‘Salgınların kaynağı kapitalist sistemin endüstriyalizmidir’

  • 09:04 21 Nisan 2020
  • Ekoloji
Şehriban Aslan-Zeynep Durgut
 
DİYARBAKIR -  “Covid-19 gibi salgınların kaynağı eko-sistem olsa da nedeninin  kapitalist sistemin endüstriyalizmidir” diyen  ekolojist ve çevre mühendisi Nujiyan Yıldırım, “Toplumda 'doğa bize değil, biz doğaya zarar veriyoruz’ ve ‘doğanın bize değil, bizim doğaya ihtiyacımız var’ olduğu düşüncesinin daha çok hakim olması gerek” dedi.
 
Dünyanın birçok ülkesinde görülen koronavirüs salgını Türkiye’de de görüldüğü andan itibaren hızla yayılarak bini aşkın insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Salgının çıktığı ilk andan itibaren Türkiye dışında birçok ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, insanların evlere kapanmasının ardından salgının doğaya faydaları üzerine tartışmalar başladı. Herkes, “Doğa benliğine dönüyor” derken bizler de, “Salgının doğaya ne tür yararı ve zararı olabilir” sorusu üzerinden ekolojist ve çevre mühendisi olan Nujiyan Yıldırım ile konuştuk.
 
* Türkiye'de koronavirüsün yayılması ile birlikte insanlar eve kapandı ve bu süreçte hava kirliliğinde azalma görüldü. Hava kirliliğinde insanların payı bu derece fazla mıdır?  
 
Koronavirüs salgınının neden olduğu olağanüstü şartlar ve şartların neden olduğu eve kapanmadan kaynaklı hava kirliliğindeki azalma görünen bir sonuçtur. Fakat bu sonucun sadece insanlardan kaynaklı olduğunu tanımlamak; bizi sorunun asıl ve uzun vadeli çözümünden uzaklaştıracaktır. Çünkü toplumsal hayatın kısa vadeli felç olduğu günümüz şartlarında bunun olması sadece aşırı araç trafiğinin azalması sonucunda egzozlardan çıkan gazların azalmasıyla, hava kirliliğinde görünen oranda bir azalma olmuştur. Aynı şekilde küresel karantinanın da hava kirliliğinin azalmasında ciddi bir etkisi olduğu doğrudur. Fakat bu sonuç çevre kirliliğinin azaldığına dair bir rahatlatmaya neden olduğu veya olacağı düşüncesi yanıltıcı olabilir.  Çünkü eve kapanma sürecindeki yaşam biçimi, virüsten korunma amaçlı aşırı kimyasal maddelere (aşırı su ve deterjan tüketimi vs.)  maruz kalma; uzun vadedeki hava kirliliğine etkisi ve dolayısıyla ekosistemdeki tüm canlılara verdiği vereceği zararları kısa vadede görülmediği için henüz bilinmemektedir. Bu yüzden çözüme odaklı sonuçlara varmak için insanların payı söyleminden ziyade, hem insanların çevre kirliliğine katkısını azaltma konusunda bilinçlendirilmesine, hem de doğayı korumaya yönelik çevre politikaları ve çevre yönetim biçimine odaklanmak gerekir. Sonuca yönelik ve uzun vadeli çözüme katkı sunacağına inanıyorum.
 
* Hava kirliliğinde azalma görülmesi ile birlikte ‘ekolojik denge sağlanıyor’  söylemi dile getiriliyor. Gerçekten böyle bir durum var mı?
 
Küresel bir salgının neden olduğu, eve kapanmanın sonucunda azalan hava kirliliğinin ekolojik bir dengeyi sağlayacağını düşünmenin gerçekçi bir yaklaşım olmadığını anlamak için; hava kirliğinin temel nedenlerine ve doğayı tahrip eden tarihine bakmak gerekiyor. Sanayi devriminden bu yana gerçekleşmiş ve gerçekleşmekte olan teknolojik gelişmeler, bunun yanı sıra artan nüfus artışı ve gereksiz meta kullanımı başlı başına araştırılması gereken ve çevre felaketlerine yol açan bir konudur. Sanayi tesisleri, nükleer enerji santralleri, yerel yönetimlerin atık sahalarında çıkan yangınlar, nükleer silah denemeleri, bölgesel savaşlar, nükleer ve radyoaktif denemeler, radyoaktif madde artıkları, orman yangınları ve tarımda verimi artırmak için kullanılan kimyasal maddelerin kullanımının yoğun bir şekilde artması sonucunda; atmosferde çoğalan toz, duman, gaz koku ve saf olmayan su buharı gibi sonuçlar asıl hava kirliliğine neden oluyor. Bir ekolojik denge beklemek, fazlasıyla iyimser olmak demektir. Yani ekolojik dengeyi bozan sadece araçların egzoz gazı, park bahçeleri kirleten piknikçiler veya ava çıkan avcılardan ibaret görürsek evet böyle bir denge sağlanıyor diyebiliriz. Ama doğaya insana ve tüm canlılara kötülük bunlarla açıklanamaz. Aksine asıl failler yani sermaye uğruna doğanın dengesini bozan ve çevreyi kirleten devasa güçlerin sorumluklarını yerine getirmelerini sağlayacak hukuksal ve ekolojik düzenlemeler olmadıkça ekolojik bir dengeden söz etmek mümkün olmayacaktır.
 
