
Kadın Devrimi (7)
- 09:03 2 Mart 2025
- Dosya
Devrimin Mekânı
HABER MERKEZİ - Kadın devrimi tartışmaları ve mücadelesinin geliştirilmesinde Rojava Devrimi’nin önemli bir yerde durduğu tespit ediliyor. Kürt kadınların yaptığı değerlendirmeler, dünyadaki kadınlar tarafından da kabul görüyor ve gerçekleştirilecek kadın devriminin mekânı olarak Kürdistan ve Orta Doğu’ya işaret ediliyor.
“21’inci yüzyıl kadın yüzyılı olacak” ve “Kadın devrimi” değerlendirmelerine Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi ideolojik, politik, örgütsel ve eylemsel gelişimi ile ilham kaynağı oluyor. Aynı zamanda mücadelenin önemli bir öncü gücü olarak kadın hareketleri tarafından da kabul ediliyor.
Yazı dizimizin bu bölümünde, gerçekleşmesi beklenen bir devrimin yanı sıra “Kadın devriminin mekânı; Orta Doğu’da ikinci kadın devrimini gerçekleştirme imkânları” konusuna ilişkin önemli değerlendirme ve tespitleri ele alıyoruz.
Her toplumsal çıkışın mekânı var
Her çağda toplumsal gelişmeler, bazı mekânlarda yeni çıkışlara zemin oluşturuyor ve tüm dünyayı etkileyen gelişmelere yol açıyor. İnsanlığın çıkış yaptığı Afrika, toplumsallaşma ve ilk kadın devriminin mekânı Bereketli Hilal, şehir devletlerinin çıkış yaptığı Aşağı Mezopotamya, tek tanrılı dinlerin doğduğu Urfa, İslami çıkışın mekânı Arap Yarımadası, Rönesans’ın yurdu İtalya, halk devrimlerinin mekânı Fransa, Rusya toplumsal gelişmenin sıçrama yaptığı yerlerden bazıları olarak öne çıkıyor.
Toplumsal gelişmeler zamansız ve mekânsız düşünülemeyeceğine göre, kapitalizmin yarattığı krizlerin ve buna karşı gelişen direnişin küreselleştiği 21’inci yüzyılda devrimsel çıkışın mekânını nasıl belirleyebiliriz? Bir bölgeyi diğerine göre daha stratejik, bir direnişi diğerine göre daha dönüştürücü kılan nedir?
Yerel ve evrensellik arasındaki bağ
İnsanlık tarihine yön veren devrimler ve toplumsal dönüşümler, belirli bir mekânda yaşanıyor ancak etkisi tüm dünyaya yayılıyor. Nehrin yan kolları akışı belli noktalarda etkilerken, ana nehre yapılan müdahaleler tüm kolları etkiliyor. Temel çelişkiyi yakalamaktan çözüm yöntemini tespit etmeye, strateji ve taktiklerini oluşturmaya, zamanını ve mekânını doğru belirlemeye kadar bir dizi etkinlik, ana akışa yön verecek müdahaleleri mümkün kılıyor. Yerel ile evrensel arasındaki bağları anlamlı kılan da bu oluyor.
Çıkış yapılacak mekânı belirlemek
Kadın özgürlük sorunu tüm coğrafyalarda yaşanırken, kadın direnişi de tüm dünyaya yayılmış durumda. Ancak, çıkış yapacağı mekânı belirlemek bu devrimin somutlaşmasını sağlıyor. Toplumsal gelişmelerde her zaman farklı ihtimaller ortaya çıkabiliyor. Buna açık olmak kaydıyla, diyalektik bir yaklaşımla bakıldığında, sorunun en fazla derinleştiği, dolayısıyla alternatif sistem ihtiyacının en fazla hissedildiği ve devrim güçlerinin örgütlü ve hazırlıklı olduğu mekânlar devrimsel çıkışların gerçekleşeceği yerler olarak değerlendiriliyor. Tüm bunlarla bağlantılı olarak, çağın karakteri kadın yüzyılı, temel çelişkisi köle kadın-egemen erkek çelişkisi, devrimleri kadın devrimi, öncü gücü kadın partileri olarak tanımlanırken, bu devrimin mekânının da Orta Doğu ve daha özelde Kürdistan olduğu ortaya çıkıyor.
