Fecriye Benek: Gri kentte olan sadece bedenimdi!

  • 09:03 12 Nisan 2020
  • Kültür Sanat
MARDİN - Bayburt Cezaevi’nde tutulan siyasi tutsak Fecriye Benek, Şengal direnişini konu alan "Masumiyet Utandı Kendinden" adlı ilk romanına ilişkin yaptığı değerlendirmede, "Satırlarda ilerlerken kah acılarında gözyaşı, kah umutlarında yaşam tebessümü oldum. Tüm varlığımla ordaydım. Gri kentte olan sadece bedenimdi" diyor.
 
Kadın olmak zor. Hele ki her gün artan kadın katliamları, taciz ve tecavüzler karşısında kadın olmak çok daha zor. Bu zorluk ve tehlike tehdidi altında kadın olmayı başarabilen kadın öyküleri karşımıza çıkmaya devam ediyor. "İnsan kadın olarak dünyaya gelmez, zamanla kadın olur" diyen ünlü Fransız düşünür Simone de Beauvoir de kadın olmanın farkındalık ve farklılığına vurgu yapar. Dünya, sayısız kadın mücadelesine bir örnek oluştururken, yaşamını dört duvar arasında geçiren nice kadını da unutmaz. Cezaevleri yüzlerce kadın tutsağı içinde barındıran bir mücadele alanı haline geldi. Kadınlar, rutubetli duvarları mora bürüyerek direnişin temsili oluyor. Cezaevinden bir direniş çığlığı da "Masumiyet Utandı Kendinden" diyerek bir destanı güçlü kalemiyle beyaz sayfalara akıtan tutsak Fecriye Benek'ten yükseldi. Bayburt Cezaevi’nde tutulan Fecriye kitabını yazmaya başlama sebebini ve o süreçte yaşadıklarını anlattı.
 
Hayali Mem u Zin'i sanata akıtmak 
 
1974 yılında Şırnak Uludere ilçesinin Hilal beldesinde, 12 çocuklu bir ailenin 8'inci çocuğu olarak yaşama gözlerini açan Fecriye, evin küçük, nazlı ve asi kızı olarak büyür. Yaşamı, hep büyük bir merakla sorgulayan Fecriye, kendini bir arayış deryasına atar. Henüz 14'ünde bir çocukken arayış deryasının bir yüzücüsü olma kararıyla evden ayrılır. Yaşamını bu noktadan sonra farklı bir atmosfere dahil eden Fecriye, özgürlüğü haykıran bir kadın olur. 1993 Kasım'ında Antalya'da polislerce gözaltına alınır ve 20 gün boyunca ağır işkencelere maruz bırakılır. İnsan bedeninin kaldıramayacağı işkenceleri kadın direnişi ve ruhuyla karşılayan Fecriye çevresinde "direnen kadın" olarak tanınır. Maruz bırakıldığı ağır işkencelerin ardından tutuklanarak cezaevine gönderilir. Cezaevinde 9 yıl kaldıktan sonra toprağa ayak basan Fecriye, yarım kalan "sanat" hayalini gerçekleştirmek umuduyla Cizre'ye gelir. Hayalinde Mezopotamya’nın kadim topraklarında bir sanat ve kültür evi açmak vardır. Bu hayalini gerçekleştirebilmek için "Mem u Zin"  destanının meskeni olan Cizre'yi seçer. 
 
Cizre'de yürüttüğü çaba ve çalışmaları sonucu Mem u Zin Kültür Merkezi'ni açarak sanat yürekli genç ve çocukları bir araya getirir.
 
