
Sebahat Tuncel: Çağrı yapıldı, şimdi sıra devlette
- 15:57 1 Mart 2025
- Güncel
ANKARA - ÖHD panelinde konuşan TJA aktivisti ve siyasetçi Sebahat Tuncel, “Eğer gerçekten silahlar devreden çıkarılacaksa devletin yapması gereken yükümlülükler var. Şimdi sıra devlette. Umut hakkının bir an önce yasalaşması, Sayın Öcalan’ın kendi halkıyla, toplumuyla, sosyalistlerle bağ kuracak ortamın oluşması gerekiyor. Demokratik siyasetin önünü açacak yasal düzenlemeler gerekiyor” dedi.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Kadın Komisyonu, “Erkek Devlet Şiddetine Karşı Kadın Mücadelesi” başlıklı panel düzenledi. Tümbel-Sen Genel Merkezi’nde birçok kadının katılımıyla düzenlenen panelde konuşmacı olarak Avukat Gülan Çağan Kaleli, Barış Annesi Fehime Poyraz, Bağımsız Feminist Hülya Osmanağaoğlu, TJA aktivisti ve siyasetçi Sebahat Tuncel ile Barış Annesi Behiye Yalçın yer aldı.
Özel savaşın tarihselliği
“Özel savaş” başlığı altında söz alan ÖHD’li Avukat Gülan Çağan Kaleli, 2015’ten bu yana özel savaş yoğunlaşsa da tarihsel bir geçmişi olduğuna vurgu yaptı. Anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişte ilk politikaların görüldüğünü söyleyen Gülan Çağan Kaleli, “2’nci Dünya Savaşı’na büyük bir atıf yapılır. Kendine ait olmayan gruplara saldırı, ekonomik olarak gücü elinde bulundurma, NATO ve IMF’nin kurulmasını özel savaştan bağımsız düşünemeyiz. Real sosyalizme açıktan bir saldırı, sınıf hareketlerine saldırı ve sömürgeciliğin olduğu yerlerde egemen sınıfa saldırıları görebiliyoruz” dedi.
Çoklu özel savaş stratejileri
Özel savaş stratejilerinin her dönem farklılaştığı ve birçok başlıkta ortaya çıktığını söyleyen Gülan Çağan Kaleli, “Özellikle Kürt kadın hareketi ve feminist hareketin öz savunma ile özel savaşa karşı mücadeleyi örgütlediğini görüyoruz. Bugün basında sürekli konuştuğumuz uyuşturucu, ajanlaştırma, fuhuş başlıkları özel savaşın sosyal kırımı olarak karşımıza çıkıyor. Biz bu başlıklara bakınca özel savaş olarak kullanmışız, ama bunlar sadece özel savaş konseptleri ve stratejileri. Her dönem yeni yeni başlıklar, yeni yeni özel savaş konsepti ve stratejileri karşımıza çıkıyor. Yine özel savaşta, devlet daha yeraltı, paramiliter, ama aynı zamanda bürokratik gücü de olan yapılanmaları ortaya koyduğunu görüyoruz. Sivil toplum örgütlerinin Kürt ailelerin çocuklarını burslar yoluyla kimliksizleştirmesi ve ekonomik olarak kendilerine bağlaması da özel savaş başlığı altındadır” sözlerini kullandı.
Kadınlara yönelik özel savaş politikaları
“Psikolojik savaş daha uzun vadelidir ve bizim asıl örgütlenmemiz gereken alandır” diyen Gülan Çağan Kaleli, “Kadın kurumlarının kapatılması, kadın politikalarına saldırı Kürdistan’da psikolojik saldırılar olarak kaşımıza çıkıyor. Kürdistan bağlamında baktığımızda özellikle öz yönetim sürecine bakmak gerek. O süreçte alanlara gittiğimizde paramiliter yapılar vardı, vatandaşlık bağı ile bağlı olmayan silahlı güçlerden bahsediliyordu. Bununla birlikte Türkiye’ye bağlı biraz daha farklı güçler ve konseptler gördük. Oradaki güçlere baktığımızda ‘Amerikan filmlerinden fırlamış gibi’ bir yorum yaptık. Giyimleri, kuşamları, fiziki özellikleri ve ‘burada bir şey var’ dedik. Bu çok önemli ve sonrasındaki süreçte ortaya çıktı ki Kürt kadınları duygusal olarak düşürme politikası olarak karşımıza çıktılar” diye konuştu.
