Yüksel Mutlu: Barışı toplumsallaştırırsak, siyaset de toplumsallaşır

  • 09:01 22 Nisan 2025
  • Güncel
 
ANKARA - DEM Parti Halklar ve İnançlar Komisyonu üyesi Yüksel Mutlu, Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının toplumsallaştırılması gerektiğini vurguladı. Yüksel Mutlu, “Barışı toplumsallaştırırsak, siyaset de toplumsallaşır; halkı kuşatır” dedi. 
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, dünya çapında yankı uyandırırken, bu çağrıya dair Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) başlattığı temaslar; siyasi partilerin kadın yapıları, kadın örgütleri ve birçok kimlik ve inançtan halklarla bir araya gelmeye devam ediyor.
 
DEM Parti Halklar ve İnançlar Komisyonu’ndan Yüksel Mutlu, farklı kesimlerle yapılan görüşmeleri ve iktidarın tutumunu değerlendirdi.
 
“Sayın Öcalan, ülkede yaşayan bütün topluluklara, inançlara, halklara bir çağrı yapıyor. Bu çağrıyla birlikte, ‘Türkiye’de Kürt sorununun çözümsüzlüğünü, bu memleketteki bütün sorunları ortak bir dil ve üslupla, yasal ve anayasal düzeyde çözelim’ diyor.”
 
*Süreç boyunca siyasi partiler ve sivil toplum örgütleriyle temaslar gerçekleştirdiniz. Bu temaslar neden önemli? Siyasi partilerin çağrıya dair değerlendirmesi ne oldu?
 
Bu çağrının birçok muhatabı var. Bu muhataplardan bir tanesi de DEM Parti ve onun kurullarıydı. Biz de bu noktada hızlıca bir tartışma yürütüp, 100 merkezde yaklaşık 50 bin insana tekabül eden halk toplantıları gerçekleştirdik. Bu toplantılara sadece parti yöneticileri değil; sivil toplum temsilcileri, kadın örgütlerinin temsilcileri, üye olmayan ama bu işi merak eden, bu deklarasyonun mealini, ne demek istediğini merak eden herkesi davet ettik. Bu halk toplantıları dizisi çok önemliydi. Çünkü bu çağrının bazı kesimler tarafından dezenformasyona uğrama ihtimali vardı. Hem bunun önünü kesmiş olduk hem de biz açık ve aleni çalışan bir partiyiz.
 
Halkın görüş ve eleştirilerini almak çok önemli. Bir siyasal partiyi demokratik yapan temel nedenlerden bir tanesi bu. Bu toplantılar kapsamında STK’lar, meclisimiz, kadın meclisimiz ve tüm yetkili kurumlarımız, Halklar ve İnançlar Komisyonumuz toplumun farklı kesimleriyle görüşmelerine devam ediyor. İlerleyen süreçlerde de bu temaslar sürecek. Bu, sadece Sayın Öcalan’ın DEM Parti’ye ya da sadece AKP-MHP hükümetine yaptığı bir çağrı değil. Bu ülkede yaşayan bütün topluluklara, inançlara, halklara yapılan bir çağrıdır. Bu çağrıyla birlikte ‘Türkiye’de Kürt sorununu ve bu memleketteki bütün sorunları ortak bir dil ve üslupla, yasal ve anayasal düzeyde çözelim’ diyor.
 
Hükümete, iktidara, devlete düşen görev ve ödevler var: Yapacakları yasal ve anayasal düzenlemeler, komisyonların oluşturulması, Sayın Öcalan’ın İmralı Adası’ndaki pozisyonunun ne olacağı konusu… Özgürlüğünün, çalışma ve görüşme koşullarının sağlanması önemli. Bize düşen en temel görev ise, halkın tüm kesimlerine bunu anlatabilmektir. Bu süreç eğer barışa evrilecekse, toplumun bu konuda bilgi sahibi olması gerekiyor. Toplumun görüş ve eleştirilerinin alınması; bundan sonra oluşacak yol haritası konusunda İmralı Adası’na gidecek olan DEM Parti heyetinin, bu temaslardan çıkardığımız sonuçları ve verileri aktarabilmesi açısından önem taşıyor. Bu amaçla bu toplantıları gerçekleştirdik.
 
