
‘Sürecin bekleyeni değil, inşacısı olmalıyız’
- 09:03 19 Mart 2025
- Güncel
Elfazi Toral - Rozerin Gültekin
İSTANBUL - Kadınlar, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan sürecin yalnızca PKK’ye değil, Türkiye’deki devlet ve sivil toplum yapısına bir dönüşüm çağrısı olduğuna dikkat çekti. “Barışı inşa etmek ve talep etmek zorundayız” diyen kadınlar, sürecin bekleyeni değil, kurucusu olunması gerektiğinin altını çizdi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'nun (KESK) "Barıştan Yana Barış İçin Sözümüzü Söylüyoruz" şiarıyla düzenlediği 3'üncü Ortadoğu Barış Konferansı 15-16 Mart’ta Kadıköy’de düzenlendi. İki gün süren konferansa, çok sayıda uluslararası sivil toplum örgütü, siyasi parti ve sendika temsilcisi katıldı. Konferansta Ortadoğu’da yaşan savaş, çatışma ve çözümsüzlüğe dair birçok başlık ele alındı. Konferansta ayrıca sık sık Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’a yaptığı tarihi çağrıya dikkat çekildi.
Konferansa katılan kadınlar, Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve başlayan sürece dair JINNEWS’e konuştu.
“Bu süreç her şeyiyle farklı ve dünya deneyimlerinde rastladıklarımızdan özgün yanlar taşıyan bir süreç. O yüzden dünya deneyimlerinin ışığında faydalanabileceğimiz şeyler var” diyerek sözlerine başlayan Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, dünyada Kürt sorununa benzeyen birçok sorunun olduğunu ve bu sorunların da masa başında çözülebileceğini söyledi. Yüksel Genç, “Kürt hareketi ve lideri, masa başında sonlanmış bir süreçten değil yeni bir mücadele aşamasındadır Kürt meselesi gibi ulusal, etnik ya da inanç temelli çatışmalı meselelerde, çatışma dışı mücadele araçlarının güçlendirilmesi ve öznelerin hegemonik ilişkiler arasında ezilmesini önleyecek öznelleşme süreçleri için yeni bir pencere açıyor. Bu sefer ki barış sürecini, tipik bir barış süreci gibi tariflemek yetmez. Esas olarak demokratik toplum perspektifi ile ele alınabilecek özel bir mücadele süreci ve iç içe geçmiş devrimler çağı gibi ele almakta fayda var.
Bu süreç bizim için yeni değil. En açık ifadeyle, PKK’nin silah bırakması ve kendini feshederek dönüşmesi talebi 1999’dan bu yana hem PKK Lideri’nin hem de PKK’nin gündeminde yer aldı. 1999-2004 yılları arasında PKK bu konuda önemli adımlar attı; silahlı güç olmaktan çıkarak siyasal bir aktöre dönüşmeye ve silahsız mücadeleye hazırlanmaya ciddi bir çaba gösterdi. Ancak bu çabaların karşılık bulabilmesi için, mücadele yürütülecek zeminin ve barışçıl sürecin inşa edileceği devlet ve toplum yapılarının da bu sürece uygun şekilde hazırlanması ve dönüştürülmesi gerekiyordu. Ne var ki, 1999-2004 yılları arasında Türkiye bu konuda adım atmadı; gerekli yasal düzenlemeleri yapmadı ve süreci ciddiye almadı. Çatışmalı sürecin sona ermesi için kılını kıpırdatmadı. Bunun bedelini de ödedi. 80 yıllık askeri vesayet, bu süreci değerlendirememesinin de bir sonucu olarak yıkıldı.
‘Çağrı Türkiye’deki toplumadır’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısını anımsatan Yüksel Genç, iktidarın bu süreci iyi değerlendirmesi gerektiğini belirtti. Devletin bu süreçte kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini aktaran Yüksel Genç, “Mevcut hükümet süreci değerlendiremez, silahsızlanma ve dönüşüm sürecinin kendisine düşen payını karşılayamazsa; sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi için Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullarından tutun da PKK, Kürtlerin ve Türkiye’deki pek çok farklılığın güvenceli siyaset yapabilir koşullarını sağlayamaz ise sürecin kriz yaşamayacağını söylemek çok zor. Kürt hareketi ve liderliği silahsız mücadele sürecine stratejik yaklaşıyor ve stratejik yaklaşım nedeniyle de herhangi bir tavır karşısında stratejisinden vazgeçecek gibi görünmüyor. Fakat bu stratejinin başarısı Türkiye’de inkâr sürecinden vesayet sürecine kadar uzanan sarmalın bir bütün olarak dönüşmesine bağlı. Bunlar olmaz ise ne yazık ki demokratik toplum perspektifiyle uyumlu örgütlü mücadele sürecinin kendisi sakatlanabilir. O yüzden devlete birincil görev düşüyor, çünkü 27 Şubat’taki çağrı metni PKK’ye çağrı yapıyor gibi görünse de aslında devlete, Türkiye’deki sivil toplum yapılarına ve pek çok oluşuma dönüşüm ve yeni bir mücadele ağına hazırlanma çağrısı olarak duruyor. Dolayısıyla, üstüne görev düşen yapılardan biri de sivil toplum yapılarının olduğunu ve bir dönüşüm yaşaması gerektiğini söylemek gerekiyor” dedi.
