Tülay Hatimoğulları: Ey Erdoğan biz kadınlar cezasızlığınızı ifşa ediyoruz!

  • 12:40 8 Ekim 2024
  • Siyaset
 
ANKARA- Meclis Grup  Toplantısı'nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, artan kadın katliamlarına dikkat çekti. Tülay, “Ey Erdoğan şunu bil ki biz kadınlar algı yaratmak için sizlerin yargı sistemindeki cezasızlığını bir kez daha ifşa ediyoruz” dedi.  
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Meclis Grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.  
 
‘Erkekler bu cesareti nereden alıyor?’
 
İlk olarak artan kadın katliamlarına değinen Tülay, 8 ayda 261 kadının, Eylül ayında ise 34 kadının erkekler tarafından katledildiğini belirtti.  İstanbul’da katledilen Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i anımsatan Tülay, “Bu acıyı biz kadınlar asla kabul etmiyoruz. Erkekler bu cesareti nereden alıyor? Erkekler bu cesareti işletilmeyen yargıdan alıyor. Her davanın hafifletici nedenler bularak bir şekilde cezasızlıkla sonuçlandırılmasından alıyor. Ağızlarını her açtıklarında kadınları ötekileştiren iktidardan alıyorlar. İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçen iktidardan alıyor, 6284 sayılı kanunu iptal etmeyi tartışan iktidardan alıyorlar. Erkek devletten alıyor, bu aklı, bu cesareti eril toplumdan alıyor. İktidar ve yandaş medya bunları sıradan olaylar gibi ele alıyor ve toplum nezdinde bunları normalleştiriyor. Artık yeter, bir kadının dahi öldürülmesine tahammülümüz yok. Erkek şiddetine karşı önleyici politikalar derhal hayata geçirilmelidir. Yargı erkek yargı olmaktan çıkmalıdır. Cezasızlık sisteminden vazgeçmelidir. Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor ve kadın cinayetleri ile ilgili diyor ki 'cezasızlıkla ilgili algı yaratılmaya çalışıyor.'” dedi.  
 
İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönün çağrısı 
 
“Ey Erdoğan şunu bil ki biz kadınlar algı yaratmak için sizlerin yargı sistemindeki cezasızlığını bir kez daha ifşa ediyoruz” diyen Tülay, İstanbul Sözleşmesi’ne acilen geri dönülmesini ve sözleşmenin gerekliliğinin yerine getirilmesi çağrısında bulundu. Tülay, “6284 sayılı kanunu tartışmaya açmak yerine tam tersine etkin bir şekilde uygulanması için kadınlar ve çocuklara yönelik şiddetin uygulanması için hayata geçmesini sağlamak, bu hükümetin de devletin de kamunun da görevidir. Biz, bütün bunların acilen hayata geçirilmesini istiyoruz. Biz kadınlar diyoruz ki, çekin kanlı ellerinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden. Erkek tarafından katledilen her kadın onurumuzdur, isyanımızdır” ifadelerini kullandı. 
 
'İktidarın utancı' 
 
Yeni yasama döneminde iktidarın iş kanununda değişiklik yaparak kıdem tazminatı ve esnek çalışma biçimlerini de gündeme alacağını belirten Tülay, sosyal güvenlik sisteminde “reform” adıyla sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortalar kanunda değişikliklerin yapılacağını kaydetti. Tülay, “Bin 250 liralık emekli maaşıyla geçinemediği için çalışmak zorunda kalan emeklilerin çalışırken onlardan prim almayı hedeflerinin arasına koymuşlar. Daha bir kaç gün önce Konya’da 79 yaşında inşaatta çalışmak zorunda kalan bir işçi cinayetinde yaşamını yitirdi, inşaattan düştü. Bu da, bu iktidarın utancı olsun. Bizler ekmek ve adalet buluşmalarında yaz boyunca sahadaydık. Değerli eş genel başkanımız Tuncer Bakırhan, MYK ve PM üyelerimiz, il ve ilçe örgütlerimizle Türkiye ve Kurdistan’ın dört bir yanını adım adım dolaştık. Gitmediğimiz tarla kalmadı, mezra, mera her yere gittik. Bir çok kesimle her sektörden kesimle buluşmalar gerçekleştirdik” dedi. 
 
