Dünyada örneği yok: Ağırlaştırılmış müebbetten ‘incommunicado’ya!

  • 09:01 4 Nisan 2023
  • Hukuk
Marta Sömek 
 
İSTANBUL - Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’na getirilmesiyle başladığını ve tüm cezaevlerine yansıdığını söyleyen avukat Gülizar Tuncer, “Sadece Abdullah Öcalan ile sınırlı bir uygulama. Bunun adı işkence. Mücadele eden bütün kurumlar sorumluluk almak zorunda” diyerek herkesi tecride karşı mücadeleye çağırdı.
 
15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası komplo ile tutuklanarak İmralı Adası’na götürülen PKK Lideri Abdullah Öcalan, 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutuluyor. 31 Mayıs 1999 tarihinde İmralı Adası’nda yargılanmaya başlayan Abdullah Öcalan’ın yaptığı savunmalar daha sonra kitaplaştırılarak dünya halkları tarafından büyük bir ilgi gördü. Büyük bir nefret ve linç atmosferinin yaratıldığı bu süreçte yargılamayı yapan Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 29 Haziran 1999’da PKK Lideri’ne oybirliği ile idam cezası verildi. Kararda Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 59’uncu Maddesinde düzenlenen cezai sorumluluğu kaldıran veya azaltan nedenlerden yararlandırılmasının uygun görülmediği açıklandı. Ardından mahkemenin verdiği idam kararı, Yargıtay tarafından 25 Kasım 1999 tarihinde onandı. Ağustos 2002'de ise Meclisin Avrupa Birliği (AB) yasaları çerçevesinde idam cezasını kaldırması sebebiyle Abdullah Öcalan’a verilen idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.
 
İmralı ile gelen ağırlaştırılmış müebbet
 
Ağırlaştırılmış müebbeti hukuka aykırı bir “infaz sistemi” ve “düşman hukuku” ifadesiyle yorumlayan hukukçular ise bu uygulamanın ağırlaştırılmış tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri ile birlikte getirildiğini vurguluyor. Avukat Gülizar Tuncer, ağırlaştırılmış müebbete ilişkin şunları kaydediyor: “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesi ile bu sistem ortaya çıktı. Bu cezayı ‘idamdan beter bir ceza’ olarak getirdiler. Bu şekilde sundular. Sırf Öcalan için yasa çıkarıldı ve ceza sistemi getirildi. Bu düzenleme bu şekli ile onlarca tutukluyu da etkiledi. Bugün kaç kişiye uygulandığını dahi bilmiyoruz.” Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği kararlarda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3’üncü Maddesini ihlal eden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezanın iyileştirilmesine dair düzenleme yapılmasını istiyor.
 
Ağırlaştırılmış müebbetten ‘incommunicado’ya
 
Ancak Abdullah Öcalan ağırlaştırılmış müebbetin yanı sıra “incommunicado” yani mutlak iletişimsizliğin sürdüğü bir politikaya da maruz bırakılıyor. PKK Lideri ile diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım’dan 2 yıldır hiçbir haber alınamıyor. Avukatları ve ailesinin Abdullah Öcalan ile görüşebilmek için yaptığı başvurular, Bursa İnfaz Hakimliği’nin 6 ayda bir sistematik olarak verdiği “keyfi” ve hukuka aykırı “avukat görüş yasağı” ve “disiplin cezaları” gerekçeleriyle engelleniyor. Ailesi, avukatları, kamuoyu ve dünya halklarının 2 yıldır yaptığı tüm çağrı, başvuru ve girişimler ile tecridin son bulması ve PKK Lideri’nin fiziki özgürlüğünün sağlanması talep ediliyor.
 
Avukat Gülizar Tuncer, ağırlaştırılmış müebbet ve tecride ilişkin JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu.
 
