Ayşe Gökkan’dan mahkemeye: Özgürlük için mücadele ediyorum

  • 09:05 2 Aralık 2021
  • Hukuk
 
 
DİYARBAKIR - TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan mahkemeye sunduğu yazılı savunmasında, “Beni ‘Türk devleti’ döveceğine ‘Kürt devleti’ dövsün diye, ‘kocam’ döveceğine ‘sevgilim’ dövsün diye de mücadele etmiyorum. Kadın soykırımının son bulması, evrende özgürce yaşamak için mücadele ediyorum” diyerek haklar için mücadele etmenin suç olamayacağını belirtti.
 
Tevgera Jinên Azad (TJA) Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan'ın “örgüt yöneticisi olmak” ve “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla yargılandığı davanın karar duruşması 20 Ekim’de Diyarbakır 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Önceki duruşmada mahkeme heyetinin polisin avukatlara saldırması yönünde talimat vermesi ve anadilde savunma hakkının engellenmesine karşı savunma yapmayan Ayşe’ye, "örgüt üyeliği"nden 2 kez olmak üzere toplam 30 yıl hapis cezası verildi.
 
Ayşe duruşmaya katılmadan önce mahkemeye savunmasını yazılı olarak sundu. Ayşe, savunmasında anadilini konuştuğu için nasıl mahkum edildiğini, 30 yıllık kadın mücadelesini, kadına dönük uygulanan politikaları ve “Kürdistan” kelimesini kullandığı için karşı karşıya kaldıklarını yazdı.
 
Ayşe’nin mahkemeye sunduğu yazılı savunması şu şekilde:
 
Her alanla ilgilendim
 
“Ben araştırmacı gazeteciyim. Yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası kadın özgürlük mücadelesi veren politik bir kadın aktivistim. Dünyanın yarısına yakın ülkesinde binlerce kadın hareketi ve kadın aktivistlerle kadına yönelik fiziksel, cinsel, ekonomik, şiddete karşı; kadının siyasal, sosyal, savaş, çatışma, barış, doğa, medya, yaşlı, genç, engelli, çocuk, mülteci, sağlık, eğitim, anadil, su, toprak gibi yaşamın her alanıyla ilgilendim. TJA, kadınların buluşmasıyla kadının örgütlenme özgürlüğü evrensel bildirgelerle ve Türkiye Cumhuriyeti mevcut Anayasası’nın 90’ıncı maddesiyle de güvence altına alınmış meşru haktır, illegal  örgüt faaliyetleri değildir. Kabul etmiyorum.
 
Belediye başkanlığı gizli bir görevmiş gibi gösteriliyor
 
Gizli tanıklar beni teşhis ederken belediye başkanı olarak tanıdıklarını söylüyorlar fakat sanki belediye başkanlığı gizli bir görevmiş gibi gösteriliyor.  Belediye başkanlığı yaptığım 5 yıl boyunca hiçbir yolsuzluk yaşanmadı. 90 ülkeden gelen heyetler, Nusaybin Belediyesi’nin kadınla ilgili çalışmalarından kaynaklı ziyaret etti. 270 kadın akademisyen, aktivisit, araştırmacı, gazeteci ile ‘Kadın kenti hayalimizi gerçekleştiriyoruz, sınırsız kadının emeği’ projesinde yer aldı. DTK ve ulusal birlik ittifakının delegesi olmam da suç kapsamına alınmış ve suçlu olarak yargılanıyorum. Kamuoyuna açık her iki çalışmada yüzlerce şahsiyet, siyasi parti, sivil toplum örgütü, kadın, gençlik, engelli, araştırmacı, anadil üzerine çalışanların katıldığı bir kongre ve ittifak çalışmasına delege olmayı suç olarak kabul etmiyorum.
 