‘Kadın mücadelesi ve cins sevgisini büyütelim’
Devamında ise Gülan Çağan Kaleli şunları belirtti: “Örneğin Cizre’ye ekonomik anlamda ve üretim bağlamında çok köreltilen bir yerdir ama şu an gidip baktığımızda en lüks arabaları görebileceğiniz, son model telefonların kullanıldığı, henüz batıya gelmeden en lüks eşyaların kullanıldığı yerlerden biridir bu özel savaştan bağımsız düşünülemez. Cizre uyuşturucunun Türkiye ortalamasına göre en çok kullanıldığı bir yerdir ve çok pahalı ve ulaşılması zor olmasına rağmen ilk burada kullanılıyor ve gençleri zihinsel olarak yok eden bir politika olarak yine karşımıza çıktı. Bu işin ticaretini yapan ailelerin de arttığını görüyoruz. Uyuşturucunun arttığı, üretimin olmadığı ve yoksullaştırılan bir toplumun bağımlı hale getirildiği bir durum söz konusu. Göç, uyuşturucu, fuhuş birçok başlık var ve bunların temelinde yoksulluk politikaları var. Özellikle Özel Harp Dairesi tarafından hazırlanan ve çökertme planı olarak karışımıza çıkan noktalardan biri de cemaatlerdir. Cemaatler eliyle kaç kadın var, kaç çocuk var, kimler yoksul tek tek öğrenmeye çalışıyorlar ve ailelerin durumlarına ve imkanlarına göre zorunlu kuran kursları dersleri koydular. Yine ajanlaştırma politikaları ile örgütlülük içerisinde bir güvensizlik yaratılmaya çalışılıyor. Bu özel savaş konseptine karşı kadın mücadelesi ve cins sevgisini büyütmemiz gerekiyor. Fakat özel savaşı yeni sömürgecilik tanımı üzerinden değerlendirmek ve tanımlamak gerekiyor.”
‘Ağlamadım…’
Ardından söz alan Deniz Poyraz’ın annesi Barış annesi Fehime Poyraz, “Deniz Poyraz’dan başlamak istiyorum. Annesiyim. Deniz Poyraz yurtsever biriydi. Babası cezaevine girdiğinde 4 yaşındaydı ve çocuklara bakarak yaşamı geçti. Kendini gördü ve çalışmalara kattı. Bütün halkı seviyordu ve hepsi bir olsun istiyordu. Deniz böyle biriydi. Deniz defalarca sivil polisler beni takip ediyor demişti ama kimse dikkate almadı ve bu yaşandı. Ben ölsem de unutmam. Bütün çocuklar bizim, gençler bizim, acılar hepimizin. ‘Anne beni takip ediyorlar’ demişti. Sonra haberi geldi ‘katledildi’ diye. Ben de Serok için söz vermiştim ‘Ağlamam’ derdim diğer anneler gibiydi, gerçekten de ağlamadım, öyle bir güç aldım” dedi.
‘Bir Deniz gitti bin Deniz geldi’
Devamında ise, Fehime Poyraz şunları söyledi : “Gittiğimizde bizim yukarıya çıkmamıza izin vermediler ve katili aşağı indirdiler oradaki polisler elini omzuna atarak “iyi misin kardeşim bir şeyin yok değil mi” diye sordu. Biz orada yıkıldık ve büyük bir tepki gösterdik halkla birlikte. Kimi 1 kimi 2 kimi 4 çocuğunu verdi. Biz barıştan yanayız. Hiçbir zaman kan dökülsün istemiyoruz. Ne annelerin ne asker annelerinin biz her zaman barış istedik. Katili alıp arabaya aldılar, sarıldılar öyle bir korudular ki. Ben de şunu söylemedim oradakiler Deniz’i koruyabilirlerdi, korumadılar, o katili savunanlar onu içeri sokmuştur. O katilin aldığı cezayı onlar da alsın istiyorum. Derin devlet onun arkasında durdu. Oğluma gösterdiler ablasını ama hala kendine gelmiş değil. Keşke ben görseydim, çünkü bir anne her zaman daha güçlüdür. Ben kızımı yıkarken görebildim ki işkenceye uğramıştı. Deniz sadece benim Deniz’im değil, bütün halkın Deniz’idir. Bir Deniz gitti bin Deniz geldi. Binlerce çocuğa Deniz ismi konuldu.