Devrimin ve karşı devrimin yarattığı çelişkiler
Ortadoğu, tarım-köy devriminden şehir devrimine, mitolojilerden dinlere, bilimden felsefeye, ticaretten sanayiye kadar birçok toplumsal gelişmenin filizlendiği çekirdek bölge olarak biliniyor. 16’ncı yüzyılda Avrupa’da gelişen sanayi ve bilimsel teknik devrimine kadar insanlık tarihi açısından merkezi konumda bulunuyor. Demokratik uygarlık ve devletli uygarlık nehirlerinin doğuş zeminini oluşturuyor.
İnsanlığın ortak hafızasına ait tarihi eserler ve kadim halkların kültürleri, kadın etrafında gelişen toplumsallığın izlerini taşıyor. Aynı zamanda devleti ve sınıflaşmayı doğuran erkek karşı devriminin ve kadının kölelik tarihinin gizli olduğu topraklar olarak öne çıkıyor. Bu nedenle, devrim ve karşı devrimin yarattığı çelişkiler, kadın etrafında yoğunlaşıyor.
Kapitalizmin tüm saldırılarına rağmen...
Kapitalizmin son iki yüzyılda gerçekleştirdiği yoğun saldırılara rağmen fethedilemeyen, ancak kendi alternatif sistemini de geliştiremeyen Orta Doğu, sancılar içinde bulunuyor. Köklü kültürel geleneği kapitalist modernitenin yaşam biçimiyle, toplumsallığı onun bireyciliğiyle, maneviyatı onun maddi kültürüyle ciddi uyuşmazlıklar yaşıyor. Modernist yaklaşımla ele alındığında, sorun olarak görünen bu durum esasında alternatif modernite potansiyeline işaret ediyor. Bu nedenle, toplumsal mühendislik projeleriyle üstten dayatılan modernite projeleri, bölgenin tarihsel ve kültürel dokusu üzerinde yüzeysel bir etki yaratıyor. Bazen ise geri teperek gericiliğin hortlamasına neden oluyor.
Bölgedeki ulus devletler ve emperyalist politikalara karşı gelişen dini, kültürel ya da etnik direnişler, eskiyi dogmatik tarzda yaşatma veya modernite ile uzlaştırma dışında bir projeye sahip olamıyor. Son iki yüzyılda bölgenin tarihsel dokusu ve kültürü göz ardı edilerek sınırları cetvelle çizilen ulus-devletler, sürekli savaş ve çatışma mekânına dönüşüyor. Bölgenin tarihi-kültürel mirası, ekolojisi ve ekonomik yapısı emperyalist talana maruz kalıyor. Kadın etrafında gelişen yaşamın izlerini taşıyan kutsal kitaplarda cennet olarak tanımlanan coğrafya, ciddi bir ekolojik yıkımla karşı karşıya bulunuyor.
Orta Doğu’da kadın devrimi perspektifine dayalı mücadele
Kadın özgürlük probleminin derinliği ve çözüm gücü olabilecek yaklaşımların eksikliği, Orta Doğu’da kadın devrimi perspektifine dayalı bir mücadelenin gerekliliğini ortaya koyuyor. Orta Doğu’nun ahlaki-politik dokusu, erkek egemen zihniyet, milliyetçilik ve dincilikle zedelense de hâlâ canlılığını koruyor. Toptancı bir biçimde geri ve gelişmemiş olarak değerlendirilen birçok unsur, aslında demokratik modernite unsurlarına dönüştürülebilecek potansiyel taşıyor. Ekolojik yaşam, komünal ekonomi ve yaşamı geliştirmede kadınlar daha etkin bir rol oynayabiliyor. Dünyanın birçok bölgesine kıyasla Orta Doğu, demokratik modernitenin inşa edilmesi açısından daha avantajlı bir konumda bulunuyor.