‘Bıçak kemikte değil bıçak ilikte’
 
Ekmek ve Adalet buluşmalarında, işçi, emekçi, yoksul, çiftçi, küçük esnaf, ev emekçisi kadınlar ve adalet mağduru herkesimle buluştuklarını dile getiren Tülay, “Domates, fıstık çay üreticilerinin protestolarına tanıklık ettik. Ev emekçisi kadınların isyanına tanıklık ettik bu dönem. Yurttaş aç ve yoksul. Aylardır devam eden çalışmalarımızdan çıkan özet budur. Bu özeti bütün Türkiye halkları biliyor, çünkü çok önemli bir nüfus ve ülkenin yarısından fazlası bunu kendisi yaşadığı için bizim bu çalışmamızda ortaya çıkan tabloyu zaten Türkiye toplumu gayet iyi biliyor. Bakın işçiler ve emekçiler alanlarda, meydanlarda. Akcanlar, Polonez, Fernas, Elbaban, Es Plastik ve Kalesa Metal işçileri direniyor. Özel sektör öğretmenleri direniyor. Buradan partimiz adına direnen bütün işçilere selam ve sevgilerimizi iletiyoruz. Selam olsun direnen emekçilere. Gerçekten Türkiye’de yaşanan bu iktisadi kriz hayat pahalılığını çok ifa ettik bir kez daha söylemek istiyorum. Bıçak kemikte değil bıçak ilikte. Tablo tam da böyle. Domates ve biber bahçede kalmış, çünkü maliyetini kurtarmadığı için üretici bunları toplama gereği bile hissetmiyor artık. Ama Ankaralı, İstanbullu domatesi 40-50 liranın altında da yiyemiyor. Yani üreten de mağdur, tüketen de mağdur. Çünkü ne yazık ki üretimden doğrudan tüketiciye ulaşmadığı için bu şekilde bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz” sözlerini kullandı.  
 
Tülay’ın konuşmasının satır başlıkları şöyle: 
 
“Zamlar durmuyor. 17 bin TL olan asgari ücretin şu anki alım gücü 12 bin 5 yüz 14 TL’ye düşmüş durumda. AKP iktidarının uyguladığı politikalardan dolayı, bu sömürücü sistemden dolayı üreten de aç, tüketen de aç. Türkiye’de milyonlarca insan geçinemiyor. Sadece İstanbul’da her gece 1 milyon insan yatağa aç girmek zorunda kalıyor. Okullar açıldı aileler servis parası ödeyemiyor, çocuklarına bir simit parası bile veremez bir hale gelmiş durumda. Gelirde, vergide ve ücrette adalet yok. Yargıda adalet yok. Özgürlüklerde adalet yok. Bu iktidarın yönetme ehliyeti de yok. Bu iktidar bir an önce gitmelidir. İşçiler, emekçiler, emekliler. Bunları devletin kamburu olmaktan vazgeç ey iktidar. Onlar olmasa toplumda açlık olurdu. Onlar olmasa insanlar aç kalırdı. Onlar olmasa o kendinize kullandığınız, yandaşa peşkeş çektiğiniz hazineniz de boş olurdu. Sermaye, saray ve şürekası ev sahibi, emekli ve emekçiler sanki sığınmacıymış gibi davranmaktan vazgeçin. Bu ülkenin gerçek sahibi üretenlerdir. Buradan bütün işçi ve emekçi kardeşlerime sesleniyorum. Üreten sizsiniz, söz hakkı da sizindir. Üretim çarkı bir gün bile dursa hayat durur. 
 