“Dünyadaki örneklerde olduğu gibi savaşların ve barışın kararını erkekler veriyor. Toplumun yarısı olan kadınlar barış ve demokratik toplum inşasında yoksa, bunun gerçek bir barış olma ihtimali de yok.”
 
*Siyasi partilerin kadın yapılarıyla ve birçok kadın örgütüyle, halkla görüşmeler yaptınız. Barışı inşa etme sürecinde kadınların birlikte mücadelesi neden önemli? Halkın sürece yorumu nasıl?
 
Kadın Meclisimiz, parlamentoda grubu olan bütün siyasi partilerin kadın komisyonlarıyla bu çağrının ne anlama geldiğini, kadınların bunu nasıl gördüğünü, nasıl yaklaşmak gerektiğini anlatmak amacıyla görüşmeler gerçekleştirdi. Dünyadaki örneklerde olduğu gibi, savaşların ve barışın kararını erkekler veriyor. Toplumun yarısı olan kadınlar barış ve demokratik toplum inşasında yoksa, bunun gerçek bir barış olma ihtimali de yok. Kadın Meclisimiz bu görüşmeleri yaptı. Kadın gazeteci ve basın mensuplarıyla da bir görüşme yapıldı. Toplumun tüm kesimleriyle görüşmeler devam ediyor. STK Komisyonumuz, bileşenler, tabipler ve diğer siyasi partilerle görüşmeler sürüyor.
 
Halklar ve İnançlar Komisyonu olarak Kadın Meclisimizle birlikte, Dersim ve Malatya’da Alevi kadınlarla barış ve demokratik toplum çağrısını anlatan görüşmeler gerçekleştirdik. Alevilik, kadim bir inanç; yetmiş iki millete bir nazardan bakan, bir karıncanın bile canını acıtmayan, buna inanan bir inançtır. Elbette ki bu coğrafyada barışın tesis edilmesi için canla başla çalışmak istedikleri gibi, kaygılarının da olduğunu gördük. 2011’den beri süren savaş ve son dönemde ciddi biçimde Arap Alevi kadınlara yönelik cinsiyetçi, cinsel şiddet içeren taciz, tecavüz haberleri bu kaygıların başında geliyor. HTŞ’ye devredilen Suriye yönetimi, cihatçı bir örgüt ve o topraklarda seküler yaşamdan yana olan; Sünni İslam’a uymayan Dürziler, Hristiyanlar, Aleviler gibi toplulukların risk altında olduğunu gördük. Arap Alevilerine yönelik bu katliam, taciz ve tecavüzün, 21. yüzyılın başında bir insanlık suçu olduğunu ifade etmek istiyoruz.
 
Türkiye’de bu çağrı Alevi kadınlarla tartışılırken, Alevi kadınlar yaşananlardan çok rahatsız olduklarını ifade ettiler. Türkiye’nin kendi tarihinde de yaşadığı Alevi katliamları var. Malatya, Çorum, Sivas, Dersim ve Maraş… Bu katliamların tümü aslında Alevilerin tamamında böyle bir duyguyu uyandırıyor. Bir hafıza oluşturmuş durumda. Bu toplantılarımızda da Alevi kadınlarının barışa ne kadar susamış olduğunu gördük. Bunu ne kadar arzu ettiklerini gördük. Bununla beraber Alevi kadınlarının iyimserlik haliyle temkinli olduklarını da fark ettik. Şöyle cümlelerle ifade ediyorlar: “AKP-MHP hükümeti bu sorunu çözer mi? Biz kaygılıyız. Barış ve çözüm olmasını canı gönülden arzu ediyoruz.” Aynı zamanda akıllarının arkasında bir soru işareti olduğunu görmüş olduk. 
 
