'Dijital şiddetle mücadelede önlemler yetersiz'
- 09:05 20 Kasım 2024
- Güncel
Melike Aydın
İZMİR - Kadına yönelik dijital şiddet faillerinin cezasızlık politikalarından ve cinsiyet eşitsizliğini toplumsal kabulünden cesaret aldığını dile getiren akademisyen Yağmur Çağatay, sorumluluğu şiddete maruz kalana atmadan, dijital şiddetle başa çıkmanın öğrenilmesi gerektiğini vurguladı.
İletişim teknolojilerinin hızla gelişmesi, kadına ve çocuğa yönelik şiddetin dijital alana taşınmasına neden oldu. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, ergenlik çağındaki her 6 çocuktan biri siber zorbalığa maruz kalıyor. DSÖ’nün dört yılda bir hazırladığı “Okul Çağındaki Çocuklarda Sağlık Davranışları” adlı raporda ise kız çocuklarının yüzde 16’sının, erkek çocuklarının ise yüzde 15’inin siber zorbalığa uğradığı belirtiliyor.
2021 yılında yayımlanan Economist Intelligence Unit raporuna göre ise internet kullanan kadınların yüzde 85’i siber zorbalık mağduru. Türkiye’de dijital şiddete dair özel bir düzenleme veya bu konuda kapsamlı veriler henüz bulunmuyor. Ekim ayında, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı ve AKP Milletvekili Çiğdem Erdoğan, dijital şiddetin araştırılması için bir komisyon kurulacağını açıklamıştı. Ancak, kadına yönelik şiddeti tanımlayan ayrı bir düzenlemenin bulunmaması ve Türkiye’nin bu tanımlamalara yer veren İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olması, kadına yönelik dijital şiddetle mücadelede yetersizlik algısını güçlendiriyor.
Kadına yönelik dijital şiddet faillerinin, cezasızlık algısından ve kadına yönelik cinsiyet eşitsizliğinin toplumsal kabulünden cesaret aldığını belirten Cambridge Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi Yağmur Çağatay, 6284 sayılı yasa başta olmak üzere taciz, hakaret ve özel hayatın gizliliğini düzenleyen yasaların uygulanması gerektiğini vurguladı. Dijital şiddetle ilgili erişilebilir mekanizmaların oluşturulması ve dijital okuryazarlığın geliştirilmesi gibi dönüşümlerin hayata geçirilmesi gerektiğini dile getiren Yağmur Çağatay, sorumluluğu şiddete maruz kalana atmadan dijital şiddetle başa çıkmanın öğrenilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Şiddet çevrim içinde kalmıyor
Özellikle politik mücadele içinde yer alan kadınların sosyal medya hesaplarının ve geçmiş paylaşımlarının incelendiğini, ailevi veya kişisel ilişkilerine ulaşılarak eski paylaşımlarının ifşa edildiğini kaydeden Yağmur Çağatay, kişilerin çalıştıkları ya da eğitim gördükleri kurumlarda ‘terörist’ veya farklı yaftalamalarla hedef gösterilebildiklerini ifade etti. Avrupa Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü’nün kadın ve kız çocuklarına yönelik siber şiddetle ilgili çalışmasında şiddeti üç başlıkta ele aldığını belirten Yağmur Çağatay, “Siber takip, kişinin mesajlarla, e-posta veya sosyal medyadan sürekli takip edilmesi yani stalklanması durumudur. Siber taciz; cinsel içerikli mesajlar, fiziksel veya cinsel şiddet tehdidi, kişinin dini, etnik kökeni, fiziksel özellikleri ya da cinsel yönelimi üzerinden yapılan aşağılayıcı ya da tehdit edici söylemlerdir. Siber sömürü ise kişinin izni veya rızası olmadan çevrim içi mecralarda içeriklerinin paylaşılmasıdır. Bu içerikler bazen önceki kişisel yakınlıklarla veya hack’lenerek kişisel dijital alanlarına girilerek elde edilebiliyor” şeklinde belirtti.
