10 Ekim: Unutulmayan acı, bitmeyen adalet arayışı

  • 09:06 8 Ekim 2024
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ - Türkiye’nin en büyük katliamlarından biri olan 10 Ekim 2015 Ankara Garı saldırısı, barış ve demokrasi için toplanan yurttaşları hedef aldı; 109 can yitirildi, 500’den fazla kişi yaralandı. Kapsamlı ihmaller ve yargı süreçleri, hala adalet arayışını diri tutuyor.
 
Türkiye, 1970 öncesinde olduğu gibi 70’lerden sonra da birçok katliama tanıklık etti. 1 Mayıs 1977 Taksim Katliamı, 1993 Sivas Madımak Katliamı ve 2011’deki Roboski Katliamı gibi olaylar, ülkenin toplumsal hafızasında derin yaralar açtı. Bu acı olayların yanı sıra 2015 yılı, Türkiye’de art arda gerçekleşen bombalı saldırılarla sarsıldı. Aynı yıl içinde Amed’deki HDP mitingine yönelik saldırı, Pirsûs’taki SGDF’li gençlerle düzenlenen saldırı ve Dîlok’ta bir düğüne gerçekleştirilen DAİŞ saldırısı, çok sayıda kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. Ancak 10 Ekim 2015’te Ankara Garı’nda düzenlenen bombalı saldırı, Türkiye tarihinin en ölümcül katliamlarından biri olarak tarihe geçti.
 
Bu katliamlardan dolayı özellikle DAİŞ’in saldırılarına karşı alınan önlemlerin yetersizliği, başta halk olmak üzere her kesimden tepkilerin yükselmesine neden oldu.
 
Barış mitingi ve saldırı öncesi
 
Katliamın hedef aldığı "Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi", Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla düzenlenmişti. Türkiye’nin Kürdistan ve Rojava’ya yönelik politikalarına karşı barış talebinde bulunan binlerce kişi, 10 Ekim sabahı Ankara Garı önünde bir araya geldi. Miting, Sıhhiye Meydanı’na yapılacak bir yürüyüşle devam edecekti. Ancak saat 10.04'te, mitinge katılanların yürüyüşe başlamadan önce, DAİŞ üyesi iki canlı bomba, kitlenin arasında kendilerini patlattı. Patlamalar sonucu 109 kişi hayatını kaybetti, 500’den fazla kişi yaralandı. Saldırının hedefi olan barış mitinginin hiçbir güvenlik tehdidi sinyali olmamasına rağmen, gerekli önlemlerin alınmamış olması, daha sonra büyük tartışmalara yol açtı.
 
Saldırı anı
 
Saldırı, katılımcılar kortejler halinde yürüyüşe başlamadan hemen önce meydana geldi. Kitle, Ankara Garı önünde barış ve demokrasi talepleriyle sloganlar atarken, DAİŞ çeteleri tarafından 3 saniye arayla iki kez bomba patlatıldı. HDP, SGDF ve EMEP kortejlerinin ortasında gerçekleşen patlamalar, meydanda büyük bir kaosa neden oldu. Patlamalar sonucunda birçok insan olay yerinde yaşamını yitirirken, yüzlerce kişi yaralandı. Meydanda oluşan panik, insanların birbirlerine yardım etmeye çalışması ve yaralıların yerde acil tıbbi müdahale beklemesiyle daha da derinleşti.
 
Bu sırada HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, patlamalardan sonra üçüncü bir patlamanın daha gerçekleştiğini belirtti, ancak bu patlamanın şiddeti diğerlerine göre daha azdı. Bu korkunç anlar, saldırıya tanıklık eden binlerce insan üzerinde derin bir travma bıraktı.
 
İlk müdahale ve tepkiler
 
Patlama sonrası polisin, yaralılara yardım eden kitleye yönelik saldırısı kamuoyunda tepkiye yol açtı. Polis, yaralılara yardım etmek isteyen insanları tazyikli su ve biber gazıyla dağıtmaya çalıştı. Ayrıca, ambulansların olay yerine geç ulaşması ve yaralıların tahliye edilememesi de eleştirilerin odağı haline geldi. Bu ihmaller, katliam sonrası iktidara yönelik tepkilerin artmasına neden oldu. Özellikle olay yerindeki tıbbi müdahalenin gecikmesi, daha fazla can kaybına yol açtığı düşüncesiyle büyük bir öfke yarattı.
 