Mahkemeye katil gelirken kolları kelepçeli değildi. İki çocuğum geldiğinde ise elleri kelepçeliydi. Katil ellerini kollarını sallayarak bize gülerek bakarken çocuklarım kelepçeliydi ve karşı çıktık. Arkasına dönüp gülüyordu ve halk büyük tepki gösterdi mahkeme salonunda. O salonlarda çok kötü şeyler yaşadık. 600 tane avukat takip etti. Bir aile olarak hala gözetleniyoruz. Özel timler sürekli bizleri takip ediyor. Evimize kim giriyor kim çıkıyor izliyorlar. Ama mücadele bir gururdur. Halkımızın mücadelesini gördükçe mutlu oluyoruz.”
‘Feminist mücadele daima barışı örgütlemiştir’
Feminist hareketin tarihi ve barış için mücadelesini anlatan Bağımsız Feminist Yazar Hülya Osmanağaoğlu, “Bir örnek vereyim, Sylvıa Pankhurst, İrlanda’daki sömürgeciliğe karşı İngiltere’ye karşı mücadele ettiği için ailesinden ayrılır ve emperyalizme karşı mücadelenin kadın mücadelesinin parçası olur. Tarihte de sosyalistlerin bile paylaşım savaşını desteklerken, feministlerin buna karşı olduğunu görürüz. Türkiye’ye de baktığımızda 1934’te malum oy hakkı kazanılıyor ama kurulan Türk Kadınlar Birliği kapanmaya zorlanıyor, basının linçi ile. Çünkü o dönemin Kemalist Türkiye’si Almanya ile bir yakınlaşma içerisinde ve Türk kadınlar birliği savaşa karşı olduğu ve imza attığı için linçe uğruyor ve kendini feshetmeye zorlanıyor. Baktığımızda feminist hareketin hem birinci hem ikinci dalgada savaş karşıtı mücadelesini ve sömürgeciliğe karşı hareketleri örgütlediğini görürüz” sözlerini kullandı.
‘Feminist hareket çözümde taraftır’
Hülya Osmanağaoğlu şu sözleri kullandı: “Türkiye’ye geldiğimizde, ilk olarak kirli savaşın yükseldiği köy yakmaların, köy boşaltmaların yaşandığı yıllarda feministlerin bir kampanyası vardı ‘Arkadaşıma Dokunma.’ Bu aslında Kürt arkadaşıma dokunma kampanyasıydı. 1980’li yıllardan sonra ise kendini esas olarak inşa eden hareketler Kürt Özgürlük Hareketi, Feminist Hareket ve 2000 sonrası LGBT hareketi olmuştur. 2007’ye geldiğimizde arkadaşlarımız Meclis’e girdi. Bu döneme kadar kampanyaların hepsi bir tür lobicilik faaliyeti oldu. 2007’den sonra değişen şey Kürt Kadın Hareketi’ndeki arkadaşların Meclis’e girmesiyle sokaktaki sesin herhangi bir şekilde törpülenmeden doğrudan Meclis’ten duyulmaya başladığı zamanlardı. Bu önemli bir eşik olduğu. Feminist mücadelenin sesini arkadaşlarımız Meclis’e taşıdı. Yine, Barış için Kadın Girişimi’ni ilan etmiştik. Savaşın kadınlar açısından neler yarattığını anlatmak ve barışın toplumsallaştırılması için kurulmuş bir girişimdi.
