Abdullah Öcalan’ın avukatı: CPT 22 yıllık tecridin bir parçası

  • 09:01 15 Şubat 2021
  • Hukuk
 
Nişmiye Güler
 
İSTANBUL - İmralı’daki 22 yıllık ağırlaştırılmış tecridi değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm ve onurlu bir barışın sembolü haline geldiğini hatırlattı. CPT’nin İmralı tutumunu da eleştiren Raziye, İmralı’daki ağırlaştırılmış tecride onay verdiğini belirterek, "İmralı Adası, hukukun uğramadığı bir alan" dedi.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile Türkiye’ye teslim edilmesinin üzerinden 22 yıl geçti. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Abdullah Öcalan, bugüne kadar ağırlaştırılmış tecrit altında tutularak, hiçbir hakkından faydalandırılmadı. Aile, vasi ve avukat görüşleri defalarca “koster bozuk, hava muhalefeti ve disiplin cezaları” gerekçe gösterilerek reddedildi. Bu süre zarfında iletişim hakkını kullanamadı, kendisine kitap, dergi ve mektup gönderilmesi engellendi. Dışarı ile iletişimi koparılan Abdullah Öcalan’la ancak dönem dönem Kürt halkı ve dostlarının yaptığı eylemsellikler sonucu görüşme sağlanabildi.
 
Avukatlardan bin 713 görüş başvurusu
 
Asrın Hukuk Bürosu’nun verilerine göre 22 yıllık süreçte ailesi adına yapılan 674 görüş başvurusunun yalnızca 121’ine olumlu yanıt verilerek görüşme yapılmasına imkan sağlanırken, 574 başvuru ise reddedildi. Yine bu süreçte avukatlar adına bin 713 görüş başvurusu yapıldı. Bu başvuruların yalnızca 442’sine izin verildi, bin 271’i reddedildi.
 
Diğer yandan, İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan için bir kez daha cezaevlerindeki PKK ve PAJK’lı tutsaklar açlık grevi eylemi başlatırken, eylemler 81’inci gününe girdi. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ile uluslararası komployu, 22 yıllık İmralı tecridini, CPT’nin Türkiye ziyaretini ve başlatılan açlık grevlerini konuştuk.
 
‘Kapitalist sistem içerisinde yer almayı kabul etmediği için hedef alındı’
 
Uluslararası komploda başı çeken ülkelerden birinin ABD olduğunu söyleyen Raziye, öncesinde Abdullah Öcalan için imha konseptinin devreye konulduğunu hatırlattı. Raziye, “Ancak bu plan gerçekleşmeyince tasfiyesi düşünülerek Türkiye’ye iadesi gerçekleşti. Tabi bunda Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu pozisyon etkiliydi. Çünkü başta Amerika olmak üzere diğer ülkelerle oluşturulan kapitalist sistem içine dahil olmayı Kürt açısından kabul etmemişti. Çünkü özgür Kürt’ü yaratmıştı. Ve özgür Kürt’te bu anlamda bir irade ortaya koymuştu. Hiçbir zaman o kapitalist sistemin içerisinde yer almayı kabul etmemişti. Bu sebeple Sayın Öcalan’a dönük böyle bir durum gerçekleşti” diye belirtti.
 
‘Yaşam hakkı ihlal ediliyor’
 
Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununa demokratik bir çözüm bulmak için Avrupa’ya gitmeyi tercih ettiğini ifade eden Raziye, fakat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesindeki tüm hakların ihlali ile karşılaştığını dile getirdi. Raziye, Abdullah Öcalan’ın idam cezası ile karşılaşacağı bilinmesine rağmen Türkiye’ye iade edildiğini belirterek, “Ama Sayın Öcalan’ın çatışma durumunu ve oluşacak kaosu derinleştirecek tavırlardan kaçınması, bu oyunun farkında olması sebebiyle daha kötü sonuçların olması Sayın Öcalan’ca engellenmiş oldu. İdam cezası söz konusu değildi ama buna eş değer, zamana yayılmış hali olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile karşı karşıya kaldı. Yaşam hakkının ihlali bu. AİHM’de işkence yasağının ihlali olarak değerlendiriliyor. Şu an Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit de insan haklarına aykırı ve işkence yasağının ihlali anlamına geliyor” dedi.
 