Bu görüşmelerimiz, hem kendimizi anlatmak hem de onların sorunlarını dinlemek açısından önemliydi. Eşit yurttaşlık gibi bir sorun var. Yüzyılı aşkın bir süredir Osmanlı dönemiyle beraber gelen bir hafıza var. Bu ülkede eşit yurttaş olmak istiyorlar. Bu sorunun sonunda mesele çözüme doğru ilerlediğinde, Alevilerin, Kürtlerin eşit yurttaşlık talepleri karşılanabilecek. Kürtler, Aleviler ve diğer halklar kendilerini olduğu gibi ifade edebilecekler. Bunun sonucunda bir demokrasi oluşabilecek mi, buna dair kaygılarını gördük. Alevilerin hakikat ve özgürlük arayışları… Bunlar eş güdümlü, yan yana duran iki kavramdır. Hakikat–özgürlük ilişkisi topluma sirayet ettiğinde, doğal olarak o topraklarda barış ve çözümü isteyen büyük bir topluluk ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bizim bunu Alevilere, Kürtlere, Türkiye’deki tüm farklı kesimlere, Türklere, kadınlara çok net ve doğru bir şekilde anlatmamız gerekiyor. Bu toplumun barışa ne kadar hasret ve ihtiyacı olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
 
“Devlet ve toplum demokratikleştiğinde ve barış Türkiye’de siyasallaştığında, barışı kadınlar sahiplendiğinde, gerçek barışa kavuşmuş olabiliriz. Biz eğer barışı toplumsallaştırırsak, siyaset de toplumsallaşır ve halkı da kuşatır. Rojava bunun en temel örneği.”
 
*Kürdistan’da da halklarla bir araya geldiniz. Bundan sonraki süreçte çalışmalarınız nasıl ilerleyecek? Halklar bu çağrıya neden destek vermeli?
 
Yakın zamanda Artvin’de bir buluşma gerçekleştireceğiz. Oradaki Çerkeslerle, Lazlarla, Rumlarla; orada yaşayan tüm farklı gruplarla buluşarak görüş ve önerilerini alacağız. Kars’ta büyük bir Halklar ve İnançlar Buluşması gerçekleştireceğiz. Bu saikle, hem farklılıklarımızın bir zenginlik olduğunu kabul ederek hem de bu kadim kentlerde yüzyıllar boyu bir arada kardeşçe yaşamış toplulukların birbirleriyle bir alıp vereceği olmadığını dile getireceğiz. Mesele tamamen anti-demokratik yönetimler ve devlet aygıtının yarattığı ötekileştirici kimliklerdir.
 
Devlet ve toplum demokratikleştiğinde ve barış Türkiye’de siyasallaştığında, barışı kadınlar sahiplendiğinde, gerçek barışa kavuşmuş olabiliriz. Rojava bunun en temel örneğidir. Çünkü tüm farklılıkların; Kürtlerin, Arapların ve Türklerin bir arada kardeşçe yönettiği ve yaşadığı bir yer. Bunun mümkün olduğunu bize gösteren örnekler var. Bu toplumlar birbirlerine rızalık gösteriyor. Çünkü bunlar devlet dışı toplumlar. İktidarlar ve devletler; milliyetçi, militarist, ötekileştirici ve kuşatıcı duygularla halkların önünü kapatıyor.
 
Ülkenin yaşadığı bugünkü hazin ve trajik tabloya bakmak gerekiyor. Cezaevleri ağzına kadar dolu. Yoksulluk alabildiğine dibe vurmuş durumda. Bunun en ağır şeklini kadınlar yaşıyor. Cinsiyetçiliğin ve savaşın yarattığı kadına yönelik şiddetin zirve yaptığını biliyoruz. Kayyumcu politikaların devam ettiğini görüyoruz. İstanbul’da 16 milyonun temsilcisi olan İmamoğlu’nun tutuklanması, DEM belediyelerine yönelik olan kayyum politikalarının demokrasiyle ifade edilemeyeceği, olsa olsa iktidarın kendini anti-demokratik şekilde beş yıl daha sürdürmek istemesi anlamına geldiğini, halk bize toplantılarda açık ve net şekilde söylüyor.
 
