Abdullah Öcalan ile son görüşmeyi anlattı...

  • 09:01 6 Ağustos 2023
  • Güncel
 
Şehriban Aslan
 
AMED - Abdullah Öcalan ile son avukat görüşmesini gerçekleştirenlerden Newroz Uysal, “5 yılı aşkın süredir sistematik bir şekilde disiplin cezaları ve avukat yasaklama kararları verilmektedir. Bu sadece hukukun sorunu değil aslında bugün Türkiye’de yaşayan herkesin sorunudur” dedi.
 
İmralı’da 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana ise hiçbir haber alınamıyor. En son 7 Ağustos 2019 tarihinde yapılan avukat görüşmesinin ardından şu ana kadar yapılan hiçbir başvuruya olumlu yanıt verilmedi, yasalarla güvence altında olan görüşme hakkı keyfi disiplin cezaları ile engellendi.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatı ve aynı zamanda Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Şirnex Milletvekili olan Newroz Uysal, en son 7 Ağustos 2019 tarihinde yaptıkları görüşmeye ve tecride dair JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
 
“Sayın Öcalan’la 2019 Mayıs ayından Haziran ayına kadar gerçekleşen 5 avukat görüşmesi aslında 24 yılı geride bırakan İmralı tecrit sistemin anlaşılması açısından önemli bir dönemeç.”
 
* PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecrit sürüyor. Ve avukatı olarak en son 7 Ağustos 2019’da ziyaret gerçekleştirmiştiniz. Son görüşmeyi biraz anlatır mısınız?
 
Sayın Öcalan’la 2019 Mayıs ayından Haziran ayına kadar gerçekleşen 5 avukat görüşmesi aslında 24 yılı geride bırakan İmralı tecrit sistemin anlaşılması açısından önemli bir dönemeç. Kamuoyunun bildiği üzere 27 Temmuz 2011 tarihinden sonra fiili avukat yasaklamaları başladı ve 8 yıl boyunca hiçbir avukatın görüşmesine izin vermediler. 2015 diyalog sürecinde dahi hiçbir avukatın Sayın Öcalan’la ve diğer müvekkilleriyle görüşmesine izin vermediler ve 8 yıldan sonra ilk avukat görüşmesini gerçekleştirdiği ile son avukat görüşmesini gerçekleştirdiği son 5 görüşmeyi anlayabilmek adına bu görüşmeye giden atmosferi biraz açmakta gerek olduğuna inanıyorum, hem tarihsel olarak hem de sürecin yarattığı o tabloyu anlayabilmek adına. 2018’de HDP Milletvekili Sayın Leyla Güven şahsında bir açlık grevi başlayacağı duyurusu yapıldı. Açlık grevine başlandıktan sonra hem Türkiye’deki cezaevlerinden hem Kürdistan’ın diğer parçalarından hem de dünyadaki hemen hemen her coğrafyadan binleri bulan insanlar açlık grevine girdiğini duyurdu. Ve bu gittikçe yayıldı, nihai olarak ölüm oruçlarına döndü. Avrupa’da kimi eylemselliklerle birlikte 7 kişinin yaşamını yittirdiği bir süreçte bizler ilk görüşmeyi 2 Mayıs 2019 tarihinde gerçekleştirebildik. Bu görüşme de yine avukat ve süre sınırlaması şeklinde oldu. Hiçbir şekilde yazılı evrak götürüp getiremediğimiz, not alamadığımız, devletin yetkililerinin hazır bulunduğu ve adada kalan diğer 3 kişi ile görüşemediğimiz bir süreçte gerçekleşti.
 
