir. 2018 yılının Kasım ayında başlatılan açlık grevleri ve toplumun tüm kesiminin desteğini alarak büyüyen ‘tecridi kırma’ iradesi başarılı olmuş ve 5 avukat görüşü gerçekleşebilmiştir” ifadelerini kullandı.
‘Artık hukuk kılıfına büründürülmeye dahi ihtiyaç duyulmuyor’
İmralı ile en son 7 Ağustos 2019 tarihinde temasın gerçekleştiğini anımsatan Raziye, söz konusu tarihten bu yana avukat görüş başvuruları yapmaya devam ettiklerini aktardı. Eylül 2020 tarihinde hukuka aykırı bir şekilde verilen 6 aylık yasak kararlarıyla görüşmelerin engellendiğini ifade eden Raziye, “Ancak yasağın süresi dolmasına rağmen görüştürülmeme ve başvuruların yanıtsız bırakılma durumu devam etmekte. Gelinen aşamada görüştürülmeme durumunun ‘hukuk kılıfına’ büründürülmesine dahi gerek duyulmamaktadır. Bu durum çözümsüzlükte ısrarın devam ettiğini göstermektedir” diye belirtti.
‘Başvurulara yanıt verilmiyor’
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile aile ve avukat ziyaretlerinin yaptırılmaması, telefon haklarının kullandırılmaması, haberleşme ve iletişim haklarının tümden ortadan kaldırılması, disiplin dosyalarına erişimin engellenmesi vb. birçok duruma karşı hukuksal mücadeleyi sürdüklerini dile getiren Raziye yaptıkları başvurulara dair henüz olumlu bir gelişme yaşanmadığına dikkat çekti.
‘Öcalan mevcut koşulları hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini belirtti’
Geçtiğimiz mart ayında kamuoyunda Abdullah Öcalan ile ilgili ortaya atılan iddialar sonrası bir telefon görüşmesi gerçekleştirildiğini ancak görüşmenin yarıda kesildiğini anımsatan Raziye, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu iletişimin kendisi de sosyal medyada ileri sürülen bir takım iddialar üzerine fiziki sağlığının teyidi amacıyla olağanüstü koşullarda gerçekleşmişti. Ancak iletişimin hemen başında dört beş dakikalık bir zaman dilimi sonrasında görüşme birden kesildi ve gerçekleşemedi. Sayın Öcalan bu kısa dilim içerisinde kardeşine var olan hukuksuz durumu kabul etmediğini ve avukatları ile görüşmek istediğini belirtti. İmralı Cezaevi’ndeki diğer müvekkillerimiz Sayın Konar ve Sayın Aktaş’ın da bu yaklaşımı kabul etmeyerek telefon görüşmesine çıkmadıkları ifade edildi.Sayın Öcalan bu vurgusu ile kendisine ve bizlere dayatılan olağanüstü hal rejimini ve hukuksuzluğu kabul etmediğini ve herkesin sahip olduğu temel hakları kullanmak istediğini ortaya koymuştur. Zira bir süredir İmralı ile iletişim yangın, pandemi vd. bir kısım olağan üstü gündemler ile ve oldukça sınırlı bir şekilde gerçekleşmekteydi. Bu vurgu, mevcut koşulların Sayın Öcalan tarafından hiçbir şekilde kabul edilmediği ve edilmeyeceği anlamını da ortaya koymuştur.”
‘Tasfiyeye hayır demokratik çözüme evet duruşu’
Raziye, hukuksal içeriğin Abdullah Öcalan’ın 22 yılı aşkın süredir İmralı’da inşa ettiği “İmralı duruşu” ile birlikte değerlendirildiğinde, Abdullah Öcalan’ın yaptığı vurgunun bugün siyasette ve toplumda hakim kılınmak istenen tasfiye siyasetine karşı bir irade duruşunu da ifade ettiğini dile getirdi. Raziye, “Bu görüşme Kürt halkına yönelik birçok boyutta saldırı konseptinin yoğun olarak devrede olduğu bir dönemde gerçekleşti ve kesildi. Sayın Öcalan bu duruşu ile bir kez daha Kürt halkının kazanımlarından ve ‘tasfiyeye hayır demokratik çözüme evet’ olarak ifade ettiği duruşundan geri adım atmayacağını ortaya koymuş oldu” diye belirtti.