8 maddelik mutabakat!
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısına yönelik herkesin büyük bir beklenti içerisinde olduğunu ifade eden Gazeteci Hamide Rencüs, devletin hangi adımları atacağı yönünde ise bir “muğlaklık olduğunu” ifade etti. Hamide Rencüs, “Türkiye gerekli adımları atacak mı, hangi yönde atacak? Tutsakları serbest bırakacak mı? Anadil hakkını verecek mi? PKK gibi bir örgütün kendini fesh etmesini talep etmenin karşılığında çok şey bekleniyor. Ancak ne verileceği, Kürtlerin ne kazanacağı henüz belli değil. Suriye sahasına daha çok yansıyacağı tahmin ediliyordu ve nitekim orada somut adımlar atıldı.
HTŞ’nin tek tip uygulamaları başından itibaren vardı, bunu değiştirecek gibi de görünmüyordu. Fakat, HTŞ ve Mazlum arasında imzalanan 8 maddelik mutabakatta görüldü ki değişebiliyor. Türkiye’nin ilan ettiği terörsüz Türkiye, terörsüz bölge dedikleri şeyde YPG’nin kendisini tasfiye edeceği ve silah bırakacağı, ayrıca Suriye ordusuna dahil olacağı beklentisini AKP medyası yükseltti. Bu anlaşmadan sonra yarattıkları ve yaygınlaştırdıkları algı şu; tamamen sınırlarımız terörden arınıyor, YPG PKK tasfiye ediliyor görüntüsü verdiler. Ortadoğu’da barış adına atılan somut adımlar ya çok geriden gelir ya da çok küçük olur. Şu anda herhangi bir somut adım atılmadan HTŞ Lideri Şam’ı yöneten Colani kendini tek adam ilan etti. Rejim anayasası anti demokratikti, Esat döneminde deniliyordu; ancak onu katbekat aşan anti demokratik pratiklikte ve gericilikte aşan bir anayasa taslağı söz konusu. Üstelik 5 yıl süreyle bu şekilde İslamcı diktatörlük rejimiyle Suriye’yi yöneteceklerini söyledi. Yani bunlar barış umutlarını söndüren şeyler” diye ifade etti.
‘HTŞ Liderinin ne gücü ne de garantisi yok’
DAİŞ ve HTŞ çeteleriyle Suriye inşasının “mümkün olmadığını” dile getiren Hamide Rencüs, “SDG'nin silahlı varlığı zorlayıcı olacaktır. HTŞ şemsiyesi altında 19’dan fazla cihatçı grup var. ABD arabulucu ve ABD istemezse hiçbir adım atılmaz. Bu görüşmeyi ABD zorladı. HTŞ ile SDG arasında uzun zamandır arabuluculuk yapan ABD, aynı zamanda Türkiye’yi de bunu kabul etmeye zorlayan bir yerde. ABD ve İsrail’in istediği şekilde ilerleyebilir. HTŞ Liderinin ne gücü ne de garantisi var. Ortadoğu’nun onlarca yıldır ihtiyacı olan tek şey barış. Halklar artık katliamlardan, soykırımlardan bıktı. Burası çok kırılgan bir bölgedir artık. Gazze’de dünyanın gözü önünde gerçekleşen o katliamlardan sonra, Ortadoğu halkları şimdi Suriye’nin çöküşüyle birlikte daha çok tedirgin. Çünkü Suriye, bütün dengeleri değiştirecek ve devletin olmadığı bir kaos bölgesidir. Bu kaostan başta Türkiye olmak üzere bütün Ortadoğu etkilenir. Ortadoğu ülkeleri istikrarlı bir Suriye istese de, Türkiye’nin etkisinin olmadığı bir Suriye istiyorlar. Dolayısıyla çatışmalı bir süreç. Şu anda istikrarsız olan, cihadist kaynağı haline getirilen Suriye’nin bir an önce istikrara kavuşmasını istemediklerini görebiliyoruz. Çünkü bu Suriye cihadına 14 yıl boyunca en fazla müdahil olan Türkiye’dir. Türkiye’nin gücünün Suriye coğrafyasında fazla olmasını istemiyorlar. Halkların talebi barış. Ne yazık ki halkın taleplerini dikkate almayan işbirlikçi yöneticiler yüzünden, bu topraklar kan ve gözyaşı görmeye devam ediyor” şeklinde konuştu.