Tarihi 7 maddelik bildiri
 
İlk görüşmeden son görüşmeye kadar her bir görüşmemizde Sayın Öcalan’ın kamuoyuna mesajları olmuştu. 2 Mayıs’taki ilk görüşmede halen gerçekliğini, güncelliğini koruyan 7 maddelik bildirisi kamuoyuna yansımıştı. Orada bu 7 maddelik bildiride toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere yöntemleri, onurlu bir barış gibi çok temel konular yer aldı. Kuzey Doğu Suriye’ye dönük önerileri ve siyasi partimiz, buradaki halklara dönük kendi İmralı duruşunu tarifleyen bir bildirisi gibi hala demokratik siyaset açısından temel alınması gereken bir bildiri olarak önümüzde duruyor. Diğer 2 görüşmemiz 22 Mayıs-12 Haziran görüşmemiz açlık grevlerinin sonlanıp sonlanmaması, sonlandıktan sonraki sağlık koşulları kamuoyuna yönelik Sayın Öcalan’ın mesajlarının alınması karşılığına dönük gerçekleşmişti. 18 Haziran 2019 görüşmesi de benzer şekilde üçüncü yol siyasetini korumaya dönük, partimize dönük bu kadar yoğun eleştirilerin olduğu bu süreçte o dönemden bugünü görebilen bir öngörünün yine kaynağı olarak HDP’ye ve kamuoyuna dönük bir mektubuydu. Bu mektupta demokratik siyasetin önemine, demokratik uzlaşı ve anayasal çözüm sacayağına atıf yapan ve demokratik ittifak zemininin güncel seçim tartışmalarına heba edilemeyecek kadar tarihsel önemine atıf yapan bir mektuptu.
 
“7 Ağustos konusundaki Sayın Öcalan’ın çağırısı ne devlet tarafından ne de demokratik kamuoyu tarafından gerçek anlamda değerlendirilemedi, cevaplandırılmadı ve yeni bir çatışma süreci başlamış oldu. O günden bu güne kadar ağırlaşan tecrit her anında her döneminde aynı zamanda ağırlaşan savaş ve çatışma koşulları, ağırlaşan çözümsüzlük anlamına gelmektedir.”
 
Bu görüşmelerin sonucunda her bir görüşme kendi içerisinde çok tarihsel ve önemli mesajlar içerdi. 7 Ağustos tarihli son görüşmemiz ise çok ağır bir savaş ya da çatışma ihtimali olan bir ortamda gerçekleştirildi.  5 ve 7 Ağustos arasında ABD’li askeri yetkililerin Türkiye’ye gelip aslında Kuzey ve Doğu Suriye’deki, Rojava’daki özel güvenlik bölgelerini tespit edebilecek mutabakat görüşmeleri gerçekleştiği günlerdeydi. Biz görüşmeye gittiğimiz gün aynı zamanda mutabakat kamuoyuna paylaşılacaktı. Görüşmeye başladığımız andan itibaren olası bir çatışma ihtimaline dönük kaygılarının olduğunu, Kürt-Türk savaşının başlamamasına dönük uyarılarının canlılık arz ettiği bu görüşmede, olası bir çatışma ihtimalinin yüzlerin, binlerin canına mal olabileceğini; ağır bir yıkım ve ekonomik krizlere sebep olabileceğini bunlara sebep olmaması adına kendisi bir çağrı yaparak; imkân verilmesi halinde bir haftada çatışma ihtimalini sonlandırabileceği güçte olduğunu ifade eden bir görüşmeydi.
 
Biz bu görüşmeden çıktıktan sonra tabi ki ABD’li yetkililer ve Türk yetkilileriyle mutabakat sağlandığı ve belirli noktalarda uzlaştığı kamuoyuyla paylaşılmıştı. O süreçten sonra son görüşmemiz Sayın Öcalan’ın son çağrısı ve bu çatışma ve savaş ihtimalinin altını çizerken tam da Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarılıp uluslararası komplonun başladığı tarih olan 9 Ekim 2019 tarihinde bu mutabakatın gereği yerine getirildi. Kuzey ve Doğu Suriye’de, Rojava’da, Girê Spî, Qamişlo ve Serekaniyê’de işgal saldırıları başlamıştı. 7 Ağustos konusundaki Sayın Öcalan’ın çağırısı ne devlet tarafından ne de demokratik kamuoyu tarafından gerçek anlamda değerlendirilemedi, cevaplandırılmadı ve yeni bir çatışma süreci başlamış oldu. O günden bu güne kadar ağırlaşan tecrit her anında her döneminde aynı zamanda ağırlaşan savaş ve çatışma koşulları, ağırlaşan çözümsüzlük anlamına gelmektedir.
 
“İmralı tecrit sistemini var eden Türkiye’yi bu sistemin uygulayıcısı haline getiren bugün halen güncelliğini koruyan bir uluslararası siyaset ve uluslararası konsensüs kabulü var.”
 
* O günden bugüne tecridin ağırlaştırılarak sürmesi, Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu özgülünde halklarda, kadınlarda nasıl etki yarattı?
 