Olay yerinde yaralılara yardım etmeye çalışan yurttaşlar, polis saldırısıyla karşılaştı ve bu durum, gerilimi daha da tırmandırdı. Saldırının hemen ardından Türkiye genelinde iktidara yönelik protestolar düzenlendi.
 
Hayatını kaybeden kadınlar
 
10 Ekim 2015 Ankara Garı Katliamı’nda hayatını kaybeden 109 kişi arasında birçok kadın da bulunuyordu. Bu kadınlar, barış, demokrasi ve insan hakları talepleriyle mitinge katılan işçiler, öğrenciler ve aktivistlerdi. Onların hikayeleri, katliamın yalnızca bir rakam olmadığını, derin insani trajediler barındırdığını ortaya koyuyor.
 
Soruşturmalar ve görmezden gelinenler
 
Katliamın ardından başlatılan soruşturmalar, emniyetin ve istihbarat birimlerinin saldırıyı önlemede yetersiz kaldığını ve görmezden geldiğini ortaya çıkardı. MİT, katliamdan birkaç gün önce DAİŞ bağlantılı bir eylem hazırlığı konusunda uyarıda bulunmuş ancak gerekli önlemler alınmamıştı. Bu güvenlik zafiyetleri, hem siyasi partiler hem de halkın tepkisine neden oldu.
 
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, katliamın arkasındaki kişilere yönelik geniş çaplı bir soruşturma başlattı. Ancak saldırıyı organize eden kilit isimlerin büyük çoğunluğu uzun süre firari kaldı. Katliama yardım ve yataklık eden kişilere yönelik operasyonlar düzenlendi ve bazı şüpheliler gözaltına alındı. Ancak olayla ilgili kilit isimlerin firar etmesi, soruşturmanın tamamlanmasını engelledi.
 
Siyasi ve toplumsal tepkiler
 
10 Ekim Ankara Garı Katliamı, Türkiye’nin siyasi atmosferini derinden etkiledi.  CHP ve MHP, güvenlik zafiyetlerini eleştirirken, HDP saldırının devlet eliyle gerçekleştirildiğine işaret etti. Türkiye ve Kurdistan genelinde düzenlenen protestolar, iktidarı istifaya çağıran geniş çaplı eylemlere dönüştü. İstanbul, İzmir, Ankara ve diğer büyük kentlerde barış ve adalet talepleriyle gösteriler düzenlendi.
 
Katliamın ardından Türkiye'deki siyasi ve toplumsal atmosferde kalıcı etkiler görüldü. İnsan hakları, ifade özgürlüğü, demokrasi talepleri gibi konular daha fazla tartışılmaya başlandı. Bununla birlikte, iktidara yönelik eleştiriler ve güvenlik önlemlerinin yetersizliği üzerine yapılan tartışmalar da hala devam ediyor. Özellikle adalet sürecindeki aksaklıklar, faillerin tam anlamıyla yargılanmaması ve olayın siyasi boyutunun yeterince araştırılmaması, adalet arayışındaki ailelerin tepkilerine neden oldu.
 
Uluslararası tepkiler
 
Katliam, sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de büyük yankı uyandırdı. Saldırının barış, demokrasi ve insan hakları talepleri için düzenlenen bir miting sırasında gerçekleşmesi, uluslararası kamuoyunda bu saldırının demokratik değerlere ve barış sürecine yönelik bir tehdit olarak görülmesine sebep oldu. Birçok ülkenin liderleri, Türkiye’ye başsağlığı mesajları iletirken, aynı zamanda bu tür saldırılara karşı küresel iş birliği çağrısı yaptı.
 
AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, yaptığı açıklamada saldırıyı "barış ve demokrasiye yönelik bir saldırı" olarak tanımladı. Federica, "Bu saldırı sadece Türkiye’nin değil, tüm bölgenin istikrarını hedef alıyor" ifadelerini kullandı. Ayrıca AB, Türkiye'nin çözüm sürecini yeniden canlandırmak için çaba göstermesi gerektiğini vurguladı.
 
