
Sevda Çelik Özbingöl: Umut hakkı için düzenleme yapılmalı
- 09:01 6 Nisan 2025
- Güncel
Derya Ren
RIHA - İmralı’da 2’li bir hukuk sistemi uygulandığını söyleyen DEM Parti Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü Sevda Çelik Özbingöl, “Umut hakkına” dair yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirterek, demokratik siyasetin koşullarının sağlanması için devlete düşen çok fazla sorumluluk olduğunu vurguladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Mart 2014 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a şartlı tahliye hakkına sahip olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini “umut hakkı” ilkesi gereğince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’ncü maddesine (AİHS) aykırı buldu ve Türkiye’den bu konuda düzenleme yapmasını istedi. Türkiye, aradan geçen 11 yıla rağmen "ihlal" kararına dair herhangi bir adım atmadı. 17-19 Eylül’de de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK) Türkiye’nin gerekli düzenlemeleri yapması için 1 yıllık süre verdi. Verilen sürenin üzerinden 5 aydan fazla zaman geçmesine rağmen Türkiye herhangi bir adım atmadı.
Öte yandan son Ekim ayından bu konuşulan yeni süreçle birlikte “Umut hakkı” bir kez daha gündeme gelirken, 27 Şubat’ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” , “Umut hakkı”nın önemini bir kez daha ortaya koydu.
Konuya dair Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü Sevda Çelik Özbingöl, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
İmralı’da 2’li hukuk sistemi
18 Mart 2014 tarihinde almış olduğu “Öcalan-2” kararında aldığı ihlal kararıyla birlikte “Umut hakkı”nın gündeme geldiğini söyleyen Sevda Çelik Özbingöl, “Hem teorik olarak hem dünya hukuk literatüründe hem de iç hukukta, insan hakları savunucularının gündemine girmeye başladı. Şuan Türkiye’de cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri vahim bir boyutta. Hak savunuculuğunun en fazla mücadele etmesi gereken alanların başında cezaevleri geliyor. İmralı’da 2’li bir hukuk mekanizmasıyla Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ‘defactolu’ bir hukuk sistemi var. Umut hakkı bu temelde sadece bir kişiyi ilgilendirmiyor. Çünkü şuan 4 binin üzerinde ağırlaştırılmış müebbet alan tutsak var. Bu açıdan baktığımızda cezaevlerindeki keyfiyet (2’li hukuk olarak değerlendirdiğimiz) adli yargılamalar, sistem karşıtı muhalif düşünsel tanımlamalarla suç olarak görülebilecek ve örgütsel suç kategorisinde yapılan yargılamalarda mağduriyetler karşımıza çıkıyor. İnfaz sistemindeki haksızlık son dönemde infazların yakılmasıyla bir kez daha karşımıza çıkıyor” dedi.
“Umut hakkı” nedir?
“Umut hakkı”nın doğru tanımlanması gerektiğinin altını çizen Sevda Çelik Özbingöl, “Yasal olarak tanımı yapılmamış, teorik olarak tanımlaması yapılan bir kanuni tanımdır. ‘Umut hakkı’ ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan kişinin bir gün çıkabilme duygusu ve umudu üzerine kurulu. AHİM’de verilen kararlarda ağırlaştırılmış müebbet alan bir kişinin ölünceye kadar cezaevinde kalacağının belirtilmesi, bir gün çıkabilme umudunun kaybetmesi anlamına geliyor. Ve bu durum da insani değil. AHİM, ‘Umut hakkı’ tanımında ne kadar ceza almış olursa olsun, kişinin bir gün dışarıya çıkma umudunun olması gerektiğini belirtiyor. İç hukuk sisteminde tanımı yapılmamış olsa bile AHİM’in hem Sayın Öcalan ve daha sonrasında Urban Grubu olarak bilinen başvurularda mağduriyet kararıyla ihlal olarak kabul etmiş” ifadelerini kullandı.