“Er ya da geç toplumların geldikleri yere, ona merhamet eden, onu koruyan ve onu besleyen doğaya-ekolojiye döneceğini düşünüyorum. Doğanın insana değil, insanın doğaya ihtiyacı olduğunun görülmesine ve doğanın da nefes almasına vesile olduğuna inanıyorum” 
 
* Karantina sürecinin doğaya etkisi oldu muhakkak. Nasıl bir etkiden söz edebiliriz?
 
Karantina sürecinin doğaya etkilerini görmek biraz daha zamanla ve araştırmalarla mümkün olacaktır. Fakat insanın doğayla düşünsel olarak barışması daha doğrusu insanda doğanın kıymetini anlama bilincinin gelişmesi bile doğa açısından olumlu dolayısıyla toplum için de kıymetli bir gelişme olarak görüyoruz. Er ya da geç toplumların geldikleri yere, ona merhamet eden, onu koruyan ve onu besleyen doğaya-ekolojiye döneceğini düşünüyorum. Doğanın insana değil, insanın doğaya ihtiyacı olduğunun görülmesine ve doğanın da nefes almasına vesile olduğuna inanıyorum. Örneğin; son 30 yıldır hava kirliliği sebebi ile Hindistan’dan görülmeyen Himalaya sıra dağları tekrardan görünür hale gelmiştir. Yine en çok Çin’de görülen hava kirliliğinde yüzde 40 gibi ciddi bir oranda azalma görülmüştür. Ozon tabakasının seyrelmesi biraz da olsa kapanmış, doğaya zehirli gaz ve ışınların salınımında azalma görülmüştür. İklim değişikliği aşırı ve dengesiz yağışların düzeni gibi birçok konuda olumlu gelişmelere vesile olduğunu söyleyebiliriz.
 
Karantina sürecinde virüsten korunma amaçlı, abartılı kimyasal madde içeren maddelerin temizlik için kullanılmasından kaynaklı su ve buhar aracılığıyla doğanın ne kadar olumsuz etkileneceği de uzun vadede ve araştırmalarla ortaya çıkacaktır. Ayrıca konumuz değil ama ortaya çıkan atıkları da doğaya binecek bir yük olduğu gerçeğini de düşünmemiz gerekmektedir.
 
* Sizce bu süreç bittikten sonra insanların doğaya yönelik yaklaşımı nasıl olmalıdır?
 
Karantina sürecinin ne zaman ve nasıl biteceğini salgının gidişatı ve ona yönelik bilimsel çabalar belirleyecek. Karantina süreci sonrasını ise toplumsal kurum ve kuruluşların mücadelesi, insanların doğaya yaklaşımını da belirleyecek. Çok boyutlu sorunlara (sosyal, ekonomik ve psikolojik)  sebep olduğu gibi alternatif çözümlere de gebe bir döneme gireceğiz. Salgın sürecinde toplumun temel kaygısı yaşama, barınma ve beslenmedir. Fakat bu süreç bitikten sonra çok çeşitli ihtiyaç ve beklentiler olacağı gibi salgın döneminin yaratacağı olumsuz alışkanlık ve korkuların yaratacağı psikolojik sorunlar da kendini toplumsal hayatta gösterecektir. Aşırı israf şeklinde su tüketimi, toplu taşıtları kullanmaktan kaçınıp daha çok özel taşıtların tercih edilmesinden kaynaklı yoğun trafik ve yaratacağı hava kirliliği vs. öngörebileceğimiz sorunlardır. Bu anlamda toplumu bu kaygılarına yönelik bilinçlendirme eğitim ve çalışmaları yapılmadan insanların doğaya yaklaşımını ya da doğa ile ilişkisinin olumluya evrilebileceğini düşünmek çok doğru olmaz. Toplumsal bilinçle birlikte kamu yönetimi ve çevre yönetiminin ortaklaşacağı sosyal, ekonomik, ekolojik yasa ve yaptırımların da hayata geçirilmesi yönünde çalışmalara ağırlık verilmelidir. Salgın ve beraberindeki karantina süreci çok şey anlatsa da, çok şeyi öğretmesi toplumun önünü açacak alternatif dinamiklerin başarısına bağlıdır. Toplum bir asırlık sistemlerin bir salgında bile nasıl çözümsüz kaldıklarını görse de bunun nedenleriyle birlikte çözüm odaklı politikalarla alternatifsiz kalırsa, aynı sistemleri sahiplenebilirler de…
 