Haklarınızı sonuna kadar savunacağız 
 
Haklarınız ve emeğiniz için daha çok örgütlenilmesi gereken bir süreçten geçiyoruz. Mensubu olduğumuz sendikalara daha fazla haklarımızı savunması için daha mücadeleci olması için daha çağrıcı olunması gereken bir süreçten geçiyoruz. Sesini çıkarmayan işçi emekçi yoksul daha sömürülür daha çok aç kalır. Bizler Ekmek ve Adalet buluşmalarımızda değerli emekçi kardeşlerimize ve yoksul halkımıza söz verdik. Sizlerden duyduğumuz bütün sorunları milletvekillerimizle birlikte parlamentonun gündemine taşıyacağız dedik. İşsizliği yoksulluğu açlığı hepsini parlamentonun gündemine satır satır, sizden ne duyduysak, mahallede tarlada bize ne anlattıysanız, hepsini bu yeni yasama döneminde vekillerimizle birlikte gündem yapmaya devam edecek, haklarınızı sonuna kadar savunacağız.
 
Çok kutuplu dünyada yeni paylaşım savaşları 
 
Bizler bugün burada toplantımızı gerçekleştirirken Filistin’de Lübnan’da ne yazık ki bombalar patlıyor. 100 yıl önce masa başında haritalar çizildi. Dün bir yılını dolduran İsrail’in Gazze’ye dönük saldırılarından yaklaşık 40 bin insan yaşamını yitirdi. Bu bilinen bir de bilinen var eminiz ki bundan daha çok fazlası var. Filistin’de Lübnan’da yaşamını kaybeden insanları saygıyla anıyorum. Siviller katledildi, topluma dönük inanılmaz düzeyde baskılar söz konusu. Orta Doğu halklarına emperyalist bir dizayn dayatılıyor. Harita yeniden çizilmek isteniyor. Filistin yakıldı yıkıldı. Rusya Ukrayna savaşı devam ediyor. Çin-Tayvan savaşı gündemde. Şimdi İsrail’in Beyrut’a Suriye’ye hatta daha da sınırları genişleterek Irak ve İran’a kadar uzanan saldırılar söz konusu. Bu savaş çok kutuplu dünyada yeni bir paylaşım savaşıdır ve yepyeni bir dünya düzenini yaratmak için yola çıkmış emperyalist güçlerin bölgesel savaşlarıdır. Enerji kaynakları doğa Akdeniz’deki hidrokarbon ve gaz rezervleri enerji nakil hatları üzerinden dünya yeniden şekillendirilmek isteniyor. Bu nedenle bu savaşlar çıkarılıyor, eski düzen çatırdıyor ve yeni Orta Doğu halkların kanı gözyaşı üzerinden hayata geçirilmek isteniyor. Bu düzende halklar yok, bu düzende özgürlükler yok, barış yok. Bu düzende kan var, gözyaşı var, göç var insan ölümleri var yıkımlar var. Kentlerin neredeyse ortadan kaldıracak yıkımlar var. 
 
Orta Doğu coğrafyasının her parçasında insan ölümleri var 
 
Bugün Gazze’den Kobanê’ye, Beyrut'tan Amed’e, Erbil’den Bağdat’a kadar Orta Doğu coğrafyasının her parçasında barut kokusu, bomba sesi ve insanların ölümü var. Bölgesel görünümlü küresel sermaye düzeni savaşlarının geçmiş dönemden bir farkı var. Artık teknoloji daha gelmiş artık yapay zeka silahlara ve saldırılar konusunda daha fazla yapay zeka kullanılır hale gelmiş. Artık nükleer silahlara dünyadaki birçok ülke erişmiş durumda ve her an nükleer silahları güçlendirmeye bir çok ülkenin yatırımı var. Bu demektir ki böylesi bir savaşın başlaması durumunda yani nükleer silahların devreye girmesi durumda bunları biz sıradan savaşlar gibi göremeyeceğiz, birinci ve ikinci dünya savaşındaki gibi de göremeyiz. 
 