Bunu, 25 yıllık tecrit tarihi içerisinde ele almamız gerektiğini düşünüyorum. İmralı tecrit sistemini var eden Türkiye’yi bu sistemin uygulayıcısı haline getiren bugün halen güncelliğini koruyan bir uluslararası siyaset ve uluslararası konsensüs kabulü var. Bu konsensüs sadece İmralı tecridinde Sayın Öcalan üzerinde hukuksal süreçlerin ya da dış dünyayla temasını değil aynı zamanda Kürt sorunundaki çözümün hem 4 parça Kürdistan’dan hem de Ortadoğu’daki geleceğini belirleyen, bu geleceği belirlerken siyasi partilerden toplumun kendilerine siyasi örgütlere; askeri, ekonomik, diplomatik her alana temas eder. 25 yılık tecridin yaratmış olduğu tüm sonuçlara baktığımızda; Kürtlere dönük tam da Lozan’ın 100’üncü yılında Kürtlere kader olarak sunulan inkâr, soykırım, varlığını kabul etmeme politikalarının bir yansıması ve Sayın Öcalan’ın ifade ve temsil etmiş olduğu değerler üzerinde yaşanan, tecridin ta kendisi. Aynı zamanda kendisinin tecrit edilmesi ve yok edilmesidir. Nedir bu değerler? Halklar açısından bakacak olursak inkâr ve soykırım, katletmeye karşı halkların bir arada özgür bir şekilde yaşayabilmesi ve kendi varlıklarını, dillerini, kültürlerini koruyarak var olabilmesi demektir.
 
“Sayın Öcalan’ın tecridi aynı zamanda çözümün ve kadınların özgürlük arayışına ve siyasetine karşı tecrit olarak görebilmek gerek.”
 
Kadınlar açısından nedir bu değer? Sayın Öcalan’ın kadın özgürlüğü noktasında ne kadar temel ve öncellikli olduğunu kamuoyu çok iyi biliyor. Bizlerce de sıkça tarif ediliyor ve Sayın Öcalan özgür olmayan bir kadının özgür bir topluma asla erişemeyeceğini ifade ediyor. En son 2019 yılında avukat olarak gerçekleştirdiğimiz görüşmede Sayın Öcalan’a, “Tekrar kitap yazacak mısınız, bir hazırlığınız var mı” sorumuza, “Hayır yazabileceğim her şeyi yazdım, sadece kadınlar için yarım kalan sözüm var” sözüyle bunu çok net olarak görebiliriz. Sayın Öcalan’ın tecridi aynı zamanda çözümün ve kadınların özgürlük arayışına ve siyasetine karşı tecrit olarak görebilmek gerek. Bu noktada tabi ki bunu ele alırken Sayın Öcalan’ın tecrit sürecinin tamamında halklar nezdinde ortaya çıkan kazanımları yok sayabiliriz ki bunun en büyük örneği Rojava ve Rojava’da ki ortaya çıkan tablo… Bu kadar saldırı ve çatışma hali Sayın Öcalan üzerinde ki tecritle bire bir bağlantılı ve birbirini tamamlayan en azından bu uluslararası sistemi var edenler açısından birbirini tamamlayan aynı bütünün birer parçalarıdır. Bugün Rojava’da ortaya çıkan paradigmanın yaşam bulması, statüsüzlüğü kabul etmemeye dönük tüm siyasal diplomatik çabalar, yine 7 Ağustos’tan 9 Ekim’e giden süreçte ve 9 Ekim’de yoğun çatışmalı bir süreçten sonra; halen İHA ve SİHA’larla her gün hedef alınması… Ve bu hedeflerin içinde en çok kadınlar yer alıyor. Bu hem askeri SİHA’larla, hem suikastlarla hem de kadın siyaseti kadın öncülüğü çıkarların hedef alınması tam da tecrit ile hedeflenmek istenen amacın somut olarak hayata geçilmesidir. Bu nedenle aslında tecridin varlığı kadın özgürlüğüne baskının ve cevabın farklı bir yansımasıdır.
 
