Ayşe Acar Başaran: Devletin yapmadığını örgütlü mücadelemiz yapacak

  • 09:03 26 Aralık 2022
  • Güncel
 
Melek Avcı
 
ANKARA - Çocuk istismarına karşı devletin tüm mekanizmalarının bütünleşerek buna zemin hazırladığına dikkat çeken HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, devletin çocuğa ve kadına yönelik istismara karşı vermediği mücadeleyi, kadın örgütlülüğünün vereceğini söyledi.
 
İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nda 6 yaşındaki çocuğun “evlendirilmesi” ve yıllarca tecavüze uğraması büyük tepkiler topladı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın olaydan haberdar olduklarını itiraf etmesi, ancak her hangi bir yargılamanın yapılmaması ise kadın örgütlerinin yargı mekanizmalarınca korunduğu değerlendirmelerini bir kez daha doğruladı. Diğer yandan cemaat ve vakıflar içerisinde yaşanan istismar, taciz ve tecavüz olaylarının üstünün kapatıldığı bir kez daha ortaya çıktı.  
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclis Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, tarikatlardaki istismar olaylarını, çocuğa yönelik şiddet biçimlerini ve devletin yetersiz mücadele mekanizmalarını değerlendirdi.
 
İktidarın politikalarından beslenen vakıflar
 
İktidarın din temelli yaklaşımının erkek egemen zihniyetten bağımsız ele alınamayacağını söyleyen Ayşe, iktidarın kendini kurgularken tekçi bir bakış üzerinden inşa ettiğini belirtti. Ayşe, “İktidar inancı da politikleştirerek ve kendine araçsallaştırarak bu süreci yönetmeye çalışıyor. İktidara göre makul kişilik tipi var bu da Türk, Sünni ve erkek tipolojisidir. Diğer tüm ezilmişler, onların emrinde ve hizmetindeymiş gibi bir yaklaşım söz konusu. Tam da buradan beslenerek bugün bu sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. İktidar 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesini ‘münferit’ bir mesele gibi lanse etti. Sanki bir defaya mahsusmuş, ‘her yerde olur, buralarda da olur’ gibi yansıttı ama tabi ki bu meseleyi münferit bir olay gibi ele alamıyoruz. Çünkü bu mekânlar iktidar ile bir şekilde bağlantısı olan yerler, bağımsız, kendi hallerinde yerler değil. İktidar ve iktidarın politikalarından beslenen hatta onların denetiminde olan vakıflar ve tarikatlarda bu vakaların olması esas tartışılması gereken meseledir” ifadelerini kullandı.
 
Medya iktidarın fikirlerini yaymada ön ayak
 
Ayşe, bu vakıfların, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı ile bir biçimde bağlantılı olduğunu ama buna rağmen neden denetime tabii tutulmadıkları ve ne tür işler yürütüldüğüne dair veriler olmadığını söyledi. Ayşe şöyle devam etti: “İktidar her defasında bunları besleyen, destekleyen ve önünü açan yaklaşımlar sergiliyor. Birlikte protokoller imzalıyorlar, etkinlikler yapıyorlar hem yerelde hem merkez yönetimlerin içinde ve bunlara zemin oluşturuyorlar. Biz daha önce de defalarca söyledik, bu sonuç iktidarın böyle yerlere verdiği güçle ilgili, bu gücün farkında olarak bunları yürütüyorlar. Fakat sadece bununla ilgili değil. Televizyon kanallarını açtığınızda ve iktidarın söylemlerine baktığınızda aynı söylem ve yaklaşımları görüyoruz. Bu dönemin Adalet Bakanı daha önce ‘çocukların rızasından’ söz eden bir bakan, çocuğun rızasının olabileceğini savunan, erken yaşta evlilik adı altında her defasında Meclis’e istismar yasasını getirmeye çalışan biri. Yine küçük yaşta çocukların ‘evlenebileceğini’ söyleyen bazı takipsizlik kararları veren bir yargı mekanizması, istismarı normalleştiren bir yürütme ve istismarı yasal güvenceye kavuşturmaya çalışan bir yasama yapısı var. AKP iktidarı var ve bunu besleyen de medyadır. Televizyonlarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğini nasıl derinleştirdiklerini, erkek egemen anlayışı nasıl beslediklerini ve küçük yaştaki çocukların bedenleri üzerinden nasıl bir siyaset yürüttüklerine şahit oluyoruz.”
 