‘Yeni siber şiddet dalgası; deep fake’
Yapay zekanın gelişmesiyle beraber son yıllarda deep-fake teknolojisiyle yeni bir siber şiddet dalgasının ortaya çıktığını kaydeden Yağmur Çağatay, yapay zeka yardımı ile kişilerin fotoğraflarının pornografik içerikli videolara montajlanabildiğini dile getirdi. Yağmur Çağatay, “Bu sadece psikolojik değil sosyal hayat ile aile ve iş yaşamında ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Bu içerikler maruz kalanın rızası olmadan hızlıca yayılıyor ve sosyal medya olduğu için de kaldırılması zor oluyor” ifadelerine yer verdi.
‘Çevirim içi bilgi güvenliği sığınma evleri için elzem’
Çevirim içi bilgilerin güvenliğinin sığınma evleri için de önemli olduğunu dile getiren Yağmur Çağatay, “Sığınma evlerinde sosyal hayattan kopuk yaşadıkları için sosyal medyayı kullanmalarını kısıtlayan bir durum oluyor. Bir şekilde onların sosyal medya hesaplarına ulaşılırsa, konum bilgisi sızdırılırsa bu sadece bir kadın için değil oradaki tüm kadınlar için ciddi sonuçlar doğurabilir. Ancak bununla ilgili yeterli teknolojik düzenlemeler yok” şeklinde konuştu.
‘Cezasızlık politikaları, yerel ve uluslararası hukukta eksiklikler’
Dijital şiddette cezasızlık politikalarının yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de etkili olduğunu söyleyen Yağmur Çağatay, diğer şiddet türlerine göre dijital şiddetin kanıtlanmasının daha zor olduğunu, bazen kanıtlara rağmen hukukun işlemeyebildiğini sözlerine ekledi. Dijital medyanın cinsel taciz gibi suçlara olanak sağlayabildiğini kaydeden Yağmur Çağatay, “Anonimlik, failin çok işine yarayan bir durum. Sosyal medya aynı zamanda dünyanın herhangi bir yerinden mesaj gönderilmesine olanak tanıyor ve failin bulunduğu yer nedeniyle hukuken bağlayıcı bir durum olmayabiliyor. Böyle olunca da failin bulunması ya da gerekli adımların atılması zorlaşabiliyor. Taciz içerikli görüntülerin uzun süre sosyal medyada kalması gibi durumlar söz konusu. Bu içerikleri yok etmek ya da yayılmalarını durdurmak, cezasızlık politikaları nedeniyle daha da zor hale gelebiliyor” diye belirtti.
‘Cezasızlık algısı ve toplumsal destek faile özgüven veriyor’
Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, cinsellik ya da tutku gibi kavramlarla değil; güç, toplumsal cinsiyet dinamikleri ve öğretilen kodlarla ilgili olduğunu ifade eden Yağmur Çağatay, erkeklerin korkmadan veya tehdit edilme kaygısı yaşamadan cinsel içerikli fotoğraflar gönderebildiğine dikkat çekti. Bu durumun, cinselliği paylaşma arzusundan ziyade asimetrik güç ilişkilerinin ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kurulumu ile ilgili bir yansıma olduğunu vurguladı. Yağmur Çağatay, “Ahlak ve mahremiyet gibi kavramlar toplumsal olarak kadınlara ve kız çocuklarına atanıyor. Bu rahatlık çok küçük yaşlarda başlıyor; erkeklerin toplum içinde sahip oldukları ayrıcalıklı konum, erkeklerin bunu kendilerine hak gibi görmeleri ve cezasızlık algısıyla birleşince çok daha tehlikeli ve zarar verici bir noktaya varıyor.
Ancak kadınlar aynı şekilde davranacak olsa, sosyal olarak damgalanma, itibarsızlaştırma ya da şiddet gibi sonuçlarla karşılaştıkları için ‘özgüven’ sergilemeleri daha zor oluyor. Burada mesele, kadınların ve erkeklerin cinsellikle farklı ilişkilendirilmelerinin, toplumsal roller üzerinden onlara dayatılması ve bu durumun kadınlar üzerinde iktidar kurmaya yönelik bir kontrol mekanizmasına dönüşmesi. Erkekler bu özgüveni bir şekilde toplumsal destekten alıyorlar, ancak kadınlar böyle bir güvenden yoksun kalıyorlar” diye kaydetti.