‘Yeniden yargılama durumu gerçekleşmedi’
 
İmralı’daki ağırlaştırılmış tecrit koşullarına dikkat çeken Raziye, 22 yıllık süreçte çok nadir aile ve avukat görüşmeleri gerçekleştirildiğinin altını çizdi. Raziye, mektup ve haberleşme durumunun da neredeyse yok denecek kadar az gerçekleştiğini kaydederek, 22 yıllık süreçte Abdullah Öcalan’ın telefon hakkını yalnızca bir kez kullanabildiği hatırlattı. Bunların AİHS’in işkence yasağına aykırı olduğunu vurgulayan Raziye, 1999 yılından bu yana hem iç hukuk hem de uluslararası anlamda bu ihlallere karşı birçok başvurular gerçekleştirdiklerini aktardı. Raziye, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye iadesi ile de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek, “AİHM adil yargılanma yapılmadığını belirterek yeniden yargılanmasını istedi ama tabi bu yeniden yargılanma Türkiye tarafından gerçekleştirilmedi. Bakanlar Komitesi’nin halen takibinde olan bir durum. Maalesef onlar da sürüncemede bıraktığı için bu ihlal durumu devam ediyor” şeklinde konuştu.
 
‘İmralı Adası hukukun uğramadığı bir alan’
 
2011 yılında da aile ve avukat görüşlerinin engellenmesine dair AİHM’e başvuru yaptıklarını söyleyen Raziye, ancak o davanın da halen sonuçlanmadığını sözlerine ekledi. Raziye, tecridin ağırlaşmasında AİHM’in de rol aldığına işaret ederek, 10 yılda karara bağlanmayan davadan dolayı tecrit durumunun devam ettiğini belirtti. Raziye, ayrıca disiplin cezalarına, dosyalara ulaşmama durumlarına, aile ve avukat görüşlerinin gerçekleşmemesine ve iletişim durumunun engellenmesine dair de Anayasa Mahkemesi’ne taşıdıkları dosyalarının olduğunu ifade etti. İmralı Cezaevi sistemine de değinen Raziye, “İmralı sistemi dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş sistem. Hukukun uğramadığı, arkadaşlarımızın kara delik olarak adlandırdığı, yani herhangi bir hakkın tanımlanmadığı, girdiğinde de kaybolduğu bir alan. Ama Türkiye hukukunda bir yasa çıkmadan önce İmralı Adası’na etki edecek mi etmeyecek mi değerlendirmesi yapılarak hukuki düzenlemeler yapılan bir sistem. Hem idari ve güvenlik anlamında olağanüstü hem de hukuk anlamında hukukun uğramadığı ama yasakların en çok uygulandığı yer olarak anılacak olağanüstü bir sistemden bahsediyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘İmralı’da yasaklar içinde yasaklar gelişiyor’
 
Görüşmelere engel olarak gösterilen disiplin cezalarının yasal-hukuki bir zemini olmadığını vurgulayan Raziye, şöyle devam etti: “Zaten İmralı Adası’nda hem infaz rejimi bakımından ağır bir hak ihlali var hem de siz bu infaz rejimi içerisinde kişilere ekstra tecrit durumu geliştiriyorsunuz ve yasaklar içinde yasak gelişiyor. CPT 2019 yılında yaptığı ziyarette bunu böyle diyor. Hücre içerisinde tekrar bir hücre yaratma durumu oluyor. Zaten var olan etkinlik hakkının çoğunu siz zaten vermiyorsunuz. Havalandırma hakkından yararlandırmıyorsunuz ya da bir araya gelmelerini engelliyorsunuz. Şimdi biz disiplin cezalarının içeriğini çoğunlukla göremiyoruz. Yani şöyle anca öğrenebiliyoruz. Aileler üzerinden adaya bir başvuru gerçekleşiyor. Başvuru cevabında bize bir disiplin cezasının olduğu söyleniyor. Biz bu disiplin cezasının ne olduğunu öğrenmek istiyoruz ancak dosyanın bize verilemeyeceği söyleniyor. Biz bilmediğimiz bir dosyaya itiraz etmek durumunda kalıyoruz. İtiraz durumu çerçevesinde de müvekkillerimizin itiraz edip etmediğini öğrenebiliyoruz. İtiraz etmiş ise onu AYM’ye taşıyoruz. Örneğin son disiplin cezasını biz CPT raporundan öğrendik. Müvekkillerimiz spor hakkını kullanırken belirli bir süre voleybol ve basketbol oynuyor, geri kalanında volta atması kişinin spor hakkını engellemesi olarak değerlendirilmiş ve disiplin cezası verilmiş. Şöyle bir mantıksızlık da var; etkinliklerden yoksun bırakmanın 6 ay olarak verilmesi çok yüksek bir oran. Bununla beraber her birine bu durumdan dolayı aile görüşünün yasaklanması cezası verilmiş ve her birine ‘Sen spor yapmayıp arkadaşlarını spor hakkından alıkoyuyorsun’ denilmiş ama her biri bunu gerçekleştiriyor. Cezada bir çelişki söz konusu. Yani ancak bir kişi bunu engelliyor olabilir, diğerleri ‘engelleyen konumundadır’ diyemezsiniz diğerleri açısından eğer her birine ayrı ayrı ceza veriyorsanız. Bunu kendilerine yapmış oluyorlar. Dolayısıyla bu cezayı doğuracak bir durum yok. CPT de bu cezaları raporunda aldatıcı olarak ele aldı zaten.”
 