Evrensel bir barış hareketini önleyelim
 
Çok daha büyük yıkım, çok ağır bir yıkım dünyanın yerkürenin ortadan kalkması anlamına gelecek büyük bir yok oluşun habercisidir bunlar. İşte bu nedenle bu hafta yaptığımız Avrupa Konseyi görüşmelerimizde oradaki hükümetlerin temsilcilerine Avrupa Parlamentosu temsilcisilerine şu görüşlerimizi ilettik; bütün Türkiye kamuoyu bilsin. Artık herkesin barış konusunda elini taşın altına koyması gerekiyor. Çünkü bu nükleer saldırılar karşısında hiç kimsenin, doğanın yaşama şansı kalmayacaktır. Buradan başka ülkemiz ve bölgemiz olmak üzere bütün dünya halklarına barış çağrısında bulunuyoruz. Gelin sınır tanımadan evrensel bir barış hareketini örgütleyelim. Dönemin ihtiyacıdır, gelişmelere bağlı olarak bu asli görevimizdir. 
 
İsrail'e yaptırım uygulanmadı
 
Bütün bu gelişmelerin Türkiye’ye doğal yansıması var. Bütünü bu gelişmelerin hemen öte yanında oluyor. Bu tablo içinde Türkiye’nin durumunu hep birlikte değerlendirmek zorundayız. AKP - MHP iktidarı bugüne kadar dış siyaset ve Orta Doğu politikasını Osmanlıcı ve yayılmacı bir çizgide izledi. Kürt düşmanlığı üzerinden kendisini inşa etti. Erdoğan İsrail’in gözü Anadolu’da diyor. Bu gerçeklerin altını çizmek zorundayız. Erdoğan ‘One Minute’ çıkışıyla ya da BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail karşıtı yaptığı konuşmalarla bir yol aldığını zannediyorsa yanılıyor. Bu konuşmalar hamasettir, pratik karşılıkları yoktur. Çünkü Türkiye hiçbir şekilde İsrail’e bir yaptırım uygulamadı. Biz ticari ilişkileri kesiyor dese de ticari ilişkileri farklı evraklarla ve biçimlerle formlarla devam ettirdiğini herkes biliyor. Buradan çağrımızı yineliyoruz; Filistin halkı için kimse timsah gözyaşı dökmeye kalkmasın. Filistin halkıyla dayanışacaksa gerçek anlamda pratikte karşılığı olan bir dayanışmanın ve ortaklığın gösterilmesi gerekiyor. Bu çıkışlarıyla Erdoğan’ın iç siyaseti dizayn etmek istediğini  çok iyi biliyoruz. Yine Anadolu’ya İsrail saldırabilir çıkışıyla şunu çok iyi yönetmek istediğinin gayet farkındayız. Ülke biraz önce konuştuğumuz gibi çok ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya. Tencere boş ve kaynamıyor. Onlar da o kadar bunun farkında ki bu savaş tamamlandığında iç siyasete tahvil etmek gibi bir durumda olduklarını mutlaka belirtmeliyiz.
 
MGK kararlarında ‘Kürtleri daha fazla nasıl döveriz’ kararı var!
 