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye'ye taziye mesajı gönderdi. Merkel, saldırının barış talebiyle toplanan insanları hedef aldığını vurgulayarak, "Barışçıl bir gösteriye yapılan bu saldırı insanlık dışıdır" dedi. Almanya Dışişleri Bakanlığı da yaptığı açıklamada, saldırı nedeniyle duydukları derin üzüntüyü dile getirdi. Almanya, saldırı sonrası Türkiye’deki insan hakları ve basın özgürlüğü konularında süregelen eleştirilerine rağmen bu olayın ardından insani dayanışmayı ön plana çıkardı.
 
ABD, saldırıyı sert bir şekilde kınayan bir açıklama yaptı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, yaptığı açıklamada, "Bu korkunç saldırı, masum sivillere yönelik vahşi bir eylemdir. Saldırıyı şiddetle kınıyor ve halkın yanında duruyoruz" ifadelerini kullandı. ABD ayrıca, saldırının faillerinin bir an önce adalet önüne çıkarılması gerektiğini vurguladı.
 
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Ankara Garı'ndaki saldırıyı kınayarak, bu tür eylemlerin küresel barışa yönelik bir tehdit oluşturduğunu belirtti. Ban Ki-moon, bu saldırının bölgedeki barış umutlarına zarar vermek amacıyla gerçekleştirildiğini söyledi. BM, Türkiye’deki sivillerin bu tür saldırılara karşı korunması gerektiğini vurgularken, çözüm sürecinin devam ettirilmesi çağrısında bulundu.
 
Sanat, anma ve barış çağrıları
 
Ankara Garı Katliamı, sadece siyasi ve toplumsal arenada değil, aynı zamanda kültürel alanda da geniş yankılar uyandırdı. Sanatçılar, yazarlar, müzisyenler ve akademisyenler, bu katliamı unutturmamak ve adalet çağrısını güçlendirmek için eserler üretti.
 
Katliamdan sonra birçok yazar ve şair, olayın yarattığı travmayı ve toplumsal etkileri eserlerinde işledi. Edebiyat dünyası, bu tür olayların toplumsal hafızadaki yerini koruma görevini üstlenerek barış ve adaletin önemini vurguladı. Şairler, ağıtlar ve şiirlerle katliamı anarken, edebiyatın iyileştirici gücüyle toplumsal dayanışmayı artırmayı hedefledi. Katliama, tiyatro ve sinema dünyası da sessiz kalmadı. Katliamla ilgili belgeseller, oyunlar ve kısa filmler üretilerek olayın toplumsal bellekte canlı tutulması sağlandı. Özellikle genç sanatçılar, bu tür yapımlarla adalet arayışına katkıda bulunmayı amaçladı.
 
Piyanist ve besteci Fazıl Say, 10 Ekim katliamında yaşamını yitirenler anısına bir ağıt besteledi. Fazıl Say’ın "10 Ekim Ağıtı", sadece kaybedilen canların anısına bir saygı duruşu değil, aynı zamanda barış ve adalet çağrısını taşıyan duygusal bir eser olarak kabul edildi. Bu beste, anma etkinliklerinde sıkça çalınarak, kaybedilenlerin anısını canlı tutmaya yardımcı oldu.
 
Barış ve demokrasi taleplerinin güçlenmesi
 
10 Ekim katliamı, Türkiye'deki barış ve demokrasi taleplerini daha da güçlendirdi. Saldırı, doğrudan bu değerler için toplanan insanları hedef almıştı ve bu nedenle toplumun geniş kesimlerinde büyük bir infial yarattı. Katliam, sadece teröre karşı bir tepki değil, aynı zamanda daha adil ve özgür bir toplum talebinin de seslendirilmesine yol açtı.
 
Katliamdan sonra Türkiye'deki çözüm süreci ve Kürt meselesi üzerine daha fazla tartışma başladı. Barış mitingine katılanların büyük çoğunluğu, Türkiye'deki Kürt sorununun çözülmesi ve şiddetin sona ermesi için çözüm talep ediyordu. Bu talepler, katliam sonrası daha güçlü bir şekilde gündeme getirildi. Ancak bu süreçte Türkiye’nin siyasi atmosferi giderek daha da sertleşti ve barış süreci sekteye uğradı.
 