İdamdan daha beter bir ceza yöntemi: Tecrit
 
“Türk hukuk sisteminde geçmişte ölünceye kadar ağırlaştırılmış hapis ceza sistemi yoktu” diyen Gülizar, infaz cezasında yalnızca idam cezalarının olduğunu ifade etti. Gülizar, “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 1999 yılında yakalanarak Türkiye’ye getirilene kadarki süreçte yeniden idam cezaları gündeme getirildi. 12 Eylül faşizminin ‘asmayıp da besleyelim mi’ söylemi yerine bu sefer ellerinde iple meydanlarda dolaşarak ‘ille de asalım’ diyen siyasetçiler aldı yerini. Sonrasında o dönem ülkeyi yönetenler dediler ki, idam cezası uygulamayacağız ama idamdan daha beter bir ceza yöntemi ile yerleştirelim ve yavaş yavaş öldürelim. Akabinde kriz merkeziyle birlikte İmralı Cezaevi’ne özel bir mevzuat, sadece tek kişilik bir odada değil tek kişilik adada tutulmaya başlandı Abdullah Öcalan. Sonraki süreçte yanına diğer hükümlüler götürülse de sonuç itibari ile ne birlikte bir görüşme var ne de avukat ve aile görüşü” sözleriyle PKK Lideri üzerinde uygulanan tecridin amacını anlattı.
 
Ağırlaştırılmış yaptırımlar
 
İdam cezasının 2002 yılında çıkarılan 4771 sayılı yasa ile mevzuata girdiğini belirten Gülizar,  “O zamana kadar geçmiş süreçte idam cezası alıp 36 yıl yatması gereken siyasi tutsakları etkileyecek şekilde uygulanmaya başlandı. Burada kazanılmış haklar gasp edilerek, 90‘lı yıllarda yargılanıp cezaları kesinleşmiş, infazına başlanacak olanlar 36 yıl yatacakken şimdi ölünceye kadar cezaevinde kalıyorlar.  Bu yasal düzenleme sadece infaz sürecini uzatmakla kalmayıp, süreyi süresiz hale getirilerek ölünceye kadar yapmış oldu. Ve infaz koşullarını da ağırlaştırdılar. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik İnfazı’nın 25’inci Maddesine göre ağırlaştırılmış müebbete mahkum edilenler tek başına, tek kişilik hücrede tutuluyor.  Günde bir saat havalandırma hakkı var ancak iyileştirme ve eğitim programına ‘uyuyorlarsa’. Sınırlı düzeyde görüşme hakları var, ortak havalandırmaya çıkabiliyorlar. Onun dışında aile görüş hakkı sınırı var. Siyasi tutsaklara özgü daha ağırlaştırılmış yaptırımlar söz konusu” diye konuştu.
 
‘Tutsaklarla sohbet hakları dahi yok!’
 
Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan tutsakların yalnızca alt, üst soy ve kardeşleri ile görüşebildiğini paylaşan Gülizar, “Aynı anda görüş hakları da yok, ayrı ayrı görüş hakları var. Haftalık görüşme 15 günde bir uygulanıyor. Diğer tutsaklarla görüş haklar da aynı şekilde 15 günde bir 10 dakikalık görüş hakları var. Diğer mahpuslarla sohbet hakları yok. Arkadaş ziyaretleri yok ve daha da önemlisi ortak havalandırmaları kullanamama, haberleşme kısıtlamaları çok ağır ihlaller. Devlet, ağır hasta olsan dahi ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkumsan cezaevinde öleceksin diyor ya da R Tipi Cezaevi işkence merkezlerine dönüştürülen yerlerde tutuluyorlar. Başka türlü serbest bırakılamaz” sözleri ile Abdullah Öcalan’ın bu hakların hiçbirini kullanamadığını vurguladı.
 
‘Umut hakkı yok edilemez’
 
Hem mevzuat hem de uygulama ile ilgili uluslararası hukuk ve AİHM’in verdiği kararlar olduğuna değinen Gülizar, “Bir ağırlaştırılmış müebbetin dışarı çıkma umudunu yok edip umut hakkının ortadan kaldırıldığı düşüncesiyle AİHS’in 3’üncü Maddesinde işkence yasağına aykırılıktan ihlal kararları veriliyor. Fakat işkenceyi sadece fiziksel olarak nitelendirmiyor AİHM. İnsanlık dışı ve onur kırıcı şekilde kararlara yansıyor. Süresiz biçimde ölünceye kadar cezaevinde kalacak bir durum söz konusu değil, bu sadece Türkiye’ye mahsus. Ve AİHM kararlarında deniliyor ki, tutsakların bir gün dışarıya çıkmayı umut etme haklarını ortadan kaldıramazsınız” dedi.
 