Tekrar tutuklandı
 
Mem u Zin Kültür Merkezi'ni açarak sanata dair hayalini gerçekleştiren Fecriye tekrardan yeni bir tutsaklık süreci ile karşı karşıya kalır. 2012 yılında tutuklanan Fecriye sırasıyla Diyarbakır, Siirt ve Bayburt cezaevlerinde kalır. Halen Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Fecriye, 3 Ağustos 2014 yılında DAİŞ tarafından işgal ve istila edilen Şengal'e olan duygularını mürekkebe akıtır. Tarihe adını "Şengal Direnişi" olarak not eden direnişte, binlerce insan yaşamını yitirir ve yine binlerce Êzidî kadın kaçırılarak cinsel saldırıya maruz bırakılarak pazarlarda satılır. Bir vahşet ve yanı sıra direniş timsali olan Şengal için  "Masumiyet Utandı Kendinden" der ve yazmaya koyulur Fecriye.
 
İki sebep kitabı yazdırdı
 
"Kendime 'Sen Kimsin?' diye sorduğumda: Hiç kimse! Lakin kimse olmaya ve özgürlüğün mor deryasında duru bir damla olmaya gayret ediyorum" sözüyle tanıtır kendini "Masumiyet Utandı Kendinden" adlı yapıtında. Bu çalışmayı, çok ağır bir duygu ve hissiyat atmosferinde yaptığını söyleyen Fecriye, "Şengal tufanıyla hayatım boyunca, zihnimi ve yüreğimi büyük bir acıyla uyandıracak olan iki sarsıcı kesit var!" diye kaydediyor. Fecriye, "Biri 'tufan' diye tanımladığım Özgürlük Bilge'sinin uluslararası yamyamlarca esir alınışıdır. İkincisi ise tarihin kalbine simsiyah bir leke olarak düşen 3 Ağustos 2014 tarihinde Êzidî halkımıza uygulanan 74'üncü fermandır" sözleriyle anlatır kitabını ele alma sebebini. Tufanı ve fermanı zindanın gri atmosferinde karşıladığını dile getiren Fecriye, insanlık adına insan olma vasıflarından utandığı azaplı bir süreç olduğunu belirtiyor.
 
'7 bin kadının kaçırılışı, kadın bilincimi kor ateşe dönüştürmüştü'
 
Fecriye, kitabı yazmayı kendine bir borç olarak bellediğini söyleyerek, duygularını şu sözlerle ifade ediyor: "Cümle cihanın en masum varlığı olan Êzidî halkımıza reva görülen toplum kırım cinayetiyle birlikte artık silinmez iki hüzünlü imgedir yüreğimin evinde. Şengal'in bedeninde işlenen toplum-kırım senemonisi karşısında ruh ve beden bütünlüğüm, her an derin acının azabıyla sarsılıyordu. Yere, göğe sığamaz olmuştum. Tarif, tanım bulamaz olmuştum. Sözlerim yüreğimde üşüyordu... Ben bana ağır geliyor, ben bana sığamaz olmuştum. Çağın en hoyrat ve acımasız kıyımına karşı bir kadın olarak, bu kıyım cenderesinde en çok kadını acıtan döngü karşısında, tutsaklık koşullarında 'ne yapabilirim'e dair zihnim ve ruh iklimim kasıp kavruluyordu. 7 bin kadının kaçırılışı, kadın bilincimi kor ateşe dönüştürmüştü. Êzidî kadınlarına, çocuklarına karşı, özgürlük arayışına çıkmış bir kadın olarak kendimi borçlu hissettim. Lakin bu bir şey yapabilmenin imkansızlığı değildir gayesine kilitlendim. Tek gayem acımasız kıyım trajedisini satırların ruhuyla görünür kılıp tarihe teslim etmekti. Bunun için bütün kadın duyarlılığımı ayağa kaldırdım. Zihnimi düşünsel bir isyana dönüştürdüm."
 