Sivil toplumun güçlenmesi
 
Katliam, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin rolünü de daha görünür hale getirdi. Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi, birçok farklı kesimi bir araya getiren bir platform oluşturmuştu. Katliamın ardından, bu sivil toplum kuruluşları adalet mücadelesinde daha etkin rol oynadılar. Sendikalar, insan hakları dernekleri ve diğer sivil toplum örgütleri, katliamın faillerinin yargılanması ve adaletin sağlanması için mücadeleye devam ettiler.
 
Toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi
 
Katliam, Türkiye’deki toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. İktidarın saldırı sonrası izlediği politikalar ve güvenlik önlemlerinin yetersizliği konusundaki eleştiriler, toplumun farklı kesimleri arasında gerginliği artırdı. Özellikle muhalefet partileri ve iktidar arasındaki tartışmalar, katliamın toplumsal etkilerini daha da artırdı.
 
Katliamdan sonra güvenlik ve özgürlük ikilemi
 
Türkiye'de güvenlik ve özgürlükler arasındaki denge konusundaki tartışmalar artarken, katliamın ardından “terörle mücadele” adı altında getirilen güvenlik önlemleri, özellikle basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü konusunda ciddi endişelere yol açtı. Saldırı sonrası ilan edilen yayın yasakları ve basın üzerinde artan baskılar, bu saldırıyla ilgili bilgi akışını sınırladı. Ancak insan hakları örgütleri ve basın örgütleri, olayın kamuoyunda tam olarak anlaşılabilmesi için çalışmaya devam ettiler.
 
Yayın yasakları ve operasyonlar
 
Katliam sonrası iktidar, olaya ilişkin medyada yer alan haberleri kısıtlamak amacıyla yayın yasağı getirdi. Ancak bu durum, kamuoyunun bilgilendirilmesi konusunda ciddi eleştirilerle karşılandı. Özellikle dijital medyada yasakları aşmak için alternatif platformlar ve kanallar kullanılarak haberler yayılmaya devam etti. Katliamdan sonra alınan güvenlik önlemleri ve geniş çaplı operasyonlar, Türkiye’de insan hakları ihlalleri konusundaki tartışmaları da beraberinde getirdi. Özellikle sivil toplum kuruluşları, bu tür operasyonların sadece muhalefeti susturma amacını taşıdığına dikkat çekti.
 
Hukuki süreçler ve adalet arayışı
 
Sadece toplumsal ve siyasi bir mesele olarak değil, aynı zamanda hukuki boyutuyla da katliam sonrası yaşananlar gündemdeydi. Başlatılan soruşturmalar, devletin güvenlik zafiyeti, saldırının failleri arkasındaki güçler hakkında uzun süren tartışmaları beraberinde getirdi. Hukuki süreç, saldırıda yaşamını yitiren ve yaralananlar ile aileleri açısından zorlu bir mücadeleye dönüştü.
 
Soruşturmalar ve ilk gözaltılar
 
Saldırının, DAİŞ’e bağlı olduğu belirlenen iki canlı bombanın gerçekleştirdiği belirlendi. Soruşturma aşamasında, faillerden birinin Yunus Emre Alagöz ve diğer fail olarak belirlendi. Yunus Emre Alagöz’ün Pirsûs’taki katliamın faili olan Abdurrahman Alagöz’ün kardeşi olması, DAİŞ’in Türkiye’deki hücre yapılanmasının ne kadar derin ve organize olduğunu gözler önüne serdi. Bu iki kardeşin DAİŞ ile doğrudan bağlantılı olduğu ve Türkiye’deki "Dokumacılar" olarak bilinen DAİŞ hücresiyle ilişkili oldukları ortaya çıktı. Ankara Garı saldırısında kullanılan patlayıcılar ve yöntemler, Pirsûs saldırısıyla benzerlik taşıyordu ve her iki saldırının da aynı hücre tarafından organize edildiği belirlendi.
 
DAİŞ’in Türkiye'deki hücre yapılanması için de önemli bir rol oynayan Yunus Emre Alagöz saldırının planlayıcılarından biri olarak tespit edildi. Ancak uzun süre firari kalan Yunus Emre Alagöz kaçtı.
 