Şunu söylüyoruz, sizler savaşı Filistin sorununu ülkenin bekası adı altında, ‘ülkenin bekası’ adı altında güvenlikçi politikalarla bu ülkede işsizliğin yoksulluğun hayat pahalılığının konuşulmasının önüne geçemeyeceksiniz. Çünkü sahada bunun yansımalarını görüyoruz. Elbette bu savaştan hiç kimse azade kalmayacaktır. Bunun farkındayız. İran için kırılgan deniliyor. Hatta İran Cumhurbaşkanı ifade etti, olası bir savaşta bizim içerideki dengelerimiz bozulur  ve her halk özgürlüğünü istemeye kalkar. İran’ın içi karışır. Bu kırılganlık mevcuttur İran’da, ama aynı kırılganlık Türkiye için de geçerli. Türkiye için bu kırılganlık şu boyutları ile geçerli. Türkiye’de mevcut iktidar bu sorunlara sahici yaklaşmak zorundadır. Ama sahici yaklaşmıyor, bu ülkeyi haksızlık, adaletsizlik, baskı şiddet ve çatışma böler. Bu ülkeyi halklar arası ayrımlar böler. İki kardeş arasında yapılan ayrım ve haksızlık iki kardeşi de bir evi de böler. Biz diyoruz ki; halkların Türkiye’de ortak bir yaşam rüyası ortak bir yaşam umudu var. Biz DEM Parti olarak dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de halkların birbiriyle dayanışma, barış içinde eşitçe ve kardeşçe yaşaması için çalışmalarımızı yürütmeye devam edeceğiz. Bunlar iç barıştan bahsediyor ya da savaşa karşı yeni bir ivme kazandırmak isterler. Elbette bütün bunlar konuşulup tartışılacak ve konuşulacak konular. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. Böyle bir niyetleri olduğu halde 3 Ekim’de MGK kararlarının sonuç bildirgesindeki 5 maddenin ilk 3’ü Kürtleri daha fazla nasıl öldürürüz? Kürtleri daha fazla döveriz? üzerine yazılmış. Bunu da kamuoyu ve kendilerine hatırlatmak isteriz. Böyle mi sağlanacak iç barış ve iç barışın stratejisi böyle mi oluşturulacak. 
 
'Özgürlük' mitingine çağrı 
 
Biz dün olduğu gibi bugün de bu kürsüden bir kez daha yeniliyoruz. Türkiye’de Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmelidir. Sadece Türkiye’de değil Suriye’de statü elde etmek üzere olan Kürt halkının statü hakkına dayanışmacı bir çizgi ile yaklaşılmalıdır. Bu Türkiye’nin resmi görüşü olarak da sunulabilmelidir. Barışın bölgede sağlamanın yolu buradan geçtiğini kimse unutmamalıdır. Bizler bu taleplerimizi yükseltmek için özellikle İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecridin kırılması gerektiğini canı gönülden savunuyoruz. Bunun için de 13 Ekim’de 'Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm' diyerek Amed’de 10 binlerle mitingde olacağız. Biz Amed’den barışın sesini Ankara’ya İstanbul’a, Beyrut’a, Filistin’e, Ukrayna ve Tayvan’a kadar ulaştırmak istiyoruz. Şu çok net savaş ateşinin her yere yayılma olasılığının olduğu bir dönemde tabii ki ülkemizdeki iç barış çok önemli. Biz bu kürsüden defalarca kez söyledik. Bütün dünya böyle bir savaş etkisi altına girmişken, savaş halka halka yayılırken elbette bir ülkenin kendi halklarıyla barışması halkların birbiriyle daha dayanışmacı bir çizgi izlemesinden daha önemli bir yaklaşım olamaz. Bunu oturup mevcut iç barış aklını verenler de bu çerçevede düşünmek durumundadır. 
 
Kürt sorunu…
 
Bu ülkede iç barış sağlanır, Kürt sorunu çözülürse, dışarıdaki barışın sözcülüğünü de daha kolay yapabilir bir seviyeye geleceğimizi bu kürsüden defalarca söyledik. Türkiye Irak İran ve Suriye için halkların eşitliğinin sağlanması için çok önemli. Ateş çemberinin tam kalbinde olan 4 ülke ve bu ülkelerin en önemli sorunu Kürt sorunu. Kürt sorunu bu ateş çemberinin içindeki 4 ülkede çözüme kavuşması, elbette bölgenin barışına da son derecek hizmet edecek tarihsel ve stratejik öneme sahip bir konudur. 
 
Ana muhalefet bu tablonun neresinde? 
 
Hem iktidara hem de muhalefete soruyoruz; AKP ve ortakları bahsettiğimiz bu tablonun neresindedirler? Ana muhalefet partisi bu tablonun neresinde? Bu sorunların çözümüne nasıl bir programı var? Bunu kamuoyuna açıklamalarını bekliyoruz. DEM Parti bu tablonun neresinde biliyor musunuz? Dün olduğu gibi bugün de tam da onurlu barış karesinde. Biz bir onurlu barış istiyoruz. Onurlu barışın tesis edilmesi için ödenecek bedel ne ise verilecek mücadele ne ise veriyoruz vermeye de hazırız. Bu konuda müzakere ve diyalog gerektiren dönemlerde de müzakereye de diyaloga oturmaya da hazırız. Ama şu unutulmamalıdır ki söz de değil özde kamera karşısına çıkıp iki söz söyleyerek yetinilmesi değil tam da çözüme dair bir plan ve programın kamuoyuna açıklanması böylesi bir programla ortaya çıkılması ve böyle bir somutlukla ancak siyaset konuşulabilir.
 