Haklarımızı kullandığımız için tutsak ediliyoruz
 
Bir diğer iddia tecritle ilgili konuşmalarım ve araştırmalarımın hepsi suç kapsamında ele alınmıştır. Türkiye’de inşa edilmiş cezaevi sayısı üniversite sayısının iki katıdır. Dünya genelinde yapılan araştırmaya göre AKP-MHP hükümeti döneminde Türkiye, ‘kadınların en çok tutuklu olduğu devlet’ olarak istatistiklerde yer alıyor. Ben ifade, örgütlenme özgürlüğü ve hak ihlallerine yönelik direnme hakkı, protesto hakkını suç olarak kabul edilmesini, değerlendirilmesini kabul etmiyorum. Evrensel sözleşmelerle bu güvence altına alınmış bir haktır. Biz kadınlar haklarımızı kullandığımız için tutsak edilmeyi asla kabul etmiyoruz.
 
Demek ki tecridin olduğunu kabul ediyorlar
 
CPT, Türkiye’nin de taraf olduğu protokole göre cezaevlerindeki kötü muamele ve işkenceyi önleme komisyonuna bağlı heyetin Türkiye’ye gelmesini kabul etti. CPT İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi ve diğer cezaevlerinde de inceleme yapıp raporlaştırdı. CPT’nin ilkelerine göre hazırladığı raporlar ilgili devletin onayı olmadan kamuoyuyla paylaşılmaz ama raporu kamuoyuna açtı ve Türkiye’de kötü muamelenin olduğunu dünya kamuoyu ile paylaştı. Bu demektir ki CPT, Türkiye devlet ve hükümet yetkilileri (AKP-MHP)tecridin olduğunu kabul ediyorlar. Benim cezaevlerindeki kadınların yaşadığı hak ihlaliyle ilgili araştırma raporu hazırlamam ve tüm evrensel sözleşmelerde de belirtildiği gibi ‘tecrit insanlığa karşı işlenmiş suçların başında gelir’ söylemim suç delili değildir. Ben bunu suç ve suç unsuru olarak asla ama asla görmüyorum. Ben cezaevinde de tecrit koşullarındayım. Buna karşı İnfaz Hakimliği’ne de başvuru yaptım. Diyarbakır 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava devam ediyor. Yine hem CPT’den hem de kadın hareketleri ve sivil insan hakları örgütlerinden tarafsız heyetlerle inceleme yapılmasını talep ettim. Kadın Kapalı Cezaevi idaresinden ya da 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nden istenebilir.
 
Her konuşmam örgüt propagandası oluyor
 
PKK ve PKK’ye katılan kadınların toplumdaki kadınlar üzerinde yarattığı sosyolojik etkileri analiz etmem, suç olarak iddianamede yer almaktadır. Kürtlerle ilgili yazılan kitap, inceleme, makale, araştırmaların hangisinde bu etki, analiz yoktur? Ben bir Kürt kadını olduğum için bu sosyolojik etki analizlerim suç oluyor. Yani herkes Kürtlerden bahsedebilir, Kürt kadınlarının coğrafya üzerindeki etkisinden söz edebilirken; benim araştırmacı, Kürdistan’da doğmuş, büyümüş bir kadın olarak analiz yapmam suç sayılıyor. Her konuşmam illegal örgüt propagandası olarak değerlendiriliyor. Bu suçlama ve değerlendirmeleri kabul etmiyorum.
 
Kadın ve Kürt sorunun demokratik barışçıl yöntemlerle çözümüyle ilgili yaptığım her konuşma suç delili oluyor.
 
Ben İmralı görüşmeleri boyunca, çözüm sürecini bir kadın olarak özgür iradem ile destekledim. Akil insanların çalışmalarına, toplantısına katıldım. Hala Dolmabahçe Protokolüne geri dönülmesini istiyorum.
 