Demokratik uygarlık geleneğinin direniş yurdu
Orta Doğu devrimlerinin başarısının, kendi tarihsel değerlerinin bilimle bütünleşmesi temelinde gerçekleşebileceği tespiti yapılıyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan, bu doğrultuda “yenilenmiş tanrıça bilgeliğinin” gerekliliğine dikkat çekiyor. Orta Doğu’ya dair oluşturulan bilgilerin büyük bölümü oryantalizm damgalı olduğu için, bölge tarihi ve toplumlarının sorunlarını anlamayı ve çözümlemeyi zorlaştırıyor. Tarihsiz, donmuş ve ölü olarak tanımlanan Orta Doğu toplumlarını anlamak için geliştirilen oryantalist araştırmalar, esasında Avrupa merkezli bir bakış açısıyla bölgeyi yeniden inşa ediyor. Oryantalist bakış açısı, Orta Doğu’daki sorunları modernleşememiş olmaya bağlıyor. Bu çerçevede, kadın özgürlük sorununun da modernleşme ile çözülebileceği iddia ediliyor. Bölgedeki kadın özgürlük hareketlerinde de bu bakış açısı oldukça etkili oluyor.
Ancak, oryantalizmin en yıkıcı etkisi, Avrupalıların Orta Doğu’ya bakışından ziyade, Orta Doğuluların kendilerine bakışında ortaya çıkıyor. Bu yabancılaşmış zihinle gerçekleşen hiçbir eylem ve örgütlenme kabul görmüyor ve bölgedeki sorunları ağırlaştıran pratiklere yol açıyor. Demokratik uygarlık geleneğinin direniş yurdu, kadın devriminin mekânı ve insanlığın ortak hafızasını barındıran Orta Doğu’nun farkındalığını yaratacak zihniyet çalışmaları bu açıdan önem taşıyor.
Üçüncü cinsel kırılmanın erkek aleyhine gerçekleşmesi gerekiyor
Kadın karşısında iki büyük cinsel kırılmanın yaşandığı bir bölge olması nedeniyle, üçüncü cinsel kırılmanın erkek egemenliğini sarsacak biçimde gerçekleşmesi ihtiyacı en fazla Orta Doğu’da hissediliyor. Aile ve hanedanlık kültürünün aşılması, kadınların çocuk doğurma konusunda mutlak irade sahibi olması, kız çocuklarının özgürlükçü bir temelde eğitilmesi ve şiddete karşı öz savunmanın geliştirilmesi yaşamsal konular olarak öne çıkıyor.
Dinin kullanılması
Orta Doğu’da mücadele yürüten kadın özgürlük hareketlerinin karşı karşıya kaldığı temel bir handikap ise dine yaklaşım oluyor. Kadın köleliğinin ideolojik meşrulaştırılması olarak kullanılan din, özelde de İslam, bu nedenle bazı kadın hareketlerinin hedef tahtasında yer alıyor.Ancak, dinin toplum üzerindeki etkisini görmezden gelerek, kadın özgürlüğünü din karşıtlığı temelinde geliştirmek sonuç vermiyor. Bu tutum, kadın hareketlerinin marjinalleşmesine yol açıyor.
Orta Doğu’da gelişen kadın hareketleri, genellikle İslam ile kapitalist modernite arasında bir tercihe zorlanıyor. Bu kısır döngü içinde mücadeleyi büyütmek ve sonuç almak oldukça zorlaşıyor. İslami feminizm, liberal ve Avrupa merkezli feminizmi eleştiri temelinde bir çıkış arayışına giriyor.Bu noktada, Kur’an ve hadislerin kadın özgürlüğüne dayalı yorumları yapılıyor, kadın düşmanı hadisler reddediliyor ve İslam fıkhına kadın haklarını yerleştirme çalışmaları yürütülüyor. Ancak, bazı kadın hareketleri feminizmin Batı eksenli olmasından dolayı feminist olarak anılmak istemiyor.
Dinin demokratikleşmesi ve cinsiyetçi unsurların aşılması temelinde yürütülen çalışmalar, kadın hareketleri için önemli bir ortaklık zemini oluşturuyor. 12. yüzyılda kesintiye uğrayan din içinde felsefi tartışmaların yeniden başlatılması, dogmaların ve dinciliğin aşılmasına katkı sunuyor.Farklı inanç ve mezheplerin ortak eylem ve örgütlenmeleri için kadınlar daha fazla olanak bulabiliyor. Bu çerçevede, dinciliğin aşılmasında bölgedeki farklı inançlardan kadınların geliştireceği ortak mücadeleler zihniyet değişimine öncülük ediyor.