Toplum demokratik anayasa yapın diyorlar 
 
Anayasa ve toplumsal barış gibi çok önemli sorunlarımız var. Bizim bunları başarmamız için elbette yapılması gereken atılması gereken adımlar var. Kim nerede durursa dursun, bizim pusulamız toplumsal barışı sağlamaktır. Biz toplumsal barışı sağlama mücadelemizi ezilenlerle kadınlarla emekçilerle birlikte sağlamaya hazırız. Toplumsal barışı sağlamanın yolu toplumun taleplerini siyasetin yol haritası haline getirmekten geçer. Toplum bize diyor ki öncelikle herkesin gönülden inandığı ve herkesin benim anayasam diyebileceği bir anayasayı yapın diyor. Toplum diyor ki 12 Eylül cunta anayasası ile artık ilerlenmez. Bu bir ihtiyaçtır ama bunu sağlayabilmek için yani demokratik bir anayasayı sağlayabilmek için yani en geniş mutabakatı sağlayan bir toplumsal sözleşmeye imza atabilmemiz için öncelikli yapılması gereken yol temizliğidir. Demokratik anayasa giden yolun temizliğini sağlamaktır. Bunu yapabilmenin yolu elbette pratik adımlardan geçer. Aksi zaten mümkün değildir. 
 
İmralı tecridi 4 yıldır devam ediyor 
 
Merkezin adaletli yerelin güçlü olduğu idari bir sistem kurulmalıdır. Toplumsal barış için iktidar ve devlet aklının Gezi ve Kobanê sendromundan kurtulması gerekiyor. Burada Kobanê  ve Gezi’den bahsederken Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Can Atalay ve Osman Kavala’ya selam ve sevgilerimizi iletiyorum. Özellikle bu iki davayla ilgili AİHM’in kararları var. Bu kararların hayata geçirilmesi yol temizliğinin önemli öğelerinden biridir. Hapishaneler, cezaevleri işkencehaneye dönmüş durumda. İmralı tecridi 4 yıla yakındır devam ediyor. Bu yol temizliğinin yine en önemli öğelerinden biri siyasi tutsakların serbest bırakılması ile ilgili bir yasal düzenlemenin çalışmasının başlatılmasıdır. Onarıcı adalet budur, yapıcı adalet budur ve bu sağlanmalıdır. 
 
Bu ülkeye yapılan en büyük kötülük 20 Temmuz OHAL darbesidir
 
Topluma, ezilenlere kulak verdiğimizde yine şunu çok net duyduk. Bu ülkeye yapılan en büyük kötülük, 20 Temmuz’da gerçekleşen OHAL darbesi girişimi. Biliyorsunuz OHAL darbesi girişiminin hemen akabinde Türkiye’de iklim değişti, daha çok otoriterleşme ve daha çok faşizm kokusunun estiği bir çizgi izlendi. O günden bugüne Türkiye çok acı çekti. O günden bugüne Türkiye çok sayıda katliam yaşadı. O günden bugüne müdahale edilmeyen alan bırakılmadı. Demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları, kadın hareketi, ekoloji hareketi ezcümle muhalif olan her kesimi nasıl susturabiliriz şeklinde adım atıldığını çok iyi hatırlıyoruz. Kanun hükmünde kararnamelerle insanlara nasıl açlık ve yoksullukla, işsizlikle boyun eğdirilmeye çalışıldığını çok iyi biliyoruz. Şunu da çok iyi biliyoruz ki; 10 Ekim katliamında yaşananlar ve onun gibi IŞİD'in imza attığı birçok katliam, ve bu katliamlara ön açan otoriteler, bu katliamlara destek çıkan kolluk kuvvetleri, bu katliamları adeta tetikleyen ve planlayıcısı rolünde olan resmi oluşumlar. Bütün bunları konuşmadan elbette geçemeyiz. 10 Ekim Gar katliamında yitirdiğimiz bütün barış güvenliklerini saygıyla anıyorum. 10 Ekim'de Ankara Gar’da olacağız. hep birlikte anmamızı gerçekleştireceğiz. 10 Ekim'de yitirdiğimiz canlarımızı asla unutmayacağız. Onları yaşatmaya devam edeceğiz ve elbette bu acının hesabını sormaya da devam edeceğiz.
 