“Benim seçme ve seçilme hakkımı elimden alan iktidar nasıl demokrasi getirecek?” diye soruyorlar. Bu soruları toplumda giderecek bir hükümet pratiği var mıdır, buna bakmamız lazım. Bu toplumun birbiriyle bir alıp vereceği yoktur. Biz sadece parlamento demokrasisine bakmıyoruz. Yerel demokrasi dediğimiz şeyin en önemli nokta olduğunu biliyoruz.
 
Kadınların yaşadığı şiddet, yoksulluk, toplumun yaşadığı birçok handikap yerellerde yaşanıyor. Yerelde ne yaşanıyorsa, ona müdahale etmek; onun sorun ve derdine çare olmak, onunla birlikte bu yolu yürümek, asıl hedeflerimizden bir tanesi. Yerel demokrasi bizim inşa alanlarımızdan biridir. Zihniyetimizin inşa alanıdır. Biz eğer barışı toplumsallaştırırsak, siyaset de toplumsallaşır ve halkı da kuşatır. Halkların bir arada olması bizim için önemli. 
 
Sayın Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı; çağın ideolojisine ve duruşuna, Ortadoğu’ya uygun bir çağrıdır. Tüm topluluklar, inançlar bu çağrıya sahip çıkmalı, güç ve destek vermelidir. Elbette ki soru işaretleri, kaygılar olabilir. Temkinli bir iyimserlik haliyle bu sürece omuz ve destek vermek en kıymetli şeylerden bir tanesidir. Kaybedecek bir şeyimiz yok. Bunun dışında... 
 
Ancak barışı ve çözümü kaybedersek, o zaman bu toplum büyük bir zorluk ve sıkıntı yaşayacaktır. O zaman faşizm kurumsallaşır, tekçilik daha da derinleşir. Zaten mücadele ettiğimiz şeyin kendisi tekçilik. Tekçiliğe karşı çoğulculuğu, kadın düşmanlığına karşı kadın özgürlüğünü, doğanın talanına karşı doğanın korunmasını savunuyoruz. Bu amaçla mücadele ediyoruz. Bunun kendisi de aslında toplumu bütünüyle saran, sarmalayan bir durumdur.
 
“Bu çağrıya en çok sahip çıkması gereken kadınlardır. Alevi kadınlar bir kez daha fazla sahip çıkmalı. Çünkü onlar hem inançlarından dolayı hem etnik kökenlerinden dolayı dışlanıyor. Farklı kadın oluşumlarının bu sürecin ortağı ve öznesi olabilmeleri önemli.”
 
*Kadınlar bu çağrıyı neden sahiplenmeli? Kadınların sürece katılımı nasıl olmalı?
 
Toplumun yarısını oluşturan kadınlar, bu sürecin en derin mağdurlarıdır. Erkek şiddetinin ve devlet şiddetinin mağduru... Düşüncelerinden dolayı zarara uğrayan kadınlardır. Bu çağrıya en çok sahip çıkması gereken yine kadınlardır. Alevi kadınlar bir kez daha fazla sahip çıkmalı; çünkü onlar hem inançlarından dolayı hem de etnik kökenlerinden dolayı dışlanıyorlar. Vaat edilen çağrının içinde her kesimin kendi zenginlikleriyle, kendi oluşumlarıyla, kendi tarz ve inançlarıyla ifadesi söz konusu.
 
Kadınlar zaten bunun çalışmalarını yürütüyorlar. Farklı kadın oluşumlarının bu sürecin ortağı ve öznesi olabilmeleri önemli. Kadınlar bu sürecin öznesi olmazlarsa, sadece seyredenleri olurlar. Biz seyreden olmak istemiyoruz. Bu işin merkezi ve öznesinde, yürütücüsü olmak istiyoruz. Kararlarımızın karşılık bulmasını istiyoruz. Bir barış olacaksa, onurlu bir barıştan yanayız. Bizim için onursuz bir barış ancak kölelik olur. Biz bir kölelik istemiyoruz. Verdiğimiz mücadele, kadın özgürlük mücadelesidir. Kadın özgürlük mücadelesinde, tüm farklı kesimlerden kadınların bu paydada, ortak bir kültürde, ortak bir anlayışta bir araya gelebilmesi için bundan sonraki görüşmelerimizi sürdüreceğiz.
 