Sorunların çözümünde kadınların tutumu
Son iki yüzyıldır bölgede yaşanan sorunları derinleştiren ulus-devlet anlayışına karşı olmak, kadın siyasetinin merkezine oturtulması gereken bir konu olarak değerlendiriliyor. Demokratik ulus modeli, bir çözüm alternatifi olarak kuramsal ve pratik düzeyde savunuluyor. Milliyetçiliğe, dinciliğe ve cinsiyetçiliğe karşı halkların kardeşliği temelinde bir duruş sergilenmesi gerektiği ifade ediliyor. Savaş ve talan politikalarına karşı, sorunların müzakere ve barışçıl yollarla çözülmesi kadın özgürlük hareketlerinin ortak tutumu olarak şekilleniyor.
Bölgede yürütülen müzakere ve barış süreçlerine, savaşlardan kaynaklanan uluslararası mahkemelere kadınların mutlaka taraf olarak katılması gerektiği vurgulanıyor. Şiddet kültürünün aşılması için anne-çocuk ve kadın-erkek ilişkilerinden başlayarak toplumsal zihniyet dönüşümünü hedefleyen çalışmaların yapılması gerektiği belirtiliyor. Bununla birlikte, erkek şiddetine karşı kadınların ve çocukların, devlet ve çetelerin saldırılarına karşı toplumların kendi öz savunmalarını oluşturabilecekleri kurumlar geliştirilmesi öneriliyor.
Rojava devrimi ve kadın mücadelesi
Kapitalizmin krizlerini çözmek için başlattığı dünya savaşları, dengelerin değişmesine yol açtığı için her iki dünya savaşında da devrimci çıkışlar yaşandı. Orta Doğu’ya yönelmiş olan üçüncü dünya savaşında da benzer bir durum yaşanıyor. Rojava Devrimi, bu sürecin en somut örneklerinden biri olarak değerlendiriliyor.
2011 yılında statükocu ulus-devletlere karşı başlatılan halk ayaklanmalarında kadınların yoğun katılım sergilediği görülüyor. Bu durum bölgede devrim umudu yaratıyor. Ancak aradan geçen yıllar içinde, Rojava Devrimi dışında hiçbir bölgede alternatif bir sistem oluşturulamıyor. Birçok bölgede, eskisinden daha gerici ve anti-demokratik sistemler hâkim oluyor ve kadınların durumu daha da kötüleşiyor.
Ortak hafızaya saldırı
Devam eden 3. Dünya Savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndan farklı yol ve yöntemlerle sürüyor. İki kutuplu dünya gerçeğinin aşılmasıyla birlikte, çelişkili ve çatışmalı görünen birçok taraf, uzlaşmaya ve iş birliğine de varabiliyor. Görünürde birçok taraf birbiriyle çatışma halindeyken, daha derin bakıldığında emperyalist güçler, bölgedeki gerici ulus-devletler ve paramiliter çete gruplarının ortak çıkarlar etrafında birleştiği görülüyor.
Rojava Devrimi’ne yönelik saldırılarda, özellikle Efrîn, Serêkanî ve Girê Spî işgallerinde bu durum açıkça ortaya çıkıyor. DAİŞ ve El-Nusra gibi paramiliter çeteler ile Türkiye’nin özel konsepti doğrultusunda, tarihsel kültürü taşıyan mekânlara, kadim halkların kültürüne ve en fazla da kadınlara saldırılar gerçekleşiyor. Bölgenin köklü halkları sürgüne zorlanıyor, tarihî mekânlar talan ediliyor ve binlerce yıllık miras yok ediliyor. Barajlar ve altyapı projeleriyle tarihî mekânlar su altında bırakılıyor, kaçakçılar ve uluslararası rant şebekeleri aracılığıyla bölgenin tarihî eserleri yok pahasına satılıyor. Bütün bu saldırılar, insanlığın ortak hafızasına yönelik sistematik bir savaş olarak değerlendiriliyor. Kadın devriminin izlerini taşıyan ilk kadın devrimi mekânları olan Hasankeyf, Şengal, Palmira, Hatra ve Ninova gibi tarihî bölgeler, bilinçli bir şekilde yok edilmeye çalışılıyor.