“Her sorun aslında toplumsal örgütlenmenin yarattığı pozitif etki ile çözüme kavuşacağı inancıyla hareket edildiğinde insanlar da ‘doğayla ilişkimiz, nasıl olmalı?’ sorusunu kendilerine sormaya başlayacaklar ve bu başlangıç sorunların çözümünü de kolaylaştıracaktır.”
 
Bilindiği üzere sistemler hem doğaya hem insana belki daha acımasız yöntemlere başvurmalarına neden olabilirler. Plansız kentleşmenin, doğal kaynakların ölçüsüz kullanımının, gerekli çevresel önlemler alınmadan ve arıtma tesisleri kurulmadan, geri dönüşüm alanları hazırlanmadan yoğun üretime geçen sanayi bölgelerinin, plansız endüstrileşmenin hava kirliğinin en büyük nedenidir. Dolayısıyla solunum hastalıklarına da virüslerden daha çok canlara kıydığı bu salgınla birlikte görülmesi sağlanmalıdır. Yani insanlara doğayı yok etmenin, kirletmenin talanın daha çok hava kirliliğine, hava kirliliğinin de solunum hastalıklarına solunum hastalıklarının da virüslü virüssüz erken ölümlere neden olacağı konusunda,  çevre ve insana dair duyarlı ve uzman kesimler tarafından toplumu bilinçlendiren ve çözüme götüren yollar gösterilince insanların da doğal doğanın vazgeçilmez olduğunu benimseyip, ekolojik bir pencereden hayata ve doğaya sahip çıkacaklarına inanıyorum.
 
Her sorun aslında toplumsal örgütlenmenin yarattığı pozitif etki ile çözüme kavuşacağı inancıyla hareket edildiğinde insanlar da ‘doğayla ilişkimiz, nasıl olmalı?’ sorusunu kendilerine sormaya başlayacaklar ve bu başlangıç sorunların çözümünü de kolaylaştıracaktır. Bunun olması için de tüm ekoloji çevrelerinin ekolojik bilinci aşılayarak tüm eğitim kurumlarında ekolojik eğitim seferberliği, bilinç ve farkındalık yaratma vb. gibi aktiviteler temel gündem olmalıdır. Çünkü eko-endüstriyalizmde endüstrileşmenin sınırı toplumun temel ihtiyaçları ve ekolojik üretime bağlıdır. Üretim kar amaçlı değil, toplumsal ihtiyaç eksenli yapılır. Böylece hem ekolojik hem de ekonomik üretim sağlanmış olur. Gereksiz baraj-HES gibi projelere son verip doğanın dengesiyle oynanmaya derhal son verilmeli. Bu ve benzeri projeler toplumsal ihtiyaç ve çevreye uyum felsefesiyle hayata geçirilmelidir.
 
* Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 
Platon sağlığı uyum olarak, Galen ise sağlığı dengenin bozulması olarak tanımlamıştır. 19’uncu yüzyılda da hastalık genel olarak normalden sapma olarak ifade ediliyordu. Tüm bu tanımlamalara ek olarak Dünya Sağlık Örgütü 1948 de yeni bir tanımlamaya gitme ihtiyacı duymuştur. Dünya Sağlık Örgütü ‘sağlığı yalnızca hastalık veya bedensel ve zihinsel güçsüzlüğün olmaması değil, tam fiziksel, zihinsel ve toplumsal vücut sağlığıdır’ şeklinde tanımlamıştır. Sanırım günümüzün sağlık tanımına doğayla barışık insan yapısını eklemek, sadece doğaya değil insana da insanlığın geleceğine de büyük bir katkı sunacaktır. Çünkü covid-19 vb. salgınların kaynağı eko-sistem olsa da nedeni kapitalist sistemin endüstriyalizmidir. Dolayısıyla toplumda 'doğa bize değil, biz doğaya zarar veriyoruz’ ve ‘doğanın bize değil, bizim doğaya ihtiyacımız var’ olduğu düşüncesinin daha çok hakim olması umuduyla güzel günler biraz da bizim elimizde ve çok uzak olmamalı diyorum.