'Özgürlük efsanevi direnişin yarattığı dirilişti'
 
Fecriye, kendisini yazmaya sevk eden ve tutkulu kılan diğer cezbedici imgenin ise büyük trajediyi iyileştiren 7 kişilik insanlık ordusu ile tarihi direniş olduğunu kaydediyor. Fecriye, 7 kişilik bu ordunun 200 bin insanı DAİŞ illetine karşı, canlarını kalkan ederek koruyup kurtarmasının kendisini etkisi altına alan bir durum olduğunu ifade ediyor. Fecriye, "İmkansızlıklar içinde bin bir engeli aşarak yaşam umudunu en kritik eşikte yeşerten özgürlük gerillasının fedai ruhu, ölüyü diriltir düzeyde efsanevi direnişin yarattığı dirilişti... İşte özgürlük gerillasının öncülüğünde gerçekleşen var oluş mücadelesi ki Êzidî halkımız için bir ilk olan, bu nazik ve kudretli dirilişi görünür kılmak tek gayem olmuştu adeta!.. Ki, Şengal'de Sincar Dağı’nın şahitliğinde Kürt özgürlük gerillasının oynadığı tarihi rol, hakikatin gözüyle bir gün beyaz perdeye aktarılırsa, yer yerinden oynar ve tüm cihan sarsılır" diye belirtiyor.  
 
'Roman yazmak ruh derinliği ister'
 
Bu tarihsel kesitin büyük acısı ve büyük direniş öyküsünü nasıl dile getirmeli sorusunun kendisini mecalsiz bıraktığını belirten Fecriye, daha önce öykü, makale gibi yazınsal çalışmalarının olduğunu fakat roman yazacak güce sahip olmadığını aktarıyor. Fecriye, düz yazı veya araştırma tarzındaki yazımsal çalışmaların Şengal'de yaşanan vahşeti etkince ifşa edeceğine inanmadığını ancak roman formatıyla yazılması gerektiği inancında olduğunu vurguluyor. Bunların yanı sıra roman okumanın çok kolay fakat yazmanın zor olduğunu kaydeden Fecriye, birikim, azim ve ruh derinliği talep eden bir çalışma olduğuna dikkat çekiyor.
 
'Hakikatin metoduyla bir sesi konuşturdum'
 
Fecriye, yazmaya başlamadan önce Êzidî halkına dönük onlarca yapıt okuduğunu da sözlerine ekliyor. Kitabının yazınsal tarzına dönük değerlendirmelerde bulunan Fecriye, "Acının derin sarsıntısı, direnişin mucizevi gücü beni yazma eyleminde cüretkar kıldı. Ana akım tarihçilerin, bilimcilerin ve İslam maskeli teologların, Êzidî halkımızın neolitik özlü toplumsal değerlerini, Zerdüşti felsefesini, mitolojik inancını illetlice çarpıtması ve haklat garibesi gibi servis edilmesine karşın 'söz hakikatin'  metoduyla romanın akışında bir sesi konuşturdum. Okuyucu bu sesi, özgürlüğün veya demokratik değerlerin hakikat sesi olarak yorumlayabilir. Ses, serbest ve kinayeli bir dille soykırımcıları sorguya çekiyor, çarpıtmayı ifşa ediyor ve hakikati serinliyor" diyor.
 
'Hakikatin gözüyle topladığım gerçekler çok yakıcıydı'
 
"Masumiyet Utandı Kendinden"  adlı kitabında "Söyleyin bana! Gecenin karanlığında, ansızın acıya giyinmek ve bedenin bile dar geldiği ruhu duyumsamamak nedir bilir misiniz?" diye soran Fecriye şunları dile getiriyor: "Her şeyden önce yitip giden nice canlara saygı ve bağlılık gereği yazma süresi boyunca muazzam bir yaşam disiplinini ruh ve bedenime uyguladım. Yazma süresi 9 ay sürdü. Her yönüyle beni terbiye eden bir çalışmaydı. Her satırına ruhumu, bilincimi katık etmeye çalıştım. Hakikatin gözüyle topladığım gerçekler çok yakıcıydı. Okunabilsin diye sözün anlam kudretiyle giydirmeye çalıştım. Duyumsamadığım ve hissiyatından pay almadığım tek bir satıra yaşam hakkını tanımadım. Satırlarda ilerlerken kah acılarında gözyaşı, kah umutlarında yaşam tebessümü oldum. Tüm varlığımla ordaydım. Gri kentte olan sadece bedenimdi."