‘Siyasal aktörlerin sürece destek vermesi kıymetli’
Asrın çağrısının tüm halkları kapsadığını ve önemli olduğunu paylaşan Barış Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Sevgi İnce, Kürt sorununun giderek derinleştiği böylesi bir süreçte bu çağrının yapılmasının katkı sağlayacağını vurguladı. Sevgi İnce, “Ortadoğu kan gölüne dönüşmüş durumda. Küresel bir belirsizlik içerisindeyiz. Savaş tamtamları her yerde çalıyor ve bunun bedellerini halklar ve kadınlar olarak ödemeye devam ediyoruz. Kürt sorunu bağlamında geçmiş süreçten farklı bir dönem içerisinde yer alıyoruz. 2013-2015 yılları deneyiminden sonra toplumun müthiş bir sessizlik içerisinde olduğu bir zaman diliminde barışın tekrar olması çok kıymetli ve anlam taşıyor. Süreç ne olursa olsun, aktörlerin söylemleri ne olursa olsun, bu sürecin bu şekilde tartışılıyor olması bizler açısından kıymetli. Geçmiş zamanlarda toplumsal desteği alan bir yol almıştık. Fakat bu on yıllık süreçte bir sessizlik sürecinden çıkışın bir dönüm noktası içerisindeyiz. Geçmiş süreçten farklı olarak ta birçok siyasal aktörün ve partinin sürece destek verdiğini görüyoruz. Ön şartlı bir desteği olsa da bu çok kıymetli. Biz Barış Vakfı olarak sürece yönelik siyasal desteği ve toplumsal desteği oluşturmak gibi bir misyonumuz da var” dedi.
'Kürt sorunu çok boyutlu bir sorun'
Sevgi İnce, devamında şöyle konuştu: “Türkiye’de uzun zamandır birçok sivil toplum ya kapatıldı ya da kendi içine gömüldü. Bizim yapacağımız şey, siyasi aktörler ne derse desin, barışın toplumsal inşasını sağlamakla yükümlü olmaktır. Bu savaşın bedeli kadınlara çok ağır oluyor. Göçmen hareketleri çok fazla, katliamlara uğruyor; aynı şekilde Alevilere yönelik katliamlar da çok fazla. Bunun durdurulması, en önemli sonuçlardan bir tanesi olabilir. Yapılan bu son çağrıyı da bu anlamıyla kıymetli buluyorum. Ne olursa olsun, Kürt sorununda demokratik ve barışçıl yoldan çözümü bizler açısından hayati bir mesele. 2013-2015 yıllarında bizler aktif rol almıştık. Bugün geldiğimiz noktada, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumda bu çağrı ayrı bir kıymet taşıyor. Kürt sorunu çok boyutlu bir sorun; dört ülkeyi ilgilendiren, hatta şu an küresel hale gelen bir sorun. Böyle bir çağrının gelmesi hem Türkiyeli bir yurttaş hem de Kürtler açısından heyecan yaratmış durumda. Hem geçmiş süreçte hem de şu an içinde bulunduğumuz süreçte, sivil toplumun sustuğu, barışın konuşulamadığı bir ortamda bu çağrının gelmesi, birçok aktörün ve birçok sivil toplum örgütünün de sürece dair tartışmalar başlattığını görüyoruz.
‘Barışı inşa etmek ve talep etmek zorundayız’
Şimdi bizlere düşen bir görev var. Açıklamada da belirtildiği gibi, hukuk zeminine taşıma, demokratik toplumu oluşturma. Çünkü bu siyasetler ya da müzakerelerde anlaşmalar olsa bile, toplumsal inşanın ancak toplumsal destekle olacağını ortaya koyuyor. Biz de ‘sonu nereye varır, ne şekilde olur’ kaygılarından çıkarak bu süreci sahiplenme ve barışa evriltmek gibi bir misyon üstlenmiş durumdayız. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Şu anda hiçbir şey çözülmedi; sadece çözüme evrilmesi için büyük bir umut yaratıldı. Aktörlerin tek başına anlaşmaları yeterli değil. Kalıcı olması için toplumsal barışın inşası gereklidir.
Toplumsal barış da sadece ‘gereklidir’ demekle olmuyor; hukuki zeminin hazırlanması, adaletle yüzleşme ve komisyonların oluşturulması gibi altyapısının hazırlanması gerekiyor. Bu, bir sürecin bitişi değil, aslında başlangıcıdır. Şu anki rolümüz önceki süreçlerden çok daha önemli. Silahların susması demek, toplumun daha çok konuşması ve talep etmesiyle ilgilidir. Muhalefeti güçlendirecek ve iktidarı da iteleyecek olan süreç, toplumsal dinamikle olur. Toplumsal çatışmayı durduracak olan da toplum dinamikleridir. Bu dinamikleri de oluşturmaya dönük çabalar göstermek zorundayız. Birçok belirsizlik var. Bir sürecin bekleyeni değil, inşası olmak konusunda herkese sorumluluk düşüyor. Belirsizlikleri aşacak olan yine bizleriz. Kaygılar elbette var ama kaygıların cevapları da bizlerde. Barışı inşa etmek ve talep etmek zorundayız.”