Özellikle son 10 yıldır çok somut olarak gördük ki savaşın kendisi doğrudan faşizmin yükselmesine neden olmuştur. Feminist hareket buradaki çözüm sürecinde aslında taraftır. Bağımsız feminist olarak iki tarafa eşit bir yerde değiliz. Bir taraf özgürlük için mücadele ederken bir taraf kendi çıkarları temelli barışı inşa etmeye çalışıyor bu nedenle feminist hareket taraftır. Barış siyasetinin örgütlenmesinde feminist hareketin, Kürt kadın Hareketi’nin ve tüm kadın hareketlerinin kendi örgütlemesi için de elzemdir. Bütün ezilenler için bir barış zeminin inşa edilmesi için feminist harekete de Kürt Kadın Hareketi’ne mücadele etmek kalır.”
‘Yıllarca barış için kapıları çaldık’
Ardından söz alan Barış Annesi Behiye Yalçın, annelerin yıllardır barış için mücadele yürüttüğünü kaydederek barış için mücadeleyi sürdüreceklerini söyledi. Behiye Yalçın şöyle devam etti: “90’lı yıllardan beri 26 yıldır barış için uğraştık istedik, çalmadığımız kapı kalmadı. Adeta barışı dilendik. Savaş annelerin gözyaşları ve hüsrandır. Herkes için böyledir. Bir annenin evladını kaybetmesi kadar kötü bir şey yoktur. Hiçbir anne evlatlarını ölmesi için dünyaya getirmiyor. Ama maalesef Kürt annelerine savaş, acı ve ağlamak düştü. Yıllardır bu barış için dilendik ve direndik. Sınırlarda canlı kalkan olduk. Çok şükür perşembe günü çok güzel bir açıklama oldu. Ömrümüzün sonuna kadar bu barış için mücadele edeceğiz.
‘Sayın Öcalan serbest bırakılıp barışı inşa etsin’
Herkesin omuzlarına düşen barış için çaba sarf etmesini bizimle hareket etmesini istiyoruz. Kimsenin gözyaşları dökülmesin, çok istedik ki polis ve asker annelerinin bizimle barışı haykırsın. Hiç kimse birbirine düşman değil ama birileri bizi düşman ilan ediyor. Biz buna mecbur değiliz. Anneler birlik olursa, isterse her kapıyı açabilir. Anneler barış istiyoruz dediğinde kendilerini gerekirse feda edebilir. Çocuklarımız terörist değil, sadece kimlikleri ve toprakları için bu yola başvurdular. Savaştan rant görenler ve bu pis kirli savaşa kadınlarımızı zorlayan buna sürükleyenler utansın. Biz güzel bir yaşama ve hakkımız olana kimliğimize, ana dilimize ve bir toprakta yaşamak istiyoruz. Ne köylerimizi boşaltsınlar ne sabahın köründe kapılarımızı çalıp bizi işkence ile tutuklasınlar. Biz az şey görmedik ama yine barış dedik ve barış için her zaman varız. Elimizden geleni yaparız. Bu ülkede özgürce, kardeşçe bütün halklar yaşayana kadar mücadeleyi bırakmayacağız. Onurlu ve kalıcı bir barışı istiyoruz. Brez Öcalan’ın serbest bırakılıp serbestçe barışı inşa edebilmesini diliyoruz. Onurlu barışı onunla birlikte inşa etmek istiyoruz.”
‘Barış güçlülerin işidir zayıf olanlar yapamaz’
Panelde son olarak söz alan Sebahat Tuncel ise Abdullah Öcalan’ın barış çağrısı üzerine konuştu. Sebahat Tuncel, “Çalışmaların ilk başında anneler ile bir araya geldiğimizde hepsini çocukları katledilmiş, köyleri yakılmış, işkence görmüş ama o kadar kudretliydiler ki…Sadece anne değillerdi, bu anneler politik kadınlardır. Barış için direnin, gözaltına alınan, işkence altına alınan. Öz yönetim süreçlerinde sokakta cenazeler varken tacize uğramalarına rağmen o cenazeleri alıp sırtlayıp geldiler. Birçok anne ne diyor ‘başkasının çocuğu ölmesin’ bu çok başka bir duygu. 27 Şubat saat 17.00’de bütün dünya başka bir zamana evrildi. Barış güçlülerin işidir. Barışı zayıf olanlar yapamaz. Sayın Öcalan bir kez daha gücünü gösterdi, üstelik tüm sorumluluğu üstlenerek. Dikkat edin sadece barış demedi demokratik toplum vurgusu yaptı ve üzerimize birçok sorumluluk yüklenmiştir. Bu sistemi dönüştürmek demokratik toplumu inşa etmek sorumluluğumuz var. Bu sürecin kalıcı barışa evrilmesi için devletin üzerine düşen sorumluluk var” sözlerini kullandı.
