‘Makul’ olmayanlara karşı tehdit sopası: Geri gönderme!

  • 09:03 10 Şubat 2025
  • Güncel
İSTANBUL- Savaş ve çatışmalardan dolayı göç etmek zorunda kalan mültecilerin yaşadıkları sorunlara ilişkin değerlendirme yapan ÖHD’li Avukat Ruken Kalın, “Makul ve makbul sınırlarına uymayan, göçmen kadınlara karşı geri gönderme iktidarın bir tehdit sopası olarak kullanılıyor” dedi.
 
İktidarların savaş politikaları, halkları göçe zorluyor. Göç yollarında yaşanan hak ihlalleri, taciz, tecavüz, katledilmenin ardından vardıkları ülkelerde nefret politikalarıyla hedef haline gelen göçmen ve mülteciler yaşam mücadelesi veriyor. Bu saldırıların ilk hedefi olan kadınlar ve çocuklar iktidarın tehditkar politikaları ile her an ülkelerine zorla geri gönderilme ile karşı karşıya kalıyor. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Göç ve Mülteci Komisyonu üyesi avukat Ruken Kalın, göçmen ve mültecilerin yaşadıklarına dair değerlendirmelerde bulundu.
 
Coğrafi çekince şerhi
 
Savaşın ve yarattığı kaosun en çok zarar verdiği kesimin çocuklar ve kadınlar olduğunu belirten Ruken Kalın, kadınların savaş süreçlerinde çıkmak zorunda kaldıkları göç yolunda birçok ihlal ve şiddet ile karşı karşıya kaldığına dikkat çekti. Ruken Kalın, “Türkiye’ye gelen mülteciler, özellikle Orta Doğu'dan gelen mülteciler, Türkiye'nin Cenevre Sözleşmesi'ne koyduğu coğrafi çekince şerhi nedeniyle insani ikamet hakkına sahip olamıyorlar ve mülteci statüsü de kazanamıyorlar. Orta Doğu'dan gelen savaş mağduru yabancılara verilen statüler uluslararası koruma ya da geçici koruma diye geçiyor. Bunlar çok ağır şartlarda veriliyor beyan esas alınması gerektiği halde resmi evraklar isteniyor. Bu resmi evrakları toparlayamadığı için kişiler uluslararası koruma ve geçici korumalara ulaşamıyorlar. Bu statülere sahip olsalar, BM şartları temelinde imkanlar dahilinde eğitim hakkından ve sağlık hakkından faydalanabilecekler ama faydalanamıyorlar. Uluslararası koruma ve geçici koruma altındaki Orta Doğu'dan gelen mülteciler hem geldikleri ülkenin dilini bilmemeden hem de entegrasyonun tam sağlanamamış olması nedeniyle kayıtlı olsalar bile çok büyük bir dezavantaj altındalar. Kayıtsız olduklarında hem mülteci olmanın bütün zorlanmalarını yaşıyor hem de en ufak bir tespitte bir de sınır dışı edilmekle karşı karşıya kalıyorlar” dedi.
 
Kadın göçmenlere geri gönderme tehdidi
 
Göçmenlerin sınır dışı edilme korkusuyla çoğu zaman dışarı dahi çıkamadığını dile getiren Ruken Kalın, “Eğitim haklarına ulaşamıyorlar. Çok ucuz işlerde, çok kötü şartlarda çalışıyorlar. Çocukların tekstil atölyelerinde çalışması sürekli zaten haberlere de yansıyan durum. Ana akım medya dile getirmese de aslında çocuk işçiler normalde çalışmamaları  gerekirken çok ağır şartların olduğu iş yerlerinde iş cinayetleri sonucu maalesef ki hayata veda ediyorlar. Makul ve makbul sınırlarına uymayan, göçmen kadınlara karşı da geri gönderme iktidarın bir tehdit sopası olarak kullanılıyor. Bugün ses çıkarın iki kişi eğer geri gönderilme tehdidiyle geri gönderilmezse yarın ses çıkaran on kişiye dönüşebilir bundan korkuyorlar. 2022 yılının 25 Kasım'ında iki yabancı kadın vardı. Biri Azerbaycan uyruklu, biri de İtalyan uyruklu. Azerbaycan uyruklu burada ikamet hakkı sahibiydi. Aynı zamanda iki çocuğu vardı. İtalyan uyruklu olan kişi de vize muafiyetiyle gelmiş. Kendileri hakkında sınır dışı kararı verildi. Geri gönderme merkezlerinde bekletildiler. İkamet hakkı olan kişinin ikametinin de iptali yönünde bir karar alındı. Savcılık takipsizlik kararı verdi. Kadınlar için alınan sınır dışı kararlarına yönelik de iptal kararları alındı. İşlemler iptal edildi. İtalyan uyruklu olan kollukta başka kadınlara uygulanmaya çalışılan çıplak arama işkencesine şahitlik ettiklerini, oradaki durumları yazıya dökmeyi istediğini de söylemişti. O kişiler üzerine bir direnç kırma gerçekleşmedi aksine onlar daha mücadeleyi kaldıkları yerden devam ettirdiler” dedi.
 