‘İmralı’da uygulamalar yasa kılıfına sokularak ölçü haline getiriliyor’
İmralı tecrit sisteminde hukuksuzluk ve keyfiyetin geçerli olduğunun bilinen bir gerçeklik olduğuna dikkat çeken Raziye, İmralı uygulamalarının bir sistem olarak gelişmesinin ise hükümetin geliştirdiği kılıflarla mümkün hale getirildiğini söyledi. “Zira İmralı’da uygulamalar önce hukuksuz ve keyfi bir şekilde geliştiriliyor ve akabinde de yasa kılıfına sokularak tüm ülke için bir ölçü haline getiriliyor” diyen Raziye, sözlerine şunları ekledi: “Bizim İmralı Tecrit Sistemi aşılmadan ülkenin demokratikleşemeyeceğini ifade ederken vurgulamak istediğimiz gerçekliklerden bir de bu. Nitekim Uluslararası İmralı Barış Delegasyonu da bu politikalardan kaynaklı ‘İmralı baskının ve demokrasinin laboratuvarıdır’ tespitini yapmıştı. Bugün ise gelinen aşamada İmralı’daki uygulamalara kılıf da olsa ‘hukuk’ kelimesinin yaklaştırılmadığını görüyoruz.”
‘Adalet Bakanı'na açıklamayı yaptıran Kürt halkının direnişi’
2019 yılında gerçekleştirilen avukat görüşünden sonra Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün kısıtlama kararlarının kaldırıldığını belirttiğini ve devamında, “Hukuken bu konudaki engeller kalktıktan sonra avukatının görüşme imkanı da hukuken söz konusu olmuştur” şeklindeki sözlerini anımsatan Raziye, “Adalet Bakanı bu ülkedeki adalet bürokrasisinin en yetkili isimlerinin başında gelmektedir. Adalet Bakanı’nın bu açıklamasına rağmen görüşmelerin engellenmesi İmralı Tecrit Sistemi’nde hakim ve yetkili güçlerin varlığının anlaşılması açısından önemli bir örneğini oluşturmaktadır. Adalet Bakanı’nın dahi sözünün yeterince hükmü olmadığı bir sistem söz konusudur. Açıklamanın yapıldığı dönemde CPT de baskılara dayanamayıp İmralı Cezaevi'ne ziyarette bulunmuştu. Adalet Bakanı’na bu açıklamayı yaptıranın ve CPT’nin İmralı ziyareti yapmasını sağlayanın Kürt halkı ve dostlarının tüm dünyaya yayılan sahiplenmesi ve direnişi olduğunu görmek gerekir. Aynı CPT tüm olumsuz gelişmelere rağmen 2021 Türkiye ziyaretinde İmralı Cezaevi’ni gündemine almamıştı. Bu nedenle her iki kurumun yaklaşımı bu açıdan paralel olmuştur” şeklinde konuştu.
Bugün ulusal ve uluslararası alanda benzer bir sahiplenmenin ve direnişin de yayıldığını söyleyen Raziye, “Bu durumun ulusal ve uluslararası kurumları görevlerini yapmaya zorlayacak en önemli etken olacağı da aşikardır” diye ekledi.
‘Demokratik ulus felsefesi uluslararası güçleri rahatsız etti’
Abdullah Öcalan’ın 20. yüzyılda Kürt halkına yönelik uluslararası anlamda geliştirilen iradesiz ve nesneleşmiş rolü tersyüz ederek Kürt halkını irade ve özne haline getirdiğini söyleyen Raziye, şöyle dedi: “Kürt halkını demokratik ulus felsefesi ile donatarak demokratik zeminde ulusal birlik, bölgesel anlamda da halkaların kardeşliği için iradeli bir toplum haline getirmiştir. Bu durum Ortadoğu’nun çatışmalı ve parçalı halinden çıkar sağlayan bölgesel ve uluslararası tüm güçleri rahatsız etmiştir.”
'Demokratik ulus çözümü etkisizleştirilmeye çalışıldı'
Uluslararası komplo ve devamında 15 Şubat 1999 tarihinde inşa edilen İmralı Tecrit Sistemi'nin Abdullah Öcalan ve Kürt halkında somutlaşan Demokratik ulus çözümünü etkisiz hale getirmek amacıyla geliştirildiğini vurgulayan Raziye, ancak Abdullah Öcalan’ın 23 yıldır demokratik ulus felsefesi ile direndiğini ve demokratik barış imkanlarını her geçen gün daha da güçlendirdiğini sözlerine ekledi.
