Mine Söğüt: Kadın adına biçimlendirilmiş politikaları baştan yaratmalıyız

  • 09:01 9 Haziran 2019
  • Kültür Sanat
Rengin Azizoğlu
 
DİYARBAKIR - Yazar Mine Söğüt, sanatın her haliyle çağı yansıttığını söyleyerek, “Eleştirileri, itirazları şablonlar dışına çıkararak, daha güçlü hissederek kendimizi ve gerçekten tabuları, kadın adına biçimlendirilmiş politikaları didik didik ederek yeni baştan yaratmazsak bu sıkışmışlıktan çıkamayız” dedi.
 
Gazeteci yazar Mine Söğüt 1968 İstanbul doğumlu. Üniversite’den mezun olduktan sonra muhabirliğe başlayarak televizyon belgesellerinin metin yazarlığını yaptı. Öküz dergisi yazarlığı sonrası gazeteciliği bırakan Mine 2000’de ilk kitabı ‘Adalet Cimcoz: Bir Yaşam Öyküsü Denemesi’ biyografisini yazdı. 14 kitabı bulunan Mine ile, edebiyata nasıl başladığını, son dönemde çıkan eserleri ve edebiyat dünyasının duruşunu konuştuk.
 
* Edebiyata nasıl başladınız? Genelde kitaplarınızda hangi konulara yer veriyorsunuz?
 
İlk kitabım benim için bir denemeydi. Bir kurgu yapabiliyor muyum, edebi bir metinin altından kalkabiliyor muyum diye bakmak istedim. Sanırım oldu ki onaylandı. Böylece edebiyat alanında da yazmaya başladım ama bir yandan da gazetecilik alanında yaptığım kitaplara da devam ettim. Yazıyla ilişkim olgunlaşa olgunlaşa bu noktaya geldi. Roman ya da hikaye için masanın başına oturduğumda bana yazdıran duygu hep itiraz oluyor. İtiraz ettiğim, öfkelendiğim, neden böyle oluyor diye sorduğum, üzerine kafa patlattığım, dertlendiğim meseleler yazdırıyor. O yüzden kitaplarım karanlık, kasvetli, sert hikayeler konulu oluyor.
 
* Kadın olarak edebiyat alanında yaşadığınız zorlanmalar nelerdir?
 
Yalnızca bizim toplumumuza ait olmayan, dünyaya ait kadınların yaşadığı problemleri yadsımadan kişisel olarak ben kadın olduğumu bilmem. Kadın olduğumu bilmediğim için de sorunları kadınlığım üzerinden okumam. İnsanlık, erk ve iktidar algısın üzerinden okurum. İktidar algısının bozukluğu yüzünden kadın, erkek başımıza gelen şeyler olduğunu düşünürüm. Yüzleştiğim sorunlar benim kadın olmamdan kaynaklı oluyorsa bile bendeki okuması öyle olmaz. O yüzden kabullenilmiş iktidar haliyle ciddi bir problemim var. Kişisel deneyimlerim, kişisel itirazlarım olsa da bunlar kadınlığımla değil insanlığımla bağlantılıdır. Aynı şekilde diğerlerinin erkekliğiyle değil insanlığıyla bağlantılıdır diye değerlendiririm. O yüzden kadın meselesine sıkışmışlıklar, sosyal ve sınıfsal problemler, kültürel sorunlar açısından son derece gerçekçi bakarım ama kendi hayatımda böyle deneyimlemedim.
 
* Son dönemde çıkan eserleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Her haliyle sanat, çağını yansıtır. Başka türlü okumamız mümkün değil. Bu çağdaki bu karmaşa, hafifliği ve ağırlığıyla, sıkışmışlığıyla, genişliğiyle bizim kafamız ne kadar karışıksa sanatın da kafası o kadar karışıyor. Sanırım birbirimize benziyoruz. Bir adım ileri bir adım geri olabiliyoruz ama sonuçta ülkenin politikası nasılsa ya da ev içlerimiz nasılsa sanat da yaratıcılık da aynı problemler, kafa karışıklıkları yetersizlikler ve hırçınlıklarla biçimleniyor. Edebiyat da biraz öyle. Kafası karışık ne anlatacağı konusunda tedirgin, büyük bir sıkışıklık yaşadığımızı görüyorum. Kendi özelimde de bu böyle. Ama bir yandan da anlatmak istediğimiz, çok sert hikayeler var. Bu sertlik de karşılığını görüyor. Belki idealist şeyler yazılmıyor çünkü şimdi onun peşinde değiliz. Birazcık sorunlarımızı, kendimizi tanımlamaya ve asıl meselemizin ne olduğunu araştırmaya yoğunlaşıyoruz.
 