‘Uluslararası komplonun boşa çıkarılmasıyla tecrit ağırlaştırıldı’
 
Abdullah Öcalan’ın derinleşen Kürt-Türk çatışmasını ilan ettiği ateşkesler ile durdurmaya çalıştığını ve çatışma durumunun olmaması için mücadele ettiğini dile getiren Raziye, uluslararası komplonun boşa çıkarılması için de hem siyasi hem de felsefi olarak düşünce ortaya koyarak duruş sergilediğini belirtti. Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’na getirildiği günden itibaren de bu duruşunu sürdürdüğünü kaydeden Raziye, Türkiye’ye iade edilmesinden sonra 1 Eylül 1998 yılında ilan edilen ateşkesin sürdürülmesi için avukatları ile yaptığı ilk görüşmeye işaret etti. Raziye, “Tabi cezaevinde bulunduğu süre içerisinde de bir paradigma ortaya koydu. Türkiye ve Ortadoğu açısından demokratik birlik, tüm halklar için bir çözüm stratejisi ortaya koydu. Hem felsefik hem siyasi açıdan bulunduğu konumu da geliştirdi. Savunmalarında ortaya koyduğu alternatif paradigmayla da hem Türkiye halklarına hem de Ortadoğu halklarına umut haline geldi. Tabi bu uluslararası komplonun boşa çıkarılması anlamına geldiği için her defasında tecridin ağırlaştırılması oldu. Çünkü Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin dışarıya yansıması her zaman bir barış umudu doğurdu. Çözüme dair umutların arttığı bir dönem oldu. Yani halklar nezdinde bunun açık bir şekilde böyle olduğu görüldü. O yüzden her defasında sesi kısılmaya çalışıldı. Buna tabi uluslararası arenada çok büyük hak ihlalleri olmasına rağmen ses çıkarılmadı. Çünkü onlar aynı zamanda bu komplonun ve tecridin pay sahipleriydi” şeklinde konuştu.
 
‘CPT’nin İmralı’ya gitmemesi tecridi onayladığı anlamına geliyor’
 
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı ziyaretlerini de değerlendiren Raziye, son İmralı ziyaretinin 2019 yılında gerçekleştiğini ve raporun da ancak 2020 yılında devletin izniyle açıkladığını belirtti. CPT’nin Türkiye’ye son gelişlerinden sonra yaptıkları açıklamada İmralı’ya ziyaret gerçekleştirmediklerini gördüklerini söyleyen Raziye, şunları ifade etti: “İmralı gibi dış dünya ile iletişimi kopuk, hak ihlallerinin yoğun yaşandığı başka bir cezaevi yok. Bu anlamda bizim sürekli bir raporlama faaliyetimiz söz konusu. Bu konuda CPT ile de görüşüyoruz. 27 Nisan’da aileler ile yapılan telefon görüşmesinden sonra İmralı ile ilgili bir bilgi söz konusu değil. Pandemi süreci yaşanıyor. Müvekkillerimizin yaşları, konumları, adanın kendi özgün koşulları düşünüldüğünde müvekkiller ciddi bir risk altında ama bunu görecek, denetleyecek bir durumumuz mevcut değil. Görüşler engellendiği için haber alma durumu tümden yok. Böylesi bir durumun yaşandığı yeri ziyaret etmemesi, aslında tecride uluslararası anlamda da hukuki bir zemin yaratıldığı, bunu görüp de gözlerini kulaklarını kapamaları, onay anlamına geliyor. 2019’da yaptıkları ziyaret sonrası Türkiye’den aile ve avukat görüşmelerinin engellenmesine dair bir rapor hazırlamasını istiyor. İnfaz koşullarının düzeltilmesini istiyor. O süreçten bu yana durum daha da ağırlaştı. Dolayısıyla siz bunun üzerinden bir denetim gerçekleştirmezseniz, ülke üzerinde bir etkinliğiniz olmazsa o zaman bulunduğunuz pozisyonun, işlevselliğin olmadığı anlamına geliyor. CPT’nin normalde ülkeler üzerinde bir denetim durumu söz konusu. Ama CPT’den doğru böyle bir şey gözlemlemedik. Türkiye’ye sizi gözlemliyoruz demek yerine sadece görüşme gerçekleştirerek yetkililerden aldığı bilgilerle yetiniyorlarsa bu CPT’nin etkisizliğini ve tecridin bir parçası olduğunu gösterir.”
 