‘İmkan sağlanırsa savaşı bir hafta bitiririm diyerek çözüm gücünü ortaya koydu’
Bugün de tecrit ve savaş siyasetinin derinleştirildiği bir atmosferin varlığına işaret eden Raziye, “Sayın Öcalan demokratik barış zeminde çözüm için İmralı duruşunu devam ettirmektedir. Gerek Türkiye gerekse Ortadoğu halklarının kurtuluşu bu duruşu sergilemektedir. Sayın Öcalan son görüşmede ‘imkan sağlanırsa, savaşı bir haftada bitiririm’ diyerek çözüm gücünü de ortaya koymuştur. Sayın Öcalan’ın çözüm gücü olabileceğinin en önemli kanıtı da kendisiyle görüşmelerin gerçekleştiği zamanlarda ülkede oluşan çatışmadan uzak, barış atmosferidir” diye kaydetti.
'Esas olan İmralı sisteminin lağvıdır’
Tecridin sonlandırılmasının taleplerinin başında geldiğine işaret eden Raziye, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Hatta talepten öte İmralı’ya dönük yürüttüğümüz tüm hukuksal çalışmalarımızın ana eksenini oluşturur. Bununla birlikte tecridin sonlandırılmasını birkaç aile ve avukat görüşmesinin gerçekleşmesine bağlayamayız, bunlar olursa tecrit kırılır diyemeyiz. Esas olan İmralı sisteminin lağvıdır. Böyle bir sistemin, böyle bir cezaevinin demokratik bir sistemde varlığı kabul edilemez. Tekrardan başlatılan açlık grevi eylemleri de siyasi mahpusların Sn. Öcalan üzerindeki tecriti kabul etmemesinin bir sonucudur. Tecride karşı siyasi mahpuslar bedenlerini açlığa koyarak bir direniş sergilemekte ve tecritin kaldırılmasını talep etmektedir.”
‘İnsan hakları açısından ciddi bir sorun’
İnsan hakları savunucusu Gülseren Yoleri de İmralı Cezaevi'ndeki tecrit uygulamasının hukuki boyutunun yanı sıra insan hakları bakımından da birçok ihlali barındırdığına dikkat çekerek, söz konusu durumun anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu dile getirdi. Bütün cezaevlerinde tecrit uygulamasının devam ettiğini ancak İmralı'da var olan tecridin diğer cezaevlerindeki uygulamaların çok daha ötesinde olduğuna işaret eden Gülseren, “Dışarı ile olan bağının kanuna uygun olarak sağlanmadığı biliniyor. Tecrit bir işkence olarak tanımlanıyor. Buna rağmen uygulanmaya devam ediliyor olması insan hakları açısından ciddi bir sorun. Tecridin işkence olarak tanımlanmasının nedeni; tecridin uygulandığı diğer Avrupa ülkelerinde de tecridin insanlar üzerindeki olumsuz etkileri üzeri. İnsanların kişiliklerini parçalayan, dışarı ile bağını koparan, var oluşuna zarar veren dolayısıyla sadece manevi dünyasına değil bedenine de zarar veren bir uygulama” diye konuştu.
‘Tecride sadece yasaya uyularak son verilebilir’
Tecridin İmralı’da başladığını ve diğer cezaevlerine yayıldığını ifade eden Gülseren, “Bu durumu özellikle pandemi döneminde pek çok mahpus ve yakının başvurusundan biliyoruz. Bu yüzden de bir işkence uygulaması olan tecride derhal son verilerek hak ihlallerin önlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu meselede en dikkat çekici nokta; İmralı’daki tecrit sadece yasa ve anayasaya uyularak çözülebilecek bir hak ihlali. Dolayısıyla anayasasına uymayan iktidarın yol açtığı ağır bir sorundan, ağır bir işkence uygulamasından söz ediyoruz. Son 10 yıldır iktidarın hukuk dışına kaymış olması, hukukun olmadığı koşullarda ‘anayasayı takmam’ diyen bir partinin iktidarda olduğu süreçte maalesef İmralı’daki bu anayasaya aykırı insan haklarına aykırı tecrit uygulaması da sürdürülüyor” şeklinde konuştu.