‘Kadın bedeni üzerinde denetim dijital alanda sıçradı’
Namus ve itibar gibi kavramlar konusunda erkeklerin kendilerini haklı gördükleri kadar toplumun da erkekleri haklı gördüğüne işaret eden Yağmur Çağatay, “Aslında sadece toplumsal veya fiziksel alanda değil dijital alanda da kadınların bedenler üzerinde büyük bir denetim olduğunu gösteriyor. Toplumsal, devlet ve kurumsal alandan gelen bir denetim var. Bunları cinsellikten ayrı tutup toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin hukuk toplum ve devlet tarafında üretildiğini biraz daha anlamak lazım” dedi.
‘GREVİO 2012’de dijital şiddete dair tavsiyede bulunmuştu’
İstanbul Sözleşmesi’nin, cinsiyet temelli ve aile içi şiddette devletlere sorumluluk yüklediğini, devletlerin şiddete maruz kalanları koruyacak destek mekanizmaları kurmasını sağladığını ve bu mekanizmaların kurulduğundan emin olmak için devletleri bağımsız yapılar aracılığıyla izleme ve yaptırım gücüne sahip olduğunu hatırlatan Yağmur Çağatay, sözleşmenin 2011 yılında oluşturulduğunda dijital şiddete dair maddeler içermediğini ifade etti. 2012 yılında, sözleşmenin uygulanmasını izleyen bağımsız uzmanlardan oluşan GREVIO adlı organın, sözleşmeye kadınlara yönelik şiddetin dijital boyutuna dair bir tavsiye yayımladığını belirten Yağmur Çağatay, şunları söyledi: “Bu tavsiye, dijital şiddetin neyi içerdiğini tanımlıyor ve taraf devletlere bu konuda alabilecekleri önlemlere dair önerilerde bulunuyor.
Kolluk kuvvetlerine, dijital şiddetin araştırılması için gerekli imkanların sağlanmasını öneriyor. Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddetin soruşturulması ve cezalandırılması için gerekli adımların atılmasını, ayrıca adalet sistemine erişimin sağlanmasını tavsiye ediyor. Bu çerçevede, taraf devletlerden dijital şiddetin ulusal strateji ve eylem planlarında tanınması bekleniyor. Yerel ve ulusal yönetim organlarına, adli yardım bürolarına, sağlık ve sosyal koruma kurumlarına ve kadın sivil toplum kuruluşlarına yeterli bütçe ve yardım ayrılmasını öneriyor.
Kadına yönelik dijital şiddetle ilgili veri toplayacak sistemlerin oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Bu sistemler çok önemli. Dijital şiddetin etkilerini anlamak için anket çalışmaları yapılması ve internet sağlayıcılarını kapsayan yasaların oluşturulurken bu önerilerin dikkate alınması isteniyor.”
‘Kadına karşı işlenen suçları tarif eden bir yasa yok’
Türkiye’nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasıyla kadınların, şiddetin önlenmesine dair önemli bir dayanağını kaybettiğini dile getiren Yağmur Çağatay, sözleşmenin Türkiye iç hukukundaki yansıması olan 6284 sayılı kanunun hâlâ yürürlükte olduğunu belirtti. Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) ise 105’inci madde ile cinsel taciz, 106’ncı madde ile tehdit, 134’üncü madde ile özel hayatın gizliliğini ihlal eden suçların düzenlendiğini ifade eden Yağmur Çağatay, buna rağmen pek çok kadının bu haklarını bilmediğini kaydetti.
Haklarını bilseler bile, yasaların tam olarak uygulanamaması veya cezaların hafifletilmesi nedeniyle etkili bir sonuç alınamadığını vurgulayan Yağmur Çağatay, “Sadece dijital değil, toplumsal temelli tüm şiddet türlerinde hukuk güçlü bir koruma sağlamıyor ve caydırıcı olmuyor. 6284 sayılı Kanun, Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Kanunu’dur. Bu kanun, İstanbul Sözleşmesi’nin genel çerçevesinin pratikteki en kapsamlı mevzuatıydı. Kanun hâlâ yürürlükte olsa da, ilk günden beri ne kadar uygulandığı tartışılıyor. Bu kanun, aslında önleyici koruma tedbirlerinin alınması ve kadının beyanını esas alması açısından çok önemli. Ancak kadına karşı işlenen suçları toplumsal cinsiyete dayalı olarak tanımlayan bir yasa bulunmuyor” şeklinde konuştu.