Ayın 24’ünde Samandağ’da, bizim de dahil olacağımız, kadın temsilcilerinin yürüttüğü bir miting var. Biz de buna dahil olacağız. Suriye’deki kadınlar taciz ve tecavüze uğruyor diye biz “ne yapalım” diyemeyiz. Ortadoğu’da kadına yönelik şiddet nerede gerçekleşmişse, biz itirazımızı yükseltmek zorundayız. Suriye’de Alevi katliamları çok yoğun oldu. 10 gün boyunca, iddialara göre, 3 bin civarında insan yaşamını yitirdi. En büyük itiraz, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada gerçekleşti. Sokağa Kobanili, Qamişlolu Kürtler çıktı.
 
Demokratik ulus dediğimiz zenginlik böyle bir şeydir. Birisinin canı yanarken bir başkası seyretmemeli; birisi yoksulken diğeri tok olmamalı; birisinin başına kötülük gelirken, diğeri buna sevinmemeli. Bu, bizim inancımıza ve siyasal anlayışımıza terstir. Kadınlar olarak birbirimize sahip çıkıp kenetleneceğiz. Birbirimizin acısını göreceğiz, yarasını saracağız. Birlikte güçlü bir mücadele örmek zorundayız. Bu anlattığımız, cümle olarak kolay gelebilir. Ama zorlu bir süreçtir. Uzun yıllara dayanan bir mücadele var. Kadın özgürlük mücadelesi de büyük bir mirasın üzerinde, güçlü bir geçmişe sahiptir. Bu mücadeleyi yürütebilecek güçtedir.
 
“Hükümetin toplumda güveni sağlayacak adımları atması lazım. Bu saldırılar kabul edilemez. Bu adımları devlet atacak ki Kürtler, Aleviler, Türkiye’de ezilenler, ötekileştirilenler bunun sonucunu görebilsinler.”
 
*Yine, PKK’nin ateşkes ilan etmesine rağmen Türk devletinin hava saldırıları devam ediyor. Bu saldırılar halkta samimiyeti sorgulayan bir durum yaratıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
2013–2015 süreci halklarda bu duyguyu yaratıyor: “Dikkat edin, kandırılırsınız. Güveniyor musunuz? Başımıza başka şeyler gelmesin...” Tüm bunlar aslında pratikte yürür. Biz geçmişe takılı kalamayız, bununla yaşayamayız. Bütün bunları dikkate alarak, geçmişi de hatırlayarak önümüze bakmak zorundayız. Elbette ki bu süreçte bu saldırıların kabul edilebilir bir yanı yok. Doğal olarak, bu saldırılar olduğunda bölge halkı, Kürtler “Ne oluyor? Hani nerede barış?” diye sorar, soracaktır da. Bu çok normal bir şey. Burada iş kime düşüyor? Tabii ki iktidara düşüyor. Mesele aslında AKP iktidarı ya da devlet. Muhatap bu soruna göre, güven artırıcı, toplumda bu güveni sağlayacak adımları atması lazım. Beklenti bu yönde. Halk hazır, toplum hazır. Bu adımları iktidar atacak, devlet atacak ki Kürtler, Aleviler, Türkiye’de ezilenler, ötekileştirilenler bunun sonucunu görebilsinler.
 