AK Bakanlar Komitesi kararı
İngiltere ve İspanya’da “Umut hakkı”nın ihlal edildiğine dair AHİM’e başvuruların olduğunu hatırlatan Sevda Çelik Özbingöl, devamında şunları söyledi: “Umut hakkının tanınması için AHİM’in içtihat dediğimiz kararları var. AİHS’e taraf olmamızdan kaynaklı bu kararlarında iç hukukta karşılığının uygulanması gerekmektedir. Ancak AHİM’in bu kararları denetleyebilecek bir mekanizması kendi içinde mevcut değil. Sadece Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi aracılığıyla bu sürecin takibi ve gerekirse de taraf ülkelere yaptırımın uygulanması mevzuatta var. 2015 yılında alınan ihlal kararıyla birlikte AK Bakanlar Komitesi, bu hususu kendi gündemine de aldı. Birçok hukuk kurumu ve insan hakları örgütü de aynı şekilde başvurular yaptı. 2021 yılında Türkiye’nin taraf ülke olması sebebiyle AHİM’de alınan bir ihlal kararının gerekliliklerini yerine getirmesi konusunda izlendiğine dair bir karar da alındı.”
17-19 Eylül’de alınan karar
“Alınan kararın üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hala yasal bir düzenleme yapılmadı” diyen Sevda Çelik Özgbingöl, “En son 17-19 Eylül’de bir görüşme gerçekleşti. Ve Türkiye’ye 1 yıllık inceleme ve yeniden bu hususa dair değerlendirme yapması ve aksine bir karar almadığı taktirde hakkında yaptırım ve raporun yazılması kararı verildi. Ancak bu aşamada bu mağduriyeti aşmak için hızlandırılan bir yasal düzenleme değil. Yasalar bir düzenleme gerekliliğinin tespitidir. Ancak 2026 Eylül’üne kadar tekrara sekreterya tarafından bir raporlama yapılabilecek. Eylül ayında yaşanan gelişmeden sonra ülkede ‘barış’ gündemli bir durum söz konusu oldu” değerlendirmesi yaptı.
‘Koşulların sağlanması gerekiyor’
27 Şubat’ta yapılan “Asrın Çağrısı’nın” önemine değinen Sevda Çelik Özbingöl, “Sayın Öcalan’la ilgili ‘Umut hakkının sadece bireysel bir hak ve mağduriyet olarak adlandırılması Kürt sorunu başta olmak üzer Orta Doğu’da yaşanan krizin çözümü noktasında rolü ve misyonunu görmek gerekiyor. Bütün ülkelerin içerisinde olduğu ve demokratik kamuoyunun da taraf olması gerektiğini düşündüğümüz insan hakları süreci ve gerçekliği söz konusu. 27 Şubat’ta da Sayın Öcalan’ın etkisinin ne kadar büyük olduğuna bir kez daha tanıklık ettik. Bu çağrının akabinde koşulların da sağlanması gerekiyor. Hem ‘Umut hakkı’ çerçevesinde bir değerlendirme yapmak lazım. Bu sadece İmralı’yı ilgilendiren bir durum değil; çünkü yapılan çağrı ülkenin bir bütününü ilgilendiren bir yerde duruyor. Ülkenin demokratik geleceğine dair hepimize görev ve sorumluluk yükleyecek, tarafı olduğumuz bir çağrı” şeklinde konuştu.
Siyasi partiler ve STK’ların sorumluluğu
“Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ demokratik bir ülke inşası temelinde hem yasal hem anayasal düzenlemeleri içerisinde barındırıyor” diyen Sevda Çelik Özbingöl, “Bütün farklılıkların; demokratik bir temelde temsiliyetinin, düşünce özgürlüğünün hayat bulması koşullarının ve yasal düzenlemelerin yapılmasının altı çiziliyor. Sistemin bütün farklılıkları yok sayan militarist yaklaşıma karşılık bütün herkesi içerisine dahil eden bir sürecin çağrısıdır. Bu ülkenin yeniden demokratikleşmesi çağrısıdır. Yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için Meclis’in bu süreçte yasal düzenlemelerin ve güvencelerin yapılabilmesi, mekanizmasını oluşturma yetkisi, görevi ve sorumluluğu vardır. Çünkü halkın iradesi orada. Bütün siyasi partilerin ve STK’lerin bu sürece dahil olması ve üstlerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Devletin sorumluluğu çok fazla
Sevda Çelik Özbingöl, DEM Parti olarak cezaevlerinde yapılacak olan düzenlemelerin öncelikli olduğunu ifade ederek, son olarak şunları söyledi: “Demokratik siyasetin koşullarının sağlanması noktasında devlete düşen sorumluluklar çok fazla. Her şeyin bir anda sihirli bir değnek değmiş gibi gerçekleşmesini beklemek büyük bir yanılgı olacaktır. Toplumun tüm kesimine ve devlete sorumluluklar düşüyor.”