Planı değersizleştirme

  • 09:05 14 Eylül 2024
  • Kadının Kaleminden
 
"İktidar sisteminin şiddete bulaştırdığı insana karşı, yüzümüzü demokratik modernite insanına çevirmek, yüzyılımızın en temel alternatifi olabilir. Sonuç olarak; bu coğrafyanın insanlarının en büyük zenginlik olduğuna inanıyorum. Doğayla bütünleşen ahlaki ve politik yaklaşan, toplumsal olabilen insanı kaybetmemek gerekir."
 
Necla Yıldız 
 
Şiddet, hayatımın kopmaz bir parçası oldu adeta. Hatta bizler şiddetin bir parçasıyız sanki, ‘Şiddet’ denildiğinde bunu ‘fiziki zor’ olarak ele alanlar abarttığımı düşünebilirler. Fakat fiziki zor, şiddetin göze çarpan bir yönüdür sadece. Bağırmak, hakaret ve küfür etmek, aşağılamak, horlamak, küçük görmek gibi günlük hayatta defalarca karşılaştığımız eylemler birer şiddettir. Bunların hepsi ‘değersizleştirme’ dediğimiz kavramda toplanır. Şiddetin yansımayan yüzü ama temelinde yatan gerçeklik ‘değersizleştirme’dir. Bu değersizleştirmeyi hisseden bir insan, şiddetin en acı yüzünü her gün görmek zorundadır.
 
Ölümün propagandası
 
İnsanların kendini yalnız ve işe yaramaz hissettiği, daha doğrusu hissettirildiği- bir yerde kendi iradesiyle yaşaması oldukça zordur. ‘Plan 75’ adlı film de böyle bir tema içerir. 75 yaş ve üstü insanlar için devletin hazırladığı plana göre; daha sağlıklı ve güçlü bir toplum yaratabilmek adına bu insanların ölmesi gerekmektedir. Yaşamak isteyenler, adeta ayakta kalmak için çok uğraşırlar. Fakat sistem umut vermediği için ölümü tercih etmek zorunda kalırlar her gün yüzlerce yaşlı, kendileri için hazırlanan hastane bölümlerinde sessizce terk ederler yaşamı. Bu sessizliğin içinde yaşamak isteyen insanların çığlıklarını görmek veya hissetmek mümkündür. Filmde birebir kaba zora başvurulmaz. Ama yalnızlık hissi, kendini çaresiz ve kimsesiz görme, gereksiz olduğunu düşünme gibi duygular, onları bu tercihe zorlar. Zaten temel nokta da budur. Ölümü kabullenmeleri için türlü planlamalar hazırlanır ve ölümün propagandası yapılır. Yıllardır ülkeleri için verdikleri emekler edindikleri tecrübeler vs. göz ardı edilir. Bu zamana kadar bireyi ‘birey’ yapan tüm normlar aniden ölüme gönderilir. Sıraat köprüsünde yürüme misali, ölüme meyleden uzun bir yürüyüşe zorlanırlar. İktidarın belirlenen yaş grubuna ölümü dayatması, onların farklılığından ötürüdür. Durup biraz düşünelim; bugünkü şiddetin özü de farklılıklardan ötürü değil midir? Kendini üstün gören kesim, zayıf olarak gördüğü kesimi bastırmak için farklılıkları, eksiklik olarak görme eğilimindedir. Ve bu zayıflıklarla baş etmenin en sonuç alıcı çözümü de, şiddeti tüm yönleriyle kullanmaktadır. Kısacası ‘Plan değersizleştirme’ devrededir.
 
Susmaya mecbur bırakılmak şiddettir 
 
Son dönemlerde okullarda veya mahallerde artan çocuk istismarlarını ele alalım. Yıllardır bir veya daha fazla erkeğin korkutma, sindirme, taciz-tecavüz, değersizleştirme gibi sistematik şiddetine uğrayan çocukların güzel bir yaşam sürdürmesi imkan dahilinde midir? Diğer yandan bu çocukların hepsinin konuştuğunu söyleyemeyiz. Çocukların çoğunluğu, aile ve çevrenin korkusundan, yaşadıklarını gizlemeyi tercih etmeye mecbur hissediyorlar kendini ya da varolan katı din anlayışı b. u çocukların kendilerinin günahkar görmelerine neden oluyor. Aldıkları eğitim insanın –özelde kadının- değersizleştirilmesi üzerine planlanmıştır. Bu çocukları suskunluğa iten en temel neden, konuşmaları halinde karşılaşacakları tepkilerdir. Adalet sistemi, izledikleri haberler ve burada kullanılan dil, her yıl çekilen onlarca dizi, ‘kadın kuşağı’ denilen programlar, işlenen cinayetler, siyasetin erkek aklı-dili vs. gibi yüzlerce sebep, şiddet karşısında susmanın sebebidir. O zaman çıkan sonuç şu olmaktadır. Susmaya mecbur bırakılmak da şiddettir.
 
Doğruları değersizleştirdi
 
İnsanları işsiz bırakma, yoksullaştırma bir şiddettir. Kadının her gününü korkuyla yaşamaları şiddetin sonucudur. Umutsuz bırakmak şiddettir. Hak talep edemez hale getirmek şiddettir. Doğa kırımı şiddettir. Bu şiddetler sarmalındaki temel çözüm insanlara dayatılan kof özgüven olamaz. Şiddete en büyük çözüm gerçeklik olabilir ancak. Öncelikle şiddet olgusunun var olduğunu ve sadece kaba zor yöntemiyle sınırlandırılmadığını kabul etmek durumundayız. Şiddeti sınırlandırarak çözüm olamayız. Şiddete karşı mücadele ederken, ayaklar altına alınan insanlığa ve doğaya, hak ettiği değeri vermek önemlidir. Yaşadığımız dünyada yeşeren ilk gerçeklik ‘doğrular’ üzerine oldu. Tarihin ilk şiddeti de bu doğruları değersizleştirerek yaşandı. Bu şiddetin durdurulmasının asıl sebebi ise, toplumu bu suça ortak etme kurnazlığıdır. Bu suça ortak olmamak için direnmek zorundayız. İktidar sisteminin şiddete bulaştırdığı insana karşı, yüzümüzü demokratik modernite insanına çevirmek, yüzyılımızın en temel alternatifi olabilir. Sonuç olarak; bu coğrafyanın insanlarının en büyük zenginlik olduğuna inanıyorum. Doğayla bütünleşen ahlaki ve politik yaklaşan, toplumsal olabilen insanı kaybetmemek gerekir. Yaşadığımız coğrafyanın insanı, değersizleştirme şiddetine rağmen ‘kainatın aynasıyım madem ki bir insanım’ felsefesini savunmak kendini var kılma mücadelesini sürdürmektir. Çözüm yine insandır. Deyişte de belirtildiği gibi: ‘Ne ararsan var insanda/ madem ki ben bir insanım’
 
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi.