
Sınırların ötesinde yükselen mücadele (5)
- 09:02 5 Mart 2025
- Dosya
Fransa’da kadın mücadelesi: Jeanne d'Arc’tan günümüze
Derya Ceylan
HABER MERKEZİ – Fransa’da kadın mücadelesi, Jeanne d’Arc’tan günümüze uzanan köklü bir direnişin hikâyesi… Orta Çağ’da bir savaşçı, Fransız Devrimi’nde barikatlarda direnen kadınlar, sanayi döneminde emek mücadelesi veren işçiler ve 20. yüzyılda feminist hareketleriyle toplumu dönüştüren aktivistler... Kadınlar, tarih boyunca baskıya karşı ayakta durdu ve haklarını savundu. Ancak bugün hâlâ eşitlik mücadelesi devam ediyor.
8 Mart Kadınlar Günü, yalnızca bir anma günü değil, Avrupa’nın dört bir yanında kadınların yüzyıllardır süren eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir yansımasıdır. Avrupa kıtası, kadınların haklarını kazanmak için savaş verdiği pek çok tarihi dönemeçle doludur. İngiltere’de süfrajetler oy hakkı için mücadele ederken, Almanya’da işçi kadınlar örgütlenerek seslerini duyurdu. İtalya’dan İspanya’ya kadar pek çok ülkede kadınlar, savaşların, devrimlerin ve sosyal hareketlerin merkezinde yer aldı. Ancak bu mücadele hiçbir yerde Fransa’daki kadar zorlu ve çok yönlü olmadı.
Fransa, Jeanne d’Arc’tan itibaren kadınların tarih sahnesine güçlü şekilde çıktığı ülkelerden biri oldu. Fransız Devrimi’nde kadınlar barikatlarda savaştı, 19. ve 20. yüzyılda emek mücadelesinin öncüsü oldular, feminist hareketlerle toplumu dönüştürdüler. Bugün hâlâ süren toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin kökleri, tarih boyunca verilen bu direnişlere dayanıyor.
Dosyamızın "Jeanne d'Arc ve Orta Çağ'da Kadınlar" başlıklı bölümünde, Fransa’daki kadın mücadelesinin köklerine inerek tarihe iz bırakan bu direnişin izlerini süreceğiz.
Fransa, kadın hakları mücadelesinin en köklü ve zorlu süreçlerinden birine sahne olmuş ülkelerden biri olarak tarihe geçti. 15’inci yüzyılda Jeanne d'Arc, İngiltere’ye karşı Fransız direnişinin sembolü haline geldi ve kadınların toplum içindeki rollerine dair güçlü bir tartışma başlattı. Onun hikâyesi, kadınların geleneksel sınırları nasıl zorlayabileceğini ve baskıya karşı nasıl bir direniş sergilemesi açısından büyük bir önem taşıdı. Ancak Jeanne d'Arc’ın yargılanması ve yakılması, kadınlara yönelik toplumsal baskının ne kadar güçlü olduğunu da gözler önüne serdi. Fransa’daki kadın hakları mücadelesi, Orta Çağ’dan Fransız Devrimi’ne, sanayi toplumunun ortaya çıkışından feminist hareketlerin yükselişine kadar farklı dönemlerde farklı şekillerde devam etti. Günümüzde ise toplumsal cinsiyet eşitliği, ekonomik haklar ve kadına yönelik şiddet gibi konular etrafında şekillendi.
Jeanne d'Arc ve Orta Çağ'da kadınlar
Jeanne d'Arc, 1412’de sıradan bir köylü ailesinde doğdu. O dönemde kadınlar genellikle ev içinde sınırlı roller üstlenirken, savaş ve siyaset gibi alanlar tamamen erkek egemen bir yapıya sahipti. Ancak Jeanne d'Arc, ilahi bir vizyon gördüğüne inanarak Fransa Kralı VII. Charles’ın yanına gitti ve İngilizlere karşı mücadele etmek için destek istedi. Onun cesareti ve kararlılığı, erkeklerin egemen olduğu bu savaş ortamında olağanüstü bir olay olarak kabul edildi ve kısa sürede büyük bir halk desteği kazandı.
Fransız ordusunun başına geçmesi ve Orleans Kuşatması’nda zafer kazanması, onun halk gözündeki yerini sağlamlaştırdı. Ancak dönemin dini ve siyasi otoriteleri için büyük bir tehdit oluşturdu. Orta Çağ'da kadınların erkek kıyafetleri giymesi bile başlı başına bir suç olarak kabul edildiğinden, Jeanne d'Arc, düşmanları tarafından esir alındığında yalnızca savaşçı kimliği nedeniyle değil, erkekler gibi giyindiği ve otoriteye başkaldırdığı için de yargılandı. 1431 yılında Engizisyon Mahkemesi tarafından “büyücülük ve sapkınlık” iddialarıyla idam edilerek yakıldı.
Bu olay, kadınların toplumda liderlik rolü üstlenmesine karşı duyulan korkunun ve cinsiyetçi baskıların bir göstergesi oldu. Ancak yüzyıllar sonra Jeanne d'Arc bir kahraman olarak anılmaya başlandı ve 1920 yılında Katolik Kilisesi tarafından azize ilan edildi. Onun hikâyesi, kadın hareketleri için de önemli bir sembol oldu ve kadınların güçlü ve bağımsız bireyler olarak toplumda yer alabileceğini kanıtlayan tarihi bir figür olarak kabul edildi.
Fransız Devrimi ve kadın hakları mücadelesinin başlangıcı
1789’da başlayan Fransız Devrimi, yalnızca monarşiyi değil, aynı zamanda toplumsal hiyerarşiyi de sarsan bir hareket oldu. "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" sloganı ile yola çıkan devrimciler, halkın haklarını genişletmeyi hedefledi. Ancak bu süreçte kadınların hakları büyük ölçüde göz ardı edildi. Kadınlar devrime aktif olarak katıldı, protestolarda yer aldı, hatta silahlanarak mücadele etti. Ancak devrim sonrası kurulan yeni yönetim yine erkek egemen bir yapı olarak varlığını sürdürdü.
Bu süreçte en önemli figürlerden biri Olympe de Gouges oldu. 1791 yılında, erkekler için hazırlanan "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi"ne karşılık olarak, "Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi"ni kaleme aldı. Bu bildiride, kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini savundu. Siyasal katılım, eğitim, boşanma hakkı ve mülkiyet hakları gibi konularda eşitlik taleplerini dile getirdi. Ancak devrim sonrası gelen baskıcı rejim, kadın hakları hareketini tehlikeli buldu ve Olympe de Gouges, 1793 yılında "devlet düşmanı" ilan edilerek giyotinle idam edildi.
Bu olay, devrimlerin her zaman toplumun tüm kesimlerine eşit haklar getirmediğini ve özellikle kadınların taleplerinin çoğu zaman görmezden gelindiğini gösterdi. Kadınların örgütlenmesi yasaklandı ve uzun yıllar boyunca siyaset sahnesinden dışlandı. Ancak bu dönemde atılan ilk adımlar, ilerleyen yıllarda kadın hakları hareketinin daha güçlü bir şekilde doğmasına zemin hazırladı.
Kapitalizm ve 19'uncu yüzyılda kadınların konumu
19’uncu yüzyıl, kapitalizmin hız kazandığı ve kadınların iş gücüne daha fazla dahil olmaya başladığı bir dönem oldu. Fabrikaların çoğalmasıyla birlikte, özellikle alt sınıftan gelen kadınlar düşük ücretlerle ve ağır çalışma koşulları altında çalıştırıldı. Ancak buna rağmen, kadınlar hâlâ siyasal haklardan yoksun bırakıldı, eğitim olanakları kısıtlandı ve toplumsal hayatta ikinci planda tutuldu.
Bu dönemde kadın işçiler, daha iyi çalışma koşulları ve eşit ücret talebiyle çeşitli grevler ve protestolar düzenledi. Sendikal hareketlerin içinde yer almaya başlayan kadınlar, aynı zamanda feminist düşüncelerin de yaygınlaşmasını sağladı. Özellikle Hubertine Auclert gibi öncü feministler, kadınların oy hakkı kazanması için kampanyalar yürüttü. Ancak bu talepler 20’nci yüzyılın ortalarında hayata geçirilebildi.
20'nci yüzyıl ve kadın haklarında büyük değişimler
20’nci yüzyıl, kadın hakları mücadelesinde büyük kazanımların elde edildiği bir dönem oldu. 1944 yılında Fransa’da kadınlara oy hakkı tanındı ve böylece kadınlar siyasal süreçlere doğrudan katılma hakkını elde etti. Bu kazanım, kadın hareketlerinin ve savaş döneminde kadınların iş gücüne olan katkılarının bir sonucu olarak gerçekleşti.
1970’lerde kadın hareketleri güçlendi. Simone de Beauvoir, kadınların toplumsal cinsiyet rollerine hapsedilmesine karşı çıktı. Onun yazdığı "İkinci Cins" (Le Deuxième Sexe), kadınların tarih boyunca nasıl baskılandığını ve eşitlik mücadelesinin neden önemli olduğunu anlatan temel eserlerden biri oldu.
1975’te, Simone Veil Yasası olarak bilinen yasayla kürtaj hakkı tanındı ve kadınların bedensel özgürlüğü konusunda önemli bir adım atıldı. Aynı dönemde, kadınların çalışma hayatındaki hakları da genişletildi ve eşit işe eşit ücret ilkesinin uygulanması için yasal düzenlemeler yapıldı.
Günümüzde Fransa'da kadın hakları mücadelesi
Bugün Fransa, kadın hakları konusunda birçok ilerleme kaydetmiş olsa da, hâlâ çözülmesi gereken ciddi sorunlar bulunuyor. Kadına yönelik şiddet, cinsiyet temelli maaş farkı ve siyasi temsiliyet eksikliği, feminist hareketlerin mücadele etmeye devam ettiği konular arasında yer alıyor.
Özellikle MeToo hareketi, Fransa’da cinsel taciz ve tecavüzün boyutlarını gözler önüne serdi. Kadınlar, seslerini daha gür çıkarmaya başladı. Ancak hâlâ her yıl yüzlerce kadın, aile içi şiddet sonucu hayatını kaybediyor.
Tarih boyunca birçok kez bastırılmaya çalışılan kadın mücadelesi, günümüzde daha görünür ve güçlü bir hale geldi. Ancak hâlâ eşitliğe tam anlamıyla ulaşılamadı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bu uzun mücadele sürecini hatırlamak ve daha adil bir gelecek için farkındalık yaratmak adına büyük bir anlam taşıyor.
Yarın: Maori kadınlarının toprak, kimlik ve özgürlük mücadelesi