‘Veriler açıklanmayarak istismarın üstü örtülüyor’
 
Çocuk istismarı vakalarının çok az bir kısmının kamuya yansıdığını kaydeden Ayşe, yansıyan vaka olan Hiranur Vakfı olayında da bakanlığın 2 yıl boyunca tutuklama gerçekleştirmediğine vurgu yaptı. Ayşe, tutuklamaların kamuoyu oluştuktan sonra gerçekleşmesinin temelinde iktidarın bu tür olaylara bakışı, kadınları ve çocukları konumlandırdığı yer ile ilgili olduğunu söyledi. Ayşe, birçok istismar verilerinin açıklanmadığına değinerek şöyle konuştu: “Bu ülkede bazı veriler özellikle açıklanmıyor. Kadına yönelik şiddet verileri de yine bizim BDP döneminde Fatma Kurtalan’ın verdiği bir önerge sonucunda 2007’de bakanlık tarafından açıklandı. O günden bugüne kadına yönelik şiddet verileri yok ve yine Adalet Bakanlığı en son 2017’de çocuk istismarı verilerini kamuoyuyla paylaşmış. Bir tabloyu göremiyoruz. Sonuçta bir meseleyi ele aldığınızda önce fizibilitesini yapmanız lazım yani önce bir teşhis gerekiyor; ne kadar şiddet var, ne kadar istismar var, bunlar nerelerde açığa çıkıyor, bunu oluşturan etmenler nedir ve neler teşvik ediyor gibi. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla daha çok yurtlarda, okullarda, vakıflarda, tarikatlarda ve daha çok çocukların korunması gereken ortamlarda istismar görüyoruz ya da aile içerisinde tıpkı kadınların şiddet gördüğü gibi çocukların da istismara maruz kaldığını görüyoruz. Bu sadece kamuya yansıyanlar ama ne olduğunu toplumun da bilmesi lazım ve buna göre bir önlem paketi, yaklaşım ve politika geliştirmek gerekiyor. İktidarın bir politika geliştirme iddiası olmadığı için ve tam da bunu çocuklara reva gördüğü, çocuklara istismar, kadınlara şiddet, topluma yoksulluk, Kürtlere kölelik tahayyül ettiği için bu verileri de paylaşmıyor, üstünü örtüyor.”
 
Adalet Bakanı ‘örnek’ alınıyor
 
İktidarın, bu verileri cezasızlık politikasını sürdürmek için paylaşmadığının altını çizen Ayşe, istismar ve şiddet yokmuş gibi davranarak bunu meşrulaştırmaya çalıştığını ve önünü açtığını belirtti. Ayşe, “Türkiye’de şunu artık çok net söyleyebiliriz, bağımsız ve tarafsız bir yargı yok. Türkiye’de yasayı, anayasayı, uluslararası sözleşmeleri esas alan, uluslararası belgelere göre yaklaşan bir yargı mekanizması yok. Yasalar zaten yetersiz ama var olan yasaların uygulanması da söz konusu değil. Doğalında kendini iktidara göre kurgulayan bir yargı iktidarın politikalarına göre hareket ediyor. Bir Adalet Bakanı aynı zamanda Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) başkanı, adaleti sağlamakla görevli ve çocukların, kadınların, işçilerin, Kürtlerin adalet arayışına cevap olması gereken bakan çıkıp çocuğun rızasından bahsederse doğalında yerelde hakim şöyle anlıyor ‘bu çocuğun rızası vardır’ ve çocukların ‘rızası’ tartışması başlıyor dosyalarda.  Çocuk ‘rızası’ varsa tıpkı Diyarbakır’da MHP il Başkanı’nın bir çocuğu taciz etmesinden sonra ‘çocuğun rızası var’ denilerek beraat kararı vermesiyle sonuçlanıyor. Bunlar korkunç vakalar ama bu sadece mahkemenin sorumluluğu değil; iktidarın ve yönetenlerin oluşturduğu atmosfer ile ilgilidir. Türkiye’de kimler yargılanıyor? İstismar vakalarını kamuoyuyla paylaşanlar yargılanıyor, buna tepki gösterenler yargılanıyor, sokağa çıkan kadınlar yargılanıyor ama diğer taraftan istismar suçluları ellerini kollarını sallayarak geziyor. Ben artık iktidar yapamıyor değil, yapmıyor ve yapmak istemiyor diyorum. Kadınları küçük yaşta evlilik adı altında istismara uğrata uğrata kendi benliklerinden, özgürlük mücadelelerinden ve birey olma iradelerinden vazgeçmeleri için böyle bir yaklaşım sergiliyor” ifadelerini kullandı.
 
Savaşa bütçe, çocuğa işçilik!
 