Güvenlik zafiyeti ve ihmaller
 
Katliamın ardından başlayan soruşturmalarda, devletin ve güvenlik birimlerinin ihmalkarlığı konusundaki iddialar sıkça gündeme geldi. Özellikle saldırıdan önce Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT), olası bir DAİŞ saldırısı konusunda uyarıda bulunmasına rağmen, yeterli güvenlik önlemlerinin alınmamış olması büyük tartışmalara neden oldu. Mitingin düzenleneceği Ankara Garı’nda polis ekiplerinin ve güvenlik önlemlerinin yetersiz olduğu, mitinge katılan kitlelerin gerekli güvenlik taramasından geçirilmediği ortaya çıktı. Bu durum, devletin saldırıyı engelleme konusundaki yetersizliğini gözler önüne serdi.
 
Yaralılara yardım edenlere saldırı
 
Patlamanın ardından olay yerinde bulunan polisin, yaralılara yardım etmeye çalışan insanlara biber gazı ve tazyikli su ile saldırması, kamuoyunda büyük tepki yarattı. Bu durum, özellikle muhalefet partileri ve sivil toplum örgütleri tarafından eleştirildi ve iktidara yönelik güvenlik zafiyeti iddialarıyla ilgili daha geniş çaplı bir soruşturma açılması çağrısında bulunuldu.
 
Yargı süreci
 
Katliamın ardından başlatılan yargı süreci, birçok ailenin adalet arayışında uzun ve zorlu bir mücadeleye dönüşmesine neden oldu. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, saldırıyı organize eden ve gerçekleştiren DAİŞ üyeleri hakkında davalar açıldı. Ancak, davaların ilerleyişi sırasında birçok aksaklık yaşandı. Saldırıyı planlayan kilit isimlerin firari olması ve bazı faillerin cezalandırılmamış olması, ailelerin tepkisine yol açtı.
 
2018 yılında sonuçlanan dava, mağdurlar açısından büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Davada yargılanan sanıklara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları verildi. Ancak davanın detayları, katliamın tüm yönleriyle aydınlatılamadığı ve saldırının arkasındaki güçlerin tam anlamıyla ortaya çıkarılamadığı gerekçesiyle eleştirildi. Ayrıca davanın ilerleyişi sırasında avukatların karşılaştığı engeller, yargı sürecine olan güveni sarsan unsurlar arasında yer aldı.
 
Dosyanın taşındığı Yargıtay, kararı bozarak davanın yeniden görülmesine karar verdi. Bunun üzerine dava, yeniden Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Davanın, 1 Temmuz’da görülen karar duruşmasında, mahkeme heyeti, 10 faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Fail Erman Ekici, "insanlığa karşı suç işlemek"ten beraat etti ancak "anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs" ve "silahlı terör örgütü faaliyeti kapsamında kasten öldürme" suçlarından toplamda 101 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Fail Erman Ekici ayrıca, izinsiz patlayıcı madde ve ruhsatsız silah bulundurmak suçlarından da hapis cezaları aldı.
 
Diğer failler Yakup Şahin, Hakan Şahin, Resul Demir, İbrahim Halil Alçay, Hacı Ali Durmaz, Talha Güneş, Hüseyin Tunç ve Metin Akaltın, 101 kişiyi öldürmekten ve 379 kişiyi katletmeye teşebbüsten toplamda ağırlaştırılmış müebbet ve 18'er yıl hapis cezası aldı. Firari faillerin dosyalarının ayrılmasına karar verildi.
 
Karar açıklandığında salonda bulunan aileler ve izleyiciler, kararı alkışlarla ve sloganlarla protesto etti. 10 Ekim Barış Derneği temsilcileri ve avukatlar, DAİŞ’li faillere verilen cezaların yeterli olmadığını ve adaletin tam sağlanmadığını vurguladı. Özellikle, mahkemenin "insanlığa karşı suç" konusunda beraat kararı vermesi eleştirildi. Karar, DAİŞ’in işlediği suçların yeterince ciddiye alınmadığı şeklinde değerlendirildi.
 