Kadınlar yeni dünyanın öncüsü Lozan’a karşı bugün Kürdistan’da ve dünyanın her yerinde öncülüğünü yaparken bugün Ortadoğu’da “Jin jiyan azadî” sloganı üzerinden Sayın Öcalan’ın fikriyatının yaşam bulduğu bu noktaya baktığımızda; tüm saldırılara rağmen Sayın Öcalan’ın İmralı duruşunu koruyarak orada bir barış direncini, savaşa karşı barış çizgisini sağladığını görüyoruz. Kadınlar da bugün kadın özgürlüğüne, kadın köleciliğine dönük tüm mücadele alanlarında benzer bir mücadeleyi göstermektedir. Tam da bu nedenle Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin kırılması aynı zamanda kadınların, halkların Ortadoğu’da ve dünyada vermiş olduğu mücadelelerin sonuç alması noktasında birebir etkilidir.
 
“Bugün CPT, Avrupa Konseyi BM her ne kadar hukuksal bağlarla bağlı hukuksal sistemler olarak ifade edilse de bizler hukuksal görevlerini yerlerine getirmelerini beklesek de oluşturulmuş olan bu siyasal akıldan bağımsız bir biçimde hareket edemediklerini görüyoruz.”
 
* Tecride karşı ulusal ve uluslararası çok sayıda girişim oldu. Bu girişimler şimdiye dek olumlu sonuçlanmadı. Buradan, tecridin uluslararası mekanizmalar eliyle de sürdüğü söylenebilir mi?
 
Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin ne Türk hukukuna ne de uluslararası sözleşmelere uymadığını görebiliriz. Tecritteki ısrar yılları aşan sistematik biçimi insanlığa karşı bir suç olduğunu, AİHM 2014 kararına göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının işkencenin tam da kendisi olduğunu ve yine Birleşmiş Milletler’in (BM), en son Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) 2019 ziyaretinden sonra vermiş olduğu incommunicado tespitleri ve BM’nin derhal avukatlarıyla görüşme biçimindeki kararları bakımından ele aldığımızda; hukuksal olarak tamamen ulusal ve uluslararası normlara aykırı bir tecrit ile İmralı tecrit sistemi karşımızda var. Yani hukuki olarak ulusal olduğu kadar bir de uluslararası boyutu var. Avrupa Konseyi’nde BM’nin hukuksal ve icrai organlarına karşı yapılan başvurularda birçok girişim olduğunu bizler biliyoruz. AİHM başvuruları, CPT’nin ziyaret etmesine yönelik başvurular ve çağrılar, bunlara hukuksal temelde belli noktalarda raporlarda, kararlarda yer verilse de ne bu karar ve raporların gereği yerine getiriliyor, ne etkili bir takip söz konusu ne de bu kararları icra eden Bakanlar Komitesi gibi kurumların görevini varoluş gerekçelerini ya da prosedüre uygun bir biçimde işletmediklerini maalesef görüyoruz. Ulusal ya da uluslararası siyaset ve diplomaside de benzer biçimde kendini görüyor.
 
Bugün CPT, Avrupa Konseyi BM her ne kadar hukuksal bağlarla bağlı hukuksal sistemler olarak ifade edilse de bizler hukuksal görevlerini yerlerine getirmelerini beklesek de oluşturulmuş olan bu siyasal akıldan bağımsız bir biçimde hareket edemediklerini görüyoruz. Bu, girişimlerinin tamamının belli bir noktada durduracağı ya da hiçbir zaman sonuç vermeyeceği demek değildir.
 
Tam tersine oluşturulan bu akla karşı, bu düzene karşı ulusal ve uluslararası her alanda var olan bu çalışmaların, girişimlerin büyütülerek genişleterek farklı biçimlerde daha da etki edebilecek bir düzeye getirilmesiyle aynı zamanda mümkündür. Bunu yaparken de biraz önce de 25 yıllık İmralı tecridini ifade ederken de söyledik; bugün dünyada başka bir ülkede benzer biçimde farklı bir ulusal mücadelenin ya da halkların lideri olarak görülen bir siyasi tutsağın benzer bir süreçte olduğu gerçekliği karşısında çok daha başka bir tabloyla karşılaşabileceğimiz açık ve nettir.  Sayın Öcalan üzerindeki bu kadar ağır koşullara rağmen ulusal ve uluslararası kurumlardan sonuç alıcı bir evreye getirilememesinin nedeni sadece bu kurumların bu gerçekliğe denk bir ciddiyeti sağlamaması değil; aynı zamanda bu sistemi oluşturan siyasi hegemon güçlerin burayı da belirleyebilecek düzeyde etkili olmasından kaynaklıdır.
 