* Edebiyat muhalif bir yerde durmalı mı? Genel anlamda Türkiye’de muhalif kimlik ne durumda?
 
Muhalefetin kıymeti üzerinde büyük tartışmalar, şüpheler ve güvensizlik var. Ne işe yarıyor muhalif olmak ya da idealist olmak? Çağ biraz bunu sorguladığımız bir çağ. Bir de tehlikeleri var. Muhalif olmanın her çağda tehlikeleri vardır. Bu çağın bir sorunu bu tehlikeleri göze alma disiplini bozulmuş durumda. Muhaliflerin başına hep bir şey gelir. Tarih boyunca gelmiştir. Siz muhalif olduğunuzu belirlerken başınıza gelecekleri göze almışsınızdır. Şimdi artık başınıza gelecekleri düşünüyoruz sonra muhalif olmayı göze alamıyoruz. Böyle bir terbiyeden geçti bu çağın insanı. Bu da tüketim alışkanlıklarının, kültürünün ve eğitiminin başarısı. Çünkü artık vatandaş değiliz birey değiliz kadın ya da erkek değiliz. Kimliklerimiz var ama tüm kimlikler alt kimlik ana bir kimlik var ki o da tüketici olmamız. Bu tüm kimliklerden daha sert, daha belirleyici tutsak edici, pasifize edici ve işlevsizleştirici. O yüzden muhalefet de bu tüketici kimliğinin tehlikeli ve insanı işlevsiz bırakan kimliğin kurbanı oluyor. Muhalefeti oluşturmak yalnızca can güvenliği değil yaşam kalitesi güvenliğini tehdit ediyor. Bu kötü bir ölçü o yüzden muhalif olmanın değeri ve yeri bugüne kadar insanlık tarihinde tarif edilen yer ve değerden çok başka bir noktada şu an.
 
* Türkiye’de yaşanan gelişmeler karşısında edebiyat dünyasının duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Edebiyatın yaşanan meselelere çok duyarsız kaldığını düşünmüyorum. Birçok yazar bu sıkışmışlık üzerinden metinler oluşturuyor. Edebiyatın karşı koyması politik karşı koymalara benzemez. Daha derin, içten ve başka bir yerden gelir, farklı sesler çıkarırız. Bazen kendi hayatlarımız ve tercihlerimizle karşı koyarız bazen yazdıklarımızla konuştuklarımızla karşı koyarız. Bu açıdan ben edebiyatı yaşananlara karşı zayıf bulmuyorum ama dağınık olduğunu düşünüyorum. Çok kalabalığız, çeşitliyiz, çok farklı meseleler var. Zaten kötülük gücünü bu dağınıklılık ve çeşitlilikten alıyor. Yine de eylem ve tepki biçimlerinin farklılıklarını da doğru değerlendirmemiz gerekiyor. Tek bir karşı koyuş yoktur, yöntem farklılıkları vardır. Bunlar bazen ideolojik bazen de tamamen kültürel ya da duygusal farklılıklardır. Birbirimizi anlamamız önemli.
 
* Tüm bu yaşanan gelişmelere karşı nasıl bir mücadele hattı örülmeli?
 
Bizlerin üzerimize giydirilmiş kimlikleri, sorunlara bakış açımız, kendi sorunlarımızı tanımlayış açımız dahil bunları sorgulayan, daha anarşist daha tepkisel tabuların her türlüsünü sorgulayan bir dil oluşturmazsak kısır bir daire içinde dönüp dolaşıyoruz diye düşünüyorum. Yapmamız gereken eleştirileri, tepkileri, itirazları şablonlar dışına çıkararak, daha güçlü hissederek kendimizi ve gerçekten tabuları, gelenekleri, görenekleri, inançları, kadın adına biçimlendirilmiş politikaları didik didik ederek yeni baştan yaratmazsak bu sıkışmışlıktan çıkamayız.