Cezasızlık her alanda
 
Harran Geçici Barınma Merkezi’nde yaşanan taciz, tecavüz, işkenceye yönelik cezasızlık politikasını hatırlatan Ruken Kalın, şöyle dedi: “İktidarın cezasızlık politikası hayatımızın her alanında var. Göçmenler üzerinde de bu cezasızlık politikası en ağır haliyle ilerliyor. Harran'daki cinsel şiddet maalesef ki ilk değil. Daha önce Van'da da yaşanmıştı. Van'da bir kadın mülteci üç geri gönderme merkezinin görevlisini tecavüzüne uğradığını iddia etmişti. Tecavüze yönelik her türlü bulgu vardı ama kişilerden sadece birisi tespit edilmişti. Diğer ikisi tespit edilmemişti. Üç kişinin olduğu iddia edilen bir durumda kadının vücudundan DNA örnekleri alınmamıştı. İşte tırnak arasından alınabilecek DNA örnekleri varken. Dosyada pek çok ihmal vardı. Delil toplama noktasında eksiklikler vardı. Cezalarda ağırlaştırıcı pek çok neden varken bu ağırlaştırıcı nedenler uygulanmamıştı. Geçici barınma merkezleri ve geri gönderme merkezlerinde şiddeti gerçekten bir amaç olarak kullanıyorlar diye düşünüyorum. Kişileri oraya bir şiddet uygulamak için oraya topluyorlarmış gibi hissediyorum.”
 
Türkiye ve çeteler arası ilişki
 
Geçici barınma merkezlerindeki, geri gönderme merkezlerindeki ve cezaevinden çıkan Suriyeli tutsakların çetelerin eline verilmekle tehdit edilmesine dair de konuşan Ruken Kalın, Türkiye ve çeteler arasında ilişkiye değindi. Ruken Kalın, “Bu bir kere olsa hatadır, dikkatsizliktir, yanlışlıktır diye değerlendirebilirdik ama bu sürekli bir durum. Örnek üzerinden veriyorum, sınır kapısının Suriye kısmının çeteler tarafından yönetildiğini artık Türkiye'nin öngörebiliyor olması gerekiyor. Çünkü bu sürekli yapılan bir şey ama buna rağmen hala mülteciler o kapıdan serbest bırakılıyorsa Türkiye'nin de burada bir çıkar ilişkisinin olduğunu görüyoruz. Bir müvekkilim bana geri gönderme merkezindeyken ulaştı. Kişi hakkında örgüt üyeliğine yönelik tahtit kodları vardı. Daha öncesinde kendisine ulaşan kolluk kuvvetlerinin kendisine sürekli Rakka'dan geldiğini, Rakka'daki YPG'ye dahil olan kişiler hakkında bilgi vermesini istediklerini ama kendisinde böyle bir bilgiye sahip olmadığı için kollukla bir işbirliği içerisine girmediğini söyledi. Kollukla işbirliği içerisine girmediği için kişinin üzerine tahdit kodları uygulandı. Türkiye de YPG'deki kişilerin ifşa etmeyen, işbirliği içerisinde olmayan kişilere örgüt üyeliği üzerinden tahdit kodları uygulayıp, sonrasında çetelerin olduğu yerlerde serbest bırakmaları, buradaki diğer kişiler üzerinde bir tehdit unsuru. Benim dosyam değildi ama bir avukat arkadaş söyledi, YPG ile ÖSO'nun çatıştığı noktalarda YPG’ye dahil olan Arap uyruklu bir kişi, örgüt üyeliğinden ve aynı zamanda devletin bütünlüğüne ve güvenliğine karşı suç işlemiş olma hasebiyle de cezalandırılmış. Bu çok tuhaf gelmişti bize. Bu şu demektir o zaman ÖSO bu ülkenin mi ordusu o zaman diye sormak gerekiyor” ifadelerini kullandı. 
 