Paradigmalar savaşı
Bu açıdan, 3. Dünya Savaşı’nı "paradigmalar savaşı" olarak değerlendirmek yerinde görülüyor. Bu savaşın tarafları, Orta Doğu’nun demokratik uygarlık geleneğini temsil eden halklar ve kadınlar ile devletli-erkek egemenlikli uygarlık arasında şekilleniyor. Dünya halklarının Rojava Devrimi’ni ve özelde kadın devrimini küresel çapta sahiplenmesinin bir nedeni de bu paradigmasal savaşın farkındalığı olarak değerlendiriliyor. Kobanê Direnişi’ne küresel düzeyde sahip çıkılması, Efrîn ve Serêkanî savaşlarına karşı dünyanın dört bir yanında eylemler düzenlenmesi, bu sahiplenmenin somut örnekleri arasında yer alıyor. 2014’te “1 Kasım Dünya Kobanê Günü” ilan edilirken, 2019’da ise “2 Kasım Dünya Rojava Günü” ilan edilerek her yıl bu tarihlerde dayanışma eylemleri yapılıyor.
Öz savunma ve kadın direnişi
Abdullah Öcalan’ın öngörüleri ve perspektifleri doğrultusunda geliştirilen öz savunma çizgisi, kadın özgürlük hareketinin en kritik dinamiklerinden biri olarak öne çıkıyor. Rojava Devrimi’nde kadınların öncü rol oynaması, devrim sürecinin sadece askerî boyutuyla değil, toplumsal ve siyasal boyutuyla da güçlü bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. DAİŞ saldırılarına karşı gelişen kadın direnişi, kadınların örgütlü bir şekilde savaşan bir güç olmasının önemini ortaya koyuyor. 21. yüzyılda kadınların köle pazarlarında satılacağını, binlerce kadının savaş ganimeti olarak kaçırılacağını kimse öngörmemişti. Ancak DAİŞ saldırıları başladığında, Şengal’de 7 bin Êzidî kadının kaçırıldığı süreçte, bu kırıma karşı direnen tek güç PKK ve PAJK oluyor. Bölgedeki diğer devletlerin orduları ve peşmerge güçleri bu saldırılara göz yumarken, sistem karşıtı örgüt ve kurumlar, uluslararası kadın hareketleri çaresizce durumu izlemekle yetiniyor.
Orta Doğu’da ikinci kadın devrimi ihtiyacı
Ortaya çıkan bu tablo, Orta Doğu’nun neden ikinci bir kadın devrimine ihtiyaç duyduğunu ve bu devrime öncülük etmesi gereken gücün kim olduğunu gözler önüne seriyor.Abdullah Öcalan, bu konuya ilişkin yaptığı bir değerlendirmede şunları belirtiyor: “PAJK gelinen aşamada dünyanın dikkatini çekiyor. Ben bu duruma günlük olarak yoğunlaşıyorum. Dağdaki kadınlar, Rojava’daki kadınlar hepsi şunu bilmelidir ki, ben bir kadın devrimi için uğraşıyordum. Ama işte Viyan’ın (Êzidî milletvekili) durumu ortada. Mevcut durumun yenilir yutulur bir yanı yok.”
Bu değerlendirme, DAİŞ’in yenilgiye uğratılması ve kadınların kendi öz örgütlenmelerini kurmasıyla birlikte, kadın devriminin nasıl somutlaşabileceğini ortaya koyuyor. Kadın orduları ve örgütlenmeleri, yalnızca askeri anlamda değil, toplumsal dönüşüm anlamında da kadın devriminin temel unsurları olarak değerlendiriliyor. Böylesi bir amaç olmasaydı, kadınların savaşma, ordu kurma ve DAİŞ’e karşı durma gücü bulamayacakları vurgulanıyor. Tüm bu gelişmeler, kadınların büyük bir özgürlük anlayışı, aşkı ve fikri ile mücadeleye yöneldiğini gösteriyor.
Arap Baharı değil, halkların baharı
Orta Doğu devriminin fitilini ateşlediği düşünülen 2011 ayaklanmaları, başlangıçta büyük bir umut yaratmıştı. Ancak süreç içinde, halkların taleplerinin sistem içinde eritildiği ve kadınların durumunun daha da kötüleştiği görüldü. Abdullah Öcalan, bu süreci değerlendirirken, 2011’de başlayan ayaklanmaların “Arap Baharı” değil, "halkların baharı" olarak