‘Tartışılması gereken savaşın durmasıdır’
Sebahat Tuncel şöyle konuştu: “93’ten beri bunları yaşıyoruz diyebilirsiniz ama devlet gerekli adımları attığı sürece bu kalıcılaşacak ve 21’inci yüzyılda bunu inşa edebiliriz. Bazen konuşurken Türklerin hassasiyetinden bahsediliyor ama Kürtlerin yaşadıkları konuşulmuyor, milyonlarca Kürt cezaevlerinden geçmiş, köyleri yakılmış, ya cezaevinin içinde ya da kapısındadır. Hassasiyetlerle bu iş olmaz. Barışacaksak barış için bunları nasıl ele alabilirize bakmak gerek. Barışı bozmak Türk - Kürt ittifakını istemeyen bundan rant elde eden kesimlerde ortaya çıkıyor ama milyonlar barış diyor ve ikna edecek duruma getirmeliyiz. Bu kadınların rolü ve görevini de ortaya koymuştur. Çağrı yapıldı ama devlete o kadar güvensizlik var ki ‘sizi kandırırlar mı’ diyorlar. Kimse barışı konuşmuyor, esas olan toplumsal barıştır. Çağrıda da dikkat çeken demokratik koşulların ortaya konulmasıdır. Bizim tartışmamız gereken savaşın durması, silahların susması demokratik siyasetin önünü açılması ve insanların özgürce kendi kimliği ile yaşamasıdır.
Biz başlayalım!
Sırrı Süreyya Önder’in son söylediği not çok önemli. Eğer gerçekten silahlar devreden çıkarılacaksa devletin yapması gereken yükümlülükler var. Şimdi sıra devlette. Umut hakkının bir an önce yasalaşması, Sayın Öcalan’ın kendi halkıyla, toplumuyla, sosyalistlerle bağ kuracak ortamın oluşması gerekiyor. Demokratik siyasetin önünü açacak yasal düzenlemeler gerekiyor. Terörle mücadele kanunu örneğin, bu kanun altında herkes terörist ilan ediliyor. Terörizm kavramının bu kadar geniş olarak yoruma açık işletilmesi demokratik siyasetin önünde de engeldir.
Demokratik hukuk zeminin bir an önce kurulması gerekiyor. Görüşmelerde de ortaya çıktı bazı şeyler devletten beklenmez, mesela ben kadına yönelik şiddete hayır demek için devleti beklemiyorum. Bazı karşı çıkışılar meşrudur, haktır. HDK’ye operasyon yaptılar. Neden? Barış istediği için, barış mücadelesi cezalandırılırsa buradan bir barışı nasıl inşa edelebiliriz? Devletin yapması gereken demokratik siyasetin önünü açmak, bize düşen bunu örgütlemektir. Bazı şeyler devlete bırakılamaz. Toplumsal olarak örgütlemek ve bir araya gelmek önemlidir. Barış sürecinin başlayabilmesi için toplumun devleti barışa zorlaması gerekir. Toplumun kendisi siyaset üretmelidir. Biz başlayalım. İnsanlar iktidara bakınca evet umut görmüyor ama 27 Şubat’ta başka bir umut oluştu ve biz buraya bakacağız. Sayın öcalan ‘bütün sorumluluğu alıyorum’ dedi ama biz kadınlar olarak da payımıza düşen sorumluluğu almamız gerekiyor.”