AKP-MHP ittifakının çocuk ve kadınlar için çözüm üretme, politikalar geliştirmek yerine bütçe görüşmelerinde olduğu gibi sadece savaşı baz aldığını, bu ve diğer birçok kesimi dışladığını belirten Ayşe, “Bütçenin büyük bir kısmı savaşa aktarılıyor hatta sadece Milli Savunma Bakanlığı üzerinden değerlendirmeyelim bunu neredeyse bütçenin bütün kalemleri buna göre dizayn ediliyor; savaşa göre dizayn ediliyor ve buna göre yürütülüyor. Kadın da çocuk da ailenin içerisine sıkıştırılan ve bütün kalemleri hesapladığınızda neredeyse hepsinde kadınlara ayrılan bir kalemin olmadığını görüyorsunuz. Ayrılan kalemler ise daha çok sosyal yardım üzerinden yapılan bir takım yardımlar, personel giderleri gibi şeyler. Kadınlar büyük bir yoksullukla yüz yüze ve artık yoksulluğun adı kadınlaşmış durumda, yoksulluk kadında somutlaşmış halde. Kadınlar büyük bir emek sömürüsü ile yüz yüze. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yaşamın tüm alanında ayrımcılıkla karşılaşıyor. Çocuklar bir taraftan istismarla ve şiddetle karşı karşıyayken, sokakta işçilik yapmak zorunda kalan çocuklar görüyoruz. Tarım alanına gittiğimizde çocuk işçilerle karşılaşıyoruz, sanayilere gittiğimizde yine çocukların ev ekonomisine katkı sağlamak için okuldan uzakta çalıştıklarını görüyoruz. Çalışmayan çocuklar da bu yoksullukla yüz yüze. Çocukların okula giderken bile beslenme ihtiyaçlarını gideremediğini, bir çocuğun bu ülkede açlıktan yaşamını yitirdiğine şahitlik ettik. Bunun üstüne söylenecek söz var mı? Peki iktidar ne yapıyor? Daha fazla bomba, daha fazla silah. Sadece bir silah, atılan tek bir bombayla kaç kişinin asgari ücreti ödenebilirdi, kaç tane sığınma evi açılabilirdi, kaç çocuğa günlük okulda beslenme yardımı verilebilirdi, çok büyük rakamlardan söz ediyoruz. Aldığınız ekmekten süte kadar tüm bu vergiler ülkenin gelir kalemlerine ekleniyor ve bundan bir bütçe oluşuyor. Bu bütçe, silah oluyor, kurşun oluyor, güvenlik adı altında askeri alıma aktarılıyor. Bunların hepsi bu toplumun cebinden çıkıyor. Verilen yardımları ise minnetle veriyor ve devletin yapması gerekeni lütuf gibi sunuyor” diye konuştu.
 
Devlet mekanizmalarına güvensizlik
 
Çocuk izlem merkezlerinin yetersizliği üzerine de konuşan Ayşe, iktidarın çocukları koruma yaklaşımı taşımadığını söyledi. Ayşe şu ifadeleri kullandı: “Sadece illerde değil, ilçelerde ve hatta kırsal kesimlerde bu desteklerin verileceği mekanizmalar ya da bu desteklere ulaşılabilecek mekanizmaların oluşturulması gerekiyor. Çocuk izlem merkezlerine başvuru sayısına baktığımızda çok düşük ve sadece il bazlı düşünmemek lazım. Bu, toplumun devlete güvensizliğiyle de ilgilidir. Kadınlar için de bu böyle, şiddete uğradıklarında devlete başvururken kendilerini çok güvende hissetmiyorlar. Karakola ve sığınma evine gittiklerinde yeterli bir destek alabileceklerini düşünmedikleri için bu mekanizmalara çok başvurmuyorlar. Bu nedenle özellikle biz yerel yönetimler dönemimizde bizim yönettiğimiz kadın merkezlerine ve destek yerlerine başvuruların daha yoğunluklu olduğunu biliyoruz. Çünkü bir yer açmak yeterli değil; bu konuda uzman kişilerin olması, bu destekleri sunarken kadın ve çocuğun yaşadığı travmayı derinleştirecek yöntemlerden kaçınılması ve bunu anlayabilecek uzman kadrolaşmaya ihtiyaç var. Böyle bir durum da söz konusu değil. Bir yere gidip konuşmak travmayı atlatmaya yetmiyor daha derin sonuçlarda açığa çıkıyor. Kadın şiddet sonucu karakola gidiyor bir de orada polisin psikolojik şiddetine maruz kalıyor ya da çocuklar defalarca yaşadıkları şeyi anlatmaya zorlanıyor. Tam bu nedenle sadece mekanizmaları açmak yetmez. Bunları güvenli ve uzmanlaştırmak gerekir ama maalesef bu yok.”
 
‘Örgütlü mücadeleye güvenelim’
 
Çok karanlık tablolar çizilmesine rağmen buna karşı çok güçlü bir direnişin olduğunu vurgulayan Ayşe, son olarak “Örgütlü tavrın, örgütlü mücadelenin ve örgütlü refleksin sonuç aldığını da gördük. 6 yaşındaki kız çocuğunu yıllarca istismar eden erkek ile babasının tutuklanması bence kadınların verdiği mücadele, demokratik güçlerin verdiği mücadele sonucunda oldu. Demek ki ısrarlı bir biçimde bunları teşhir ettiğimizde, bunun üzerinde durduğumuzda sonuç elde edebiliyoruz. Bence buna da güvenebilelim. Evet, iktidar bize yaşam alanı sunmuyor olabilir, çocukları, bizleri yani toplumu nefessiz bırakma siyaseti yürütüyor olabilir ama biz bunun karşısında örgütlülüğümüzü büyüterek genişleterek ve alternatifler açığa çıkartarak mücadele edebiliriz. Sadece teşhir de değil başka çocukların istismara uğramasını da bu halk önleyebilir. Kendi gücümüzü de örgütleyerek bunu başarabiliriz, devletin bunu yapması gerekiyor ama yapmıyor bunu reva görüyor tüm topluma ve bizlere ama biz bunun kader olmadığını biliyoruz. Bunu değiştirebiliriz bu gücümüz var” değerlendirmesi yaptı.