CPT ile görüşmeler
 
Asrın Hukuk Bürosu olarak yılın belirli dönemlerinde adada yaşanan hak ihlallerine dönük CPT’ye gönderilmek üzere rapor hazırladıklarını dile getiren Raziye, bunu CPT’nin harekete geçmesi için yaptıklarını belirtti. Yine görüşmeler yaparak İmralı’da işleyen süreci aktardıklarını ve takipçisi olmalarını talep ettiklerini söyleyen Raziye, “Aslında biz bir bakıma etkinliğinizi gösterin ve bu tecridin bir parçası olmayın, artık Türkiye açısından bir yaptırım yoluna gidebilirin peşindeyiz. Bu tecridin tümden kaldırılması amaçlı bu görüşmeleri gerçekleştiriyoruz. Talep ettiğimiz bu işkencenin son bulması. ‘Siz raporlarınızda bu kadar yer veriyorsunuz ama buradaki gelişmeler bizim sadece sözlerimizle değil buradaki yasal-hukuki başvurularda dahi görünen bir durumdur. Dolayısıyla sizin bunun önüne geçmeniz gerekiyor’ şeklinde başvurular gerçekleştiriyoruz. Maalesef gelen sonuç sadece raporları açıklamaktan ibaret ama Türkiye’ye bu tecrit durumunu kaldırma gibi kamuoyuna bir açıklaması olabilirdi CPT’nin. Ama böyle bir yola gitmiyor” diye kaydetti.
 
‘Açlık grevleri tecridi teşhir ediyor’
 
Cezaevlerinde tecridin kaldırılması için devam eden açlık grevlerine de dikkat çeken Raziye, “Cezaevlerindeki bu açlık grevleri aslında İmralı Cezaevi’ndeki tecridi teşhir ediyor. Kürt sorunun çözümünü Sayın Öcalan’da gördükleri için, bu barışın kapılarının İmralı’dan doğru açılacağını bildikleri için, kapıyı aralama yönünde bir çabaları söz konusu. Bulundukları yerden kendileri de politik tutsaklar olarak böylece bir ses çıkarma amacındalar. 2013 sürecine baktığımızda 2012’de başlayan açlık grevleri bu süreci başlattı. Yine 2019’da gerçekleşen avukat görüşmelerini kısmi de olsa tecridi kaldırma durumu söz konusu olmaz ama bugün görüşmelerin yapılmasının sebebi Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevleri oldu. Burada tecridi ciddi anlamda teşhir etme söz konusu” dedi.
 
‘Abdullah Öcalan demokratik çözümün sembolü haline geldi’
 
Abdullah Öcalan’ın barış çabasına da değinen Raziye, milyonların iradesini temsil ettiğini kaydetti. Abdullah Öcalan’ın demokratik bir çözümün, onurlu bir barışın sembolü haline geldiğinin altını çizen Raziye, “Sayın Öcalan Kürt sorununun çözümünü ve barışı sağlayacak kişi konumundadır. Zaten açıklamaları sonucunda uyanan yankıya bakıldığında bu durumdaki etkinliği de ortaya çıkıyor. Her ne kadar bulunduğu İmralı Adası içerisinde ne kadar tasfiye edilmeye, sesi kısılmaya, dış dünya ile bağları koparılmaya çalışılsa da Sayın Öcalan her zaman buna karşı bir tavır ve duruş sergilemiştir” ifadelerini kullandı.