Ailelerin mücadelesi
 
Katliamın ardından aileler, "10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği" adı altında bir araya gelerek, adalet mücadelesini sürdürdüler. Bu dernek, saldırının unutulmaması ve sorumluların tam anlamıyla cezalandırılması için hukuki ve toplumsal mücadeleyi sürdürdü. Aileler, yargı sürecinde karşılaştıkları engelleri aşmak ve saldırının ardındaki ihmallerin ve ihmalkar kişilerin de yargılanmasını sağlamak için yıllarca süren bir mücadele verdiler. Her yıl 10 Ekim’de Ankara Garı’nda düzenlenen anma törenlerinde, adalet taleplerini yineleyerek, saldırının sorumlularının tam olarak yargılanmadığını ve iktidarın bu süreçte yeterince şeffaf olmadığını dile getirdiler. Bu mücadele, Türkiye’de adalet arayışının simgesi haline geldi ve toplumun geniş kesimlerinde destek buldu.
 
Toplumsal kutuplaşma ve katliamın siyasal yansımaları
 
Siyasi ve toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştiren katliamın ardından yaşanan süreç, iktidarın izlediği politikalar ve muhalefetin eleştirileri, ülke içinde gerilimi de arttırdı. Özellikle AKP iktidarı saldırıyı kınasa da, muhalefet partileri ve birçok sivil toplum örgütü, iktidarı güvenlik önlemlerinin yeterli düzeyde alınmamasından dolayı suçladı. CHP ve MHP, saldırı sonrası yaptıkları açıklamalarda, devletin güvenlik zafiyetine dikkat çekerek, halkın güvenliğinin sağlanamadığını vurguladı. HDP, saldırının barış ve demokrasi isteyen kitlelere yönelik bilinçli bir saldırı olduğunu ve iktidarın bu saldırıyı önleyememekte ihmalkar davrandığını dile getirdi. Özellikle saldırının düzenlendiği dönemde Türkiye’de Kürt sorunu ve çözüm sürecine yönelik tartışmaların yoğunlaştığı bir atmosferde gerçekleşmiş olması, HDP'nin eleştirilerini daha da sertleştirdi.
 
Uluslararası tepkiler
 
Ankara Garı Katliamı, uluslararası insan hakları örgütlerinin de dikkatini çekmiş ve bu katliam karşısında birçok insan hakları örgütü, Türkiye’ye yönelik eleştirilerini ve dayanışma mesajlarını dile getirmiştir. Bu kuruluşlar, saldırıya ilişkin değerlendirmelerinde hem insan hakları ihlallerine vurgu yapmış hem de Türkiye’deki ifade ve toplanma özgürlüğünün önemine dikkat çekmişlerdir. Ayrıca, iktidarın katliam sonrası uygulamaya koyduğu yayın yasakları ve basına yönelik baskılara karşı da güçlü tepkiler ortaya koymuşlardır.
 
Uluslararası Af Örgütü, 10 Ekim Katliamı’nı sert bir şekilde kınayarak, saldırının ardından Türkiye’de yaşanan güvenlik zafiyetine ve devletin ihmaline dikkat çekmiştir. Örgüt, Türkiye’deki eylem ve etkinliklere yapılan bu saldırının, barışa yönelik ciddi bir tehdit olduğunu vurguladı. Ayrıca, katliam sonrası getirilen yayın yasaklarının ve medya üzerindeki baskıların, halkın olay hakkında bilgi edinme hakkını kısıtladığını belirtti. Uluslararası Af Örgütü, iktidarın bu tür olaylara karşı daha şeffaf olması gerektiğini savunarak, olayın sorumlularının tam anlamıyla yargılanması ve adaletin sağlanması çağrısında bulundu. Örgüt ayrıca ailelere yönelik adil bir soruşturma ve etkili bir yargı süreci yürütülmediği takdirde, Türkiye’nin insan hakları sicilinde büyük bir leke kalacağı uyarısında bulundu. Af Örgütü, iktidarı, insan hakları standartlarına uygun bir şekilde davranmaya ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan uygulamalara son vermeye çağırdı.
 