Eşit yurttaşlık farklı inançlara da sağlanmalıdır
 
Biz yol temizliği derken neyi kastettiğimizi somut hali ile sunmaya devam ediyoruz. Alevilere yönelik ikinci sınıf toplum muamelesi son bulmalıdır. Özellikle yeni dönemde eğitime dönük izlenen politikalar, bu iktidarın müfredata müdahaleleri asla kabul edilemez. Aleviler bunları reddediyor. Maarif programını, ÇEDES projesini Aleviler reddediyor. Aleviler bu ülkede anayasada tanımlı bir şekilde eşit yurttaşlık haklarını talep ediyor. Eşit yurttaşlık hakkı başta Aleviler olmak üzere bütün farklı inançlara sağlanmalıdır. Demokrasinin asgari koşulu budur. Ekonomik adalet olmadan, barış olur mu sorusu çıkıyor karşımıza. Elbet olmaz. Bugün Türkiye’de toplumsal barışın önündeki en büyük engellerden biri ekmek ve adalet sorunudur. Çete ve mafya düzeni hakim olduğundan beri ne adalete ne siyasete güven kalmamıştır. Temiz siyaset, adil mahkemeler ekmek ve su kadar acildir, ihtiyaçtır. 
 
Anayasayı kapalı kapılar ardından değil halkla yapın 
 
Demokratik bir anayasaya giden yol buradan geçmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. Aynı zamanda en geniş toplumsal mutabakat diyorsak anayasayı yaparken parlamentoda kapalı kapılar arkasında değil halka gitmek çok önemli ve esaslı adımlardan birisidir. Bu kadar mağduriyetten, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden, zamana yapılmış sivil darbeden bahsederken 12 Eylül askeri darbesini hatırlıyoruz. 12 Eylül’de bundan 44 yıl önce darbe rejiminde ilk idam edilen Necdet Adalı’ydı. Sizlerin huzurunda Necdet Adalı’yı, Elmadağ’ın altın saçlı devrimcisini saygıyla anıyorum. Bu darbelerle bizler yüzleşmek zorundayız. Darbe mekaniğini devam etmesini engellenin yolu bunlarla yüzleşmek ve hakikatleri açığa çıkarmaktır. 
 
Barışı savunmak için emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin karşısına dikileceğiz
 
Sözlerimi şair Bertolt Brecht bir çağrısıyla sözlerimi tamamlamak isterim. Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin: Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir… Bir tabiat kanunu değildir savaş, Barışsa bir armağan gibi verilmez insana: Savaşa karşı Barış için Katillerin önüne dikilmek gerek, ‘Hayır yaşayacağız!’ demek. Böylece mümkün olacak savaşı önlemek. Bizler eşit, adil ve özgür bir düzende yaşamak için barışı bu kadar savaşın yoğunlaştığı bir dönemde savaşa karşı barışın sesini daha gür çıkarmak için katilleri ve bu katliamları organize eden herkese karşı, emperyalist güçlere ve bölgedeki yerli işbirlikçilerine karşı bizler hep beraber dikileceğiz ve Bertolt Brecht’ın dediği gibi ‘Hayır, biz yaşayacağız’ diyeceğiz. Yaşam hakkımızı savunacağız. Barışı savunacağız."