Dolayısıyla, bu kadar yüz yıllık ulus-devlet zihniyeti altında kimliklerin erozyona uğradığı, şiddetin bu kadar yaşandığı birçok gerekçe varken biz buna sessiz kalamayız. Bunun mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz. Her şey bitmiş, sonlanmış değil. Asıl mesele yeni başlıyor. Başka bir evreye geçilmiş durumda. Bu konuda toplumun farklılıklarına anlatmamız gereken, bu ülkede yaşananların Ortadoğu’daki siyasal süreçlerden ve savaşlardan azade olmadığıdır. Bu yüzden çağrıyı güçlü anlatmamız, sahiplenmemiz gerekiyor. Tüm farklılıklarla bu çağrıyı sahiplenip, bunun mücadelesini hep birlikte örmemiz gerekiyor. İstanbul’da, Ankara’da, diğer büyük kentlerde üniversiteli gençlerin itirazlarının ne kadar yüksek olduğunu, toplumun ne kadar gergin olduğunu iktidarın da görmesi gerekiyor. Aksi halde, tutuklayarak, cezaevlerine koyarak bu sorunun çözülemeyeceğini iktidar da artık görmeli.
 
Kürt sorunu çözüldüğünde bu sorunların hepsi çözülmeye başlayacak. Sorunlarımız birbiriyle bağlantılı. Savaşın bütçesi toplumun cebinden çıkıyor. Kürt olmayabilirsiniz, bölgede yaşamıyor da olabilirsiniz. Ama yine de bu savaşın mağdurusunuz. Türkiye içerisinde nerede yaşarsanız yaşayın, bu sınırlar içinde yaşayan herkes bu savaşın mağdurudur. Kürt sorunu çözülmeye başlandığında, diğer sorunlarımız da çözülmeye başlanacak. Bu konuda adım adım bir ilerleme kaydedilecek. Bu konuda hükümetin bir irade göstermesi, bir çaba göstermesi gerekiyor. Hedeflerimiz kadın özgürlüğü ve aslında birbirimize bakarak, birlikte mücadele etmek. Büyük bir mücadelenin sahibi olmak zorundayız.
 
“Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının düzenlenmesi ve Anayasa’da bir yol temizliğiyle birlikte, demokratik bazı girişimlerin toplumda iyi niyet duygusu yaratacağını biliyoruz.”
 
*Son olarak, biliyorsunuz devlet hâlâ somut adım atmadı. Bu sürecin nihayete ermesi için neler yapılmalı?
 
Biz de biliyoruz, hükümet de devlet de biliyor. Bunun çözümü çok net. Sayın Öcalan bir çağrı yaptı. “PKK kendini feshetsin, ben bu sorumluluğu alıyorum” dedi. Bir boyutu orada. DEM Parti’ye düşen, siyasal alana düşen görevler var. Biz bunları yapmaya çalışıyoruz. Herkes kendi görevlerini yapacak. Devlete ve iktidara düşen görevler var. Topluma düşen görevler var. Kadınlara, gençlere düşen görevler var. Bir bütün olarak, bu önyargıları, milliyetçi duyguları bir kenara bırakarak gerçekten bu ülkenin büyümesi ve kalkınmasını istiyorsak, iktidarın buna dair adımlar atması gerekiyor. Beklenti burada.
 
Kürt sorunu artık çözülmeli. Televizyonlarda savaşı kışkırtan, erkeklerin ellerine sopa alarak savaş analizi yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Savaş analizi yapan erkeklerin yerine kadınların çıkacağı, barış söylemlerini güçlendirecek bir medya hâlâ yok. Dolayısıyla toplum hazır; devlet ve iktidarın da hazır olması önemli. Demokratik bir ülke istiyoruz. Bunun mücadelesini uzun yıllardır yürütüyoruz. Hasta tutsakların derhal serbest bırakılması gerekiyor. Düşünce özgürlüğünden dolayı içeride yatan insanların derhal serbest bırakılması gerekiyor.
 
Bir sürü siyaset yapan arkadaşımız, belediye başkanımız ve milletvekilimiz cezaevinde. Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının düzenlenmesi ve Anayasa’da bir yol temizliğiyle birlikte, demokratik bazı girişimlerin toplumda iyi niyet duygusu yaratacağını biliyoruz. Bu iyi niyet duygusu yaratılmazsa, bombalamayla, siyasetçileri tutuklayarak, kayyum getirerek, halka zulüm ederek, yoksulluğu derinleştirerek demokrasi gelmeyeceğini halk da biliyor. Demokrasi meselesinin en önemli boyutu, iktidarın ve devletin nasıl adım atacağıdır.