“Kesinlikle ama kesinlikle Sayın Öcalan'ın hukuki hakları ailesiyle, avukatıyla, vasisiyle görüşme, telefon hakkını kullanma, mektup alışverişinde bulunma, televizyon ve radyoya erişimi bunlar pazarlık konusu edilebilecek bir şantaj aracı haline gelebilecek uygulamalar olmaktan tamamen çıkılmalıdır.”
 
* Siyaseten, ağırlaşan tecride karşı ne yapılmalı? Yeşil Sol Parti bunu için bir planlama hazırlığına giriyor mu?
 
Devletin çözümsüzlük noktasındaki ısrarının sonuçlarını toplumda, siyasette, Ortadoğu’da, dünyadaki sonuçlarından azade bir biçimde ele aldığımızda çok dar ve sadece hukuk alanına sıkışan bir mücadeleyle kendimizi sınırlarız. Kesinlikle ama kesinlikle Sayın Öcalan'ın hukuki hakları ailesiyle, avukatıyla, vasisiyle görüşme, telefon hakkını kullanma, mektup alışverişinde bulunma, televizyon ve radyoya erişimi bunlar pazarlık konusu edilebilecek bir şantaj aracı haline gelebilecek uygulamalar olmaktan tamamen çıkılmalıdır. Eşit, ayrımcısız bir biçimde tüm yasal hakları tanınmalıdır. Bu yasal hakların tanınmama gerekçesi olan siyaseten bu noktaya getirilen düzeyde aslında bu çözümsüzlük siyasetinin tüm parçaları olan bugün askeri operasyonlar, sınır ötesi kimyasal silahların kullanılması, belediyeye kayyım atanması, kadınlara dönük şiddet vakaları, eşbaşkanlığa olan saldırılar, doğa katliamları, Akbelen ile Cudi yangınları günlerdir gündemde. Yapılanlara bir bütünen baktığımızda ve gördüğümüzde buna denk gelecek anlamda bütüncül mücadeleyi gerçek anlamda verebilmiş olacağız. Ayrıca şu anki Türkiye siyaseti bugün partimizi her ne kadar hedef olarak önüne koymuş olsa da içerisinde bulunduğu mevcut koşullar itibariyle bu kadar bütüncül, bu kadar bir arada siyaset yürütebilme tarzına halen erişmiş değiliz. Bu nedenle Sayın Öcalan üzerindeki tecridin ağırlığı, aciliyetinin farkına varacak kısa vade ve orta vadede adımlar atılması gerektiği çok nettir. Buna dönük geçmişte farklı çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri hukuk örgütleri farklı imza kampanyalarıyla, farklı deklarasyonlarla barolar yaptı. Kadınlar birçok çalışma, konferans, panel, çalıştay düzenledi. Yine partimizin öncülüğü olan beraber aynı gelenekten gelen HDP'nin geçmiş dönemde Gemlik yürüyüşü ve yine Adalet Bakanlığı önündeki eylemleri ve Adalet Bakanlığı’nı ziyaret noktasındaki birçok başvurusu gerçekleşmişti. Buna dönük birçok somut adım atıldı ve atılamaya da devam ediyor.
 
“Sayın Öcalan üzerindeki tecrit gündelik, dönemsel gerekçelere, politikalara sıkıştırılabilecek ve dönemsel bir mücadele hattı olarak görülmemelidir. Şu ana kadar yapılan ama tamamen etkin bir şekilde yeteri kadar gelişemeyen örgütlü, kararlı, net ve sürekli bir talep ve politik siyasal mücadele yürütebilmek gerekir.”
 