Tercümanlar tehdit edildi
 
Kürtçe savunma yapmak, Kürt ve Kürdistan sözcükleri kuvvetli suç delilleri muamelesi görüyor. Diyarbakır TEM’de tercüman istediğim için polis tarafından gözaltı sürem dört gün daha uzatılmakla tehdit edildim. Savcılıkta da polis tercüman olarak her geleni, göz işaretiyle tehdit ettiğinden üç tercüman, tercümeyi yapmayacaklarını söyleyerek gittiler. Gaziantep Savcısı Kürtçe konuşmama rağmen savcılık sorgu belgesine, ‘Tercümanla Kürtçe konuştu’ ibaresini belgeye geçirmedi. Sanki Türkçe konuşmuşum gibi yazılı belgeyi çıkardı. Yine Diyarbakır Savcılığı’nda savunmayı verirken ‘Kürdistan’ sözcüğü kullandığım için, ‘kadınla ilgili iyi şeyler yapmış olabilir, Kürdistan dediği için tutuklamaya sevk edeceğim’ dedi. Doğduğum, büyüdüğüm, coğrafyanın adını söylemek beton ve demirlerin arasına mahkum edilmeme yetiyor. Ben hiç sabıkalı olmadım. 2000 yılında Kürtçe konuşmaktan ceza aldım. Anadilimde konuşmaktan sabıkalı olarak kayıtlara geçtim. Kürtçe itiraz ettim ve AİHM’e başvurdum, AİHM Türkiye’yi mahkum etti.
 
Terörist Kürt kadın muamelesi gördüm
 
Birçok mahkemede ve TEM merkezinde sadece kadın hakkı isteyen bir suçlu değil aynı zamanda ‘terörist Kürt kadın’ muamelesi gördüm. Mardin savcısı yurt dışı giriş ve çıkışlarıma bakıp ‘sen Halep ile Şam’a da gitmiş olsaydın ben senin gerçekten dünya kadın hakları savunucusu olduğuna inanırdım’ dedi. Sonrasında Halep ile Şam’a gidip gitmediğimi sordu bende cevap vermek istemediğimi söyledim.
 
Temel haklarımızdan mahrum bırakılıyoruz
 
Karantina süreçleri tam bir hücre cezası işkencesine dönüştürülmektedir. Bu ağır karantina uygulamalarının etkisiyle ağır hasta tutsaklar doktor kontrollerini yapmamakta, koğuşlarda birlikte kalanlar sürekli kaygı ve endişe içinde yaşamaktayız. Pandemi bahanesiyle en temel haklarımıza el konuluyor. Dergi, gazete ve kitapları daha sık vermeleri gerekirken verilmiyor. Günlük gazeteye olan aboneliğimiz inkâr edilerek bir ay gazeteden mahrum bırakıldık.
 
Özgür olmak istiyoruz
 
Ben bu savunmayı ne aşiretimin üyesi, ne babamın kızı, ne abimin kız kardeşi ne de erkeğin karısı olarak yapıyorum; kendi özgür irademle, kadın, Kürt, Kürdistanlı TJA aktivisti olarak yapıyorum. Biz kadınlar özgürlüğü dünyaya hakim olmak için ve erkekler gibi eşitsizliği eşitlemek için istemiyoruz. Kimliğimiz, dilimiz, ruhumuz için, yüreğimiz, irademiz, bilincimiz bizim olsun diye özgür olmak istiyoruz.
 
Öfkemi barışçıl bir çabaya dönüştürdüm
 
Ben asla beni ‘Türk devleti’ döveceğine ‘Kürt devleti’ dövsün diye mücadele etmiyorum. ‘Beni kocam döveceğine sevgilim dövsün’ diye de mücadele etmiyoruz. Kadın soykırımının son bulması, evrende özgürce yaşamak için mücadele ediyorum. Kişisel olarak çocukluğumdan beri uygulanan zulümden dolayı çok öfkeliyim. Bugüne kadar öfkemi barışçıl bir çabaya dönüştürerek başta kadın ve Kürt sorunu olmak üzere farklı halkların, inançların sorunlarının Türkiye’de demokratik çözümden yana bir barış çabası içindeyim. Bu sorumluluğu taşıyor, tekrar Dolmabahçe Protokolü’ne geri dönülerek görüşmelerin kaldığı yerden devam etmesini istiyorum. Savaş ve çatışma, yıkım, acı ve gözyaşıdır. Kazananı yoktur.”