‘Hukuksal düzenlemeler ve mekanizmalar oluşturulmalı’
GREVIO’nun 2021-2025 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4’üncü Ulusal Eylem Planı’nda dijital şiddetin, kısa şekilde de olsa alt başlıklarda yer aldığını kaydeden Yağmur Çağatay, “Bu plan kapsamında, okullarda ortaöğretim düzeyinde siber şiddetle ilgili seminerler verileceği ve konunun ders müfredatlarına ekleneceği belirtiliyor. Ancak bunların ne kadar gerçekleştirildiğini bilmiyorum. 2025’e az kaldı; bu nedenle dijital şiddetin yalnızca bir alt başlık olarak ele alınıp ‘Seminerler yapalım’ demekten ziyade, hukuksal düzenlemeler ve şiddetle ilgili kurumsal mekanizmaların geliştirilmesi gerekiyor” şeklinde ifade etti.
Kurumsal yapılanmalar sağlanmalı’
Kadınların kendi aralarında dijital şiddet faillerini ve faillerin sosyal medyadaki varlıklarını ortaya çıkarma gibi konularda dayanışma gösterdiğini, ancak bu dayanışma şeklinin tekil olaylarla mücadelede işe yarasa da sistematik bir şekilde önleyicilik sağlamada yeterli olmadığını ifade eden Yağmur Çağatay, bu dayanışma içinde hâlihazırda feminist hareketle ilişkilenmemiş kadınların da yer aldığını belirtti. Yağmur Çağatay, “Sosyal medyaya erişimi olmayan ya da yalnızca belli başlı medya uygulamalarını kullanan kadınlar bu dayanışmadan ne kadar haberdar? Kimden yardım alabiliyor? Belki bir takım dijital timler, bu yapay zeka çağında kişisel verilerin dijital ortamda nasıl korunabileceğine dair bilgilendirme yapabilir.
Güvenli internet kullanımı, şifre koruma, kişisel bilgilerin korunması, dijital şiddete karşı kanıt toplama ve raporlama süreçleri çok önemli. Bunlarla ilgili bilgiler veren sosyal medya ve internet üzerinden yürütülen mekanizmalar kurulabilir. Bu mekanizmaların bilinir ve pratik hale gelmesi büyük önem taşıyor. Bu tarz kurumların olmaması nedeniyle şiddet bu kadar rahat şekilde yayılabiliyor. Belki kılavuz materyaller oluşturulması gerekir. Bu materyallerin erişilebilir olması ve geniş kitlelere ulaşması çok önemli. Bu tür rehberler, maruz kalma durumunda yol gösterici olabilir” şeklinde konuştu.
‘Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle bağlantılı olduğu unutulmamalı’
Devletin, kendi eğitim planlarına toplumsal cinsiyete dair mevzuatları ekleyip dijital şiddeti bir şiddet türü olarak tanımlayıp dahil etmesinin yanı sıra, sivil ve kamusal dijital ekipler aracılığıyla eğitim ve kaynak sağlama, destek hatları oluşturma, danışmanlık hizmetleri verme gibi hizmetler sunabileceğini kaydeden Yağmur Çağatay, “Bunlar kısa süreçlerde gerçekleşecek şeyler değil; zaman ve kaynak isteyen durumlar. Feminist dayanışma yollarıyla dijital şiddete maruz kalan kadın ve çocukların psikolojik destek almasını, hukuki süreçler hakkında bilgi edinmesini sağlayabiliriz. Ancak belki de dijital şiddetin, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten bağımsız olmadığını ve bu iki türün birlikte işlediğini anlamak gerekiyor. Bu nedenle, kurumların bu konuda şikâyet mekanizmalarını daha erişilebilir hale getirmekte ısrarcı olması gerekir” şeklinde dile getirdi.
Dijital okuryazarlık ve siber güvenlik kurumlarının önemli olduğunu, bu kurumların kadın ve çocukların daha rahat faydalanabileceği şekilde yaygınlaştırılması gerektiğini belirten Yağmur Çağatay, son olarak, sorumluluğu şiddete maruz kalana atmadan dijital şiddetle başa çıkmanın öğrenilmesi gerektiğinin altını çizdi.