İnsan Hakları İzleme Örgütü 
 
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), saldırının ardından Türkiye’de artan güvenlik önlemlerinin ve basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların ciddi endişelere yol açtığını belirtti. HRW, 10 Ekim Katliamı’na verilen güvenlik zafiyetlerinin ardından iktidarın tepkisini değerlendirirken, saldırıların önlenememesinin büyük bir ihmalkarlık olduğunu ifade etti. Örgüt, aynı zamanda saldırı sonrası getirilen yayın yasaklarının ve medya üzerindeki baskıların halkın bilgi alma hakkını ihlal ettiğini vurguladı.
 
HRW, Türkiye’nin toplanma hakkını güvence altına almak için gerekli önlemleri almaması ve DAİŞ tehdidine karşı yeterli tedbirler alınmadığını vurguladı. Ayrıca, iktidarın bu saldırıya ilişkin şeffaf ve kapsamlı bir soruşturma yürütmesi gerektiğini, aksi takdirde Türkiye’deki hukukun üstünlüğünün zayıflayacağına dair endişelerini dile getirdi. HRW, bu katliamın sorumlularının bulunmasının, Türkiye’de adalet ve hesap verebilirlik açısından kritik bir öneme sahip olduğunu belirtti.
 
Sınır Tanımayan Gazeteciler 
 
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), saldırının ardından Türkiye'deki basın özgürlüğü üzerindeki baskılara yönelik kaygılarını ifade etti. 10 Ekim Katliamı’ndan sonra getirilen yayın yasakları ve medya kuruluşlarına yönelik baskılar, RSF tarafından yoğun bir şekilde eleştirildi. RSF, halkın olay hakkında doğru bilgiye ulaşmasının engellenmesinin, demokrasi ve ifade özgürlüğü açısından büyük bir tehdit oluşturduğunu belirtti. RSF, Türkiye’de medya üzerindeki baskıların, özellikle iktidarın saldırıya ilişkin sorumluluğunu tartışmaya açabilecek gazetecilere yönelik sansür girişimleri ile daha da derinleştiğine dikkat çekti. Örgüt, medya kuruluşlarına yönelik baskının yanı sıra dijital medyada katliamla ilgili yapılan paylaşımların engellenmesini de sert bir dille eleştirerek, Türkiye’yi basın özgürlüğüne saygı göstermeye ve sansür uygulamalarını derhal kaldırmaya çağırdı.
 
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği
 
Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Ankara Garı Katliamı’nı kınayan bir açıklama yaptı. BM, Türkiye’nin insan haklarına saygı göstermesi gerektiğini vurgularken, saldırının ardından yaşanan güvenlik zafiyetlerinin sorumlularının hesap vermesinin önemli olduğunu ifade etti. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, ayrıca saldırının ardından getirilen yayın yasaklarının ve medyaya yönelik kısıtlamaların kabul edilemez olduğunun altını çizdi.
 
Uluslararası Kriz Grubu 
 
Uluslararası Kriz Grubu da (International Crisis Group), 10 Ekim Katliamı’nı Türkiye’nin toplumsal barışını tehdit eden bir saldırı olarak değerlendirdi. Katliamın ardından Türkiye’deki siyasi ve toplumsal gerilimin arttığını vurgulayan grup, Türkiye’nin barış sürecini yeniden başlatma ve DAİŞ gibi radikal unsurlara karşı daha etkili önlemler alma çağrısında bulundu.
 
Kriz Grubu, Türkiye’nin, iç barışını sağlamak için siyasi diyalog süreçlerine önem vermesi gerektiğini kaydederek, iktidarı şeffaf bir soruşturma yürütmeye davet etti. Saldırının, sadece Türkiye'nin değil, bölgenin istikrarı açısından da önemli bir kırılma noktası olduğuna dikkat çeken grup, saldırının faillerinin yargı önüne çıkarılmasının uluslararası alanda da önemli olduğunu vurguladı.
 
Katliamın yıldönümünde düzenlenen anma etkinlikleri ve yürüyüşler, Türkiye ve Kurdistan genelinde her yıl geniş katılımla gerçekleştiriliyor.  Ankara başta olmak üzere birçok şehirde düzenlenen bu etkinliklerde, barış talebini yinelenirken, kaybedilen canlar anılıyor. Sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin öncülüğünde yapılan anmalar, Türkiye'deki adalet arayışının ve barış mücadelesinin sembolü haline geldi.