Ancak bunların gerçek anlamda sonuç alınabilir olunabilmesi için aynı zamanda uluslararası boyutu, diplomatik boyutu ve bu tecridin devamında rol oynayan BM, Avrupa Konseyi, AİHM, CPT, Bakanlar Komitesi, aynı zamanda siyasal temsiliyeti olan kurumlara dönük bir siyasal mücadele hattı örülmesi gerekir. Bunun için Sayın Öcalan’ın 2014 yılındaki ağırlaştırılmış hapis cezası kararı bugün binleri etkilemektedir. Toplumsal, aynı zamanda siyasal ana bir talep halinde gerçekleşmesinin bir nedeni de Sayın Öcalan'ın üzerindeki tecrit ısrarıdır. Bugün Bakanlar Komitesi 8 yılı geride bırakmıştır. Bunun gerçekleşmesini sağlayabilecek, demokratik siyasal basınç yaratabilmek bunun talebini yükseltebilmeyi ya da BM kararının uygulanması noktasında bugün belki bizler aracılığıyla kısılan ölçüde ilişkilendirilen ama asıl olan, alanında ısrar eden siyasal akla karşı, siyasal mücadele yürütebilmektir. Bunun uygulanışını da devlete karşı yürütülen hukuksal mücadeleyi takip edebilmek, siyasal mücadeleyi politik mücadeleyi büyüterek belli bir noktaya getirmek sonuca vardırır. Çünkü hiçbir zaman Sayın Öcalan üzerindeki tecrit gündelik, dönemsel gerekçelere, politikalara sıkıştırılabilecek ve dönemsel bir mücadele hattı olarak görülmemelidir. Şu ana kadar yapılan ama tamamen etkin bir şekilde yeteri kadar gelişemeyen örgütlü, kararlı, net ve sürekli bir talep ve politik siyasal mücadele yürütebilmek gerekir. Bu birçok alan ve birçok konuda böyledir. Ancak durumun aciliyeti ve vahameti 29 aydır hiçbir haber alamamaktır. Bu hiçbir insanın kabul edebileceği ne hukuksal ne de insani bir ölçüttür. Bu nokta bakımından daha kısa vadeli daha sonuç alıcı bir yol izlenmesi gerektiği gerçeği önümüzde durmaktadır.
 
“Bugün İmralı’yı hukuk dışı bir alan olarak ifade ediyoruz. Hukukun kendini var etme biçimi tamamen var olan bu sistem için kullanılabilir düzeydedir. Bu nedenle hukuktan bahsedeceksek İmralı’da hukuk tamamen tecridin devam ettirilebilmesi için kullanılan bir araç haline getirilmiştir.”
 
* Son olarak Abdullah Öcalan’a bir disiplin cezası daha verildiği belirtildi. Disiplin cezalarına karşı yapılan itirazlara yanıt veriyor mu muhatapları? Veriyorsa bu yanıtlar hangi minvalde oluyor?
 
25 yıllık İmralı tecridinde de bugün Türkiye'nin içerisinde bulunduğu siyasal, ekonomik krizlerin temelinde de aslında bir yönüyle hukuktan ayırmak, hukuku kanuna sıkıştırmak, hukuku keyfi siyasi taleplere göre değiştirip dönüştürebilecek bir mekanizmaya getirmek bunun altında yatmaktadır. Bugün İmralı’yı hukuk dışı bir alan olarak ifade ediyoruz. Hukukun kendini var etme biçimi tamamen var olan bu sistem için kullanılabilir düzeydedir. Bu nedenle hukuktan bahsedeceksek İmralı’da hukuk tamamen tecridin devam ettirilebilmesi için kullanılan bir araç haline getirilmiştir ya da tecrit karşısında değişip dönüşmüş zayıflatılmış bir alan, bir algı olarak ele alınabilir. Aile görüşlerine gerekçe olarak disiplin cezaları gösterilmektedir.
 
Avukatların ziyaret başvurularını ise 6 ayda bir ceza infaz kanununa dayanarak alınan infaz hâkimleri eliyle yasaklama kararını değerlendirir. Oysa7 Ağustos 2019’dan beri tek bir avukat görüşmesi dahi söz konusu değil. Avukat görüşmesi söz konusu olmayan bir yerde neye dayanarak avukat yasaklama kararları verilmektedir? 5 yılı aşkın sistematik bir şekilde disiplin cezaları ve avukat yasaklama kararları verilmektedir. Bu sadece hukukun sorunu değil aslında bugün Türkiye’de yaşayan herkesin sorunudur. Sayın Öcalan’a ve Sayın Öcalan şahsında Kürtlere dönük uygulanan tecride ses çıkarmayanlar; benzer bir biçimde hayatın farklı alanlarında akıllarına hiç gelmeyecek alanda aynı aklın farklı bir şekilde kendini gösterdiğini hissedebilecek bir durumda olmalıdır.