‘Savaş hukukunu bile aşıyor’
Bu noktada düşman hukukunun uygulandığına dikkat çeken Gülseren, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu, bazen mahkeme salonlarında açığa çıkıyor. Adil yargılanma ve savunma hakkı kısıtlanırken öylesine ağır insan hakları problemleri yaratarak süreç işletiliyor ki biz orada düşman hukukun işletildiğini ifade ediyoruz. Tecrit uygulamasında da bunun koşulları mevcut. Düşmanca yaklaşımla yapılıyor. Kendi infaz hukukunun ilkelerine dahi çiğneyen bir uygulamadan söz ediyoruz. Devletin anayasasındaki eşitlik ilkesine aykırı bir uygulama ve anayasanın ihlalini görüyoruz. Düşman hukukunu bile aşan deyimin şöyle bir mazereti olabilir. Normal koşullarda savaş hukukunun bile kendine göre kuralları var. Orada bile düşman hukukundan söz etmiyoruz. O çarpışan düşman grupların bile birbirlerine karşı hukuk önünde bir kuralla davranma sorumlulukları var. Burada tabi o kuralların da aşındığı bir durumdan söz ediyoruz.”
‘Kürt meselesine bakış ile tecrit arasında paralellik var’
“İşkenceye sıfır tolerans diyenler, işkencenin mutlak yasak olduğuna dair düzenlemeler yapanlar, bir yandan da bunu sürdürüyor” diyen Gülseren, “Bu yaklaşım tamamen siyasi. İktidarın Öcalan şahsında Kürtlere Kürt meselesine genel olarak demokrasiye bakış açısıyla tecrit uygulaması arasında bir paralellik var. Burada bu uygulamanın siyasi saikten kurtarılıp hukuki kuralara uygun olarak gerçekleştirilmesi noktasında hem hukukçuların hem insan hakları savunucularının ısrarla takip etmesi gerekiyor” diye ekledi.
‘Belli kavramlar kriminalize ediliyor’
Tecridin ağırlaşması ile birlikte tecride karşı mücadele eden hukuk ve insan hakları örgütlerinin de kriminalize edildiğine dikkat çeken Gülseren, şöyle konuştu: “Belli kavramlar seçiliyor ve kriminalize ediliyor. Bu aslında tamamen siyasetin kendi ölçütleri içerisinde gerçekleşiyor. Hepimiz biliyoruz zaman zaman barış, zaman zaman savaş, zaman zaman da tecrit demek, İmralı demek, Öcalan demek kriminalize ediliyor. Döneme uygun olarak bazı kelimeler seçilerek bunların kullanılması durumunda insanlar örgüt üyesi olmak ile itham ediliyorlar ve haklarında dava açılıyor. İmralı ada hapishanesinde tecridin bir nebze de kırılması çözüm sürecinde söz konusu olabildi. Ne zaman k i çözüm süreci bitti iktidar yüzünü savaşa döndü, ada hapishanesinde ağırlaştırılmış tecrit uygulaması ile karşı karşıya kaldık.”
‘Toplumsal hareketliliğe ihtiyacımız var’
İnsan hakları ve hukukçuların tecrit sorununu çözmede bütün hukuki yolları kullanmak zorunda olduğuna işaret eden Gülseren, “Bir yandan meselenin özünün siyasi olduğunu biliyoruz ama öte yandan bu sorunla mücadele etmek için kullanabileceğimiz hukuki mekanizmaları işletmeye de devam ediyoruz. Bu sorunun esas çözümünün toplumun barış ve demokrasi talebinin devleti de sıkıştıracak kadar güçlü bir şekilde gündeme getirilmesi ile mümkün olabilir. Çözüm sürecine giden yolda binlerce insan sokaklarda anadil hakkı için, Öcalan’ın özgürlüğü için ve barış için taleplerini dile getirdi. Bizim yeniden bu talepleri güçlü bir şekilde dile getirebildiğimiz ve bu ülkeyi yönetenleri bu noktada hareket etmeye zorlayacak bir toplumsal hareketliliğe ihtiyacımız var. Bu meselede toplumdaki bütün demokrasi güçlerinin ortak hareket etmesi önemli” dedi.