Dünyada örneği olmayan mutlak iletişimsizlik
 
Avrupa Konseyi Bakanlık Komitesi’nin Türkiye ile ilgili yaptırım niteliğinde kararlar almadığının da altını çizen Gülizar, “Türkiye’ye sadece uyarılarda bulunuyor. Abdullah Öcalan’ın konumuna ilişkin CPT raporları doğrultusunda eylem planı sunumu gibi önermeleri oluyor ve bunun ötesine geçmiyor. Türkiye’de hiçbir zaman eşitliğe dayalı mevzuat oluşturulmadı. Devlet geleneksel Osmanlı’da kalma zindancı devlet anlayışı ile hareket ederek düşmanca bir yaklaşımda bulunuyor. Bunu çok somut bir şekilde daha Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde apar topar yasalar çıkarıldığında gördük. Tek kişilik odada, tek kişilik adaya atıldı. Bugün de dünyanın hiçbir yerinde aile ve avukatlarıyla görüştürülmeyen kimse yok. Sadece Abdullah Öcalan ile sınırlı bir uygulama. Bu uygulama diğer siyasi tutsaklara da yansıdı, tecrit uygulaması başlatıldı” değerlendirmesini yaptı.
 
‘Bunun adı işkence!’
 
PKK Lideri’ne karşı bir “düşman hukukunun” uygulandığını da vurgulayan Gülizar, “Abdullah Öcalan’ın siyasi ve Kürt halkının önderi olma konumu, barış sürecinde muhatap alınması, bütün bu siyasi konumunu değerlendirdiğimizde de bu düşmanca yaklaşım daha farklı bir boyut kazandırıyor. Bütün dünya bunu görüyor ama idare etme mantığı ile hareket ettiği ve siyasi çıkarlar belirgin olması nedeniyle bütün çıkarlar için hiçbir şey yapmıyorlar. 1999 yılında da Avrupa ülkelerinin yaklaşımı belliydi. Öcalan’ın Kenya’dan İmralı Adası’na getirilme sürecinde yürütülen tartışmalar ve sonraki süreçte İmralı’ya hapsedilmesi diğer ülkeler ile Amerika’nın yaklaşımları ortada. Şu anki haliyle İmralı’da yaşanan tecrit ağır bir tecrittir. Kapatarak cezalandırılmayı bir şiddet olarak görüyoruz. Tecridi ağırlaştırıcı uygulamalar, aile ve avukat görüşü ile birlikte yalnızlaştırma uygulamaları kabul edilemeyecek bir işkence yöntemi olarak karşımıza çıkıyor. Bunun adı işkence, artık başka türlü tanımlamak mümkün değil” yorumunu yaptı.  
 
Tecrit karşısında örgütlü mücadele
 
Tüm bu hukuksuzluklara rağmen verilen mücadelenin anlamlı ve önemli olduğunu söyleyen Gülizar, “Şu an siyasi iktidarın saldırılarının giderek arttığı ve azgınlaştığı bir süreçte hukuki mücadelenin de etkisiz kaldığını görmemiz lazım. Toplumsal muhalefet güçlerinin örgütlü biçimde meşruluk talebinde yürüteceği mücadele çok daha anlamlı ve sonuç alacaktır. Tecridin toplumsallığını görmek lazım. Tecridin topluma nasıl yayıldığını anlamak, bilmek ve ona göre mücadele yöntemi geliştirmek gerekir. Bu ülkede yaşayan örgütlü güçler başta olmak üzere bütün muhalefet alanında mücadele eden kurumlar sorumluluk almak zorunda” sözleriyle herkesi tecride karşı mücadeleye çağırdı.