Uluslararası mekanizma çalışıyor mu ?
 
Uluslararası mekanizmaların mülteci ve göçmenlerin yaşamlarının, haklarının korunması açısından işletilmediğine dikkat çeken Ruken Kalın, “Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği var. Türkiye'de de bir temsiliyeti var. Birleşmiş Milletler'in özellikle mülteciler özelindeki çalışmaları tamamen mültecilerin Türkiye'de kalması, Türkiye'den Avrupa'ya geçişlerinin engellenmesi üzerine olduğu için komiserlik de gereği gibi çalışmıyor. Sadece fonlama gerçekleştiren bir birim olarak kalıyor. Kadına karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması sözleşmesi CEDAW var. Çocuklar için LAHEY, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Çocuk Hakları Bildirgesi var. Ama maalesef ki sözleşmenin varlığı ya da kanun medeninin varlığı tek başına yeterli değil önemli olan uygulanabilmesi. Anayasa 90’ncı maddede amir bir hüküm var. Eğer uluslararası sözleşme ile iç hukuk normu birbiriyle çelişiyorsa ve uluslararası sözleşme iç hukuk normuna göre daha fazla hak tanıyorsa, uluslararası sözleşmenin uygulanması gerekiyor. Ama maalesef ki bizim ülkemizde bazen anayasanın uygulanmadığı, bazen uluslararası sözleşmelerin uygulanmadığı, bazen çok basit kanunların uygulanmadığı durumlar yaşıyoruz. Bu uygulama sonucunda yine bir yaptırım uygulanmıyor. Uluslararası sözleşme ihlal edildiğinde hukuk yolları tüketildikten sonra Anayasa Mahkemesi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidiliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ihlal kararı veriyor. Bu ihlal kararına istinaden tazminatlar veriyor. Ama söz konusu ihlal kararını alana kadar hem Türkiye'deki iç hukuk yollarının tüketilmesi süreci, sonrasında Anayasa Mahkemesi süreci, sonrasında AİHM süreci derken zaten 10 yıla yayılan bir süreçten bahsediyoruz” dedi. 
 
Yargı ve kolluğun yaklaşımı
 
Türkiye’deki yargı sisteminin, mahkeme heyetinin mültecilere ve göçmenlere nasıl yaklaştığına dair aktarım yapan Ruken Kalın, kişilerin hangi ülkeden geldiğinden bağımsız temel insan hakları üzerinden adalete erişim hakkının olması gerektiğinin altını çizdi. Ruken Kalın, şunları dile getirdi: “Libya uyruklu bir müvekkilim için karakola gittiğimizde müvekkilim tercüman aracılığıyla hastaneye götürülürken dublo tipi aracın arkasındaki bagaj kısmına koyulduklarını söyledi tercüman ‘senin kendi ülkende konuşmaya hakkın yoktu gelmiş burada insan hakkından bahsediyorsun’ dedi. Ahlaksızca bir tutum. Bir kadın uğradığı bir cinsel saldırıyı ya da ev içi şiddeti şikayet etmek için gidiyor. Polis ‘senin ülkende sanki böyle değildi bu adam’ diyor. Mahkemeye çıkıyorsun, müşteki ya da sanık fark etmiyor derdini anlatabilmen gerekiyor ama sürekli ‘tamam tamam kısa kes’ diyorlar. Sanki bu kişiler ilk defa Türkiye'ye adım attıklarında bir kanunla tanıştılar daha önce bu kişilerin hiç hakları, hukukları yokmuş gibi bir davranış içerisindeler.”
 
Göç ve Mülteci Komisyonu
 
Ruken Kalın, son olarak “Bizim ÖHD olarak Göç ve Mülteci Komisyonumuz var. Hem iç göç hem de dış göç alanında çalışıyoruz. En temel çalışma alanımız bu kişilerin neden göçe itildikleri. Meriç Nehri'ndeki geri itilmeler sonrası hukuki destek durumumuz var. Rojavalı tutsak müvekkillerimiz var. Onun dışında tarafımıza ulaşan ayrımcılığa, ırkçılığa, nefret söylemlerine maruz kalan yabancılar üzerinde bir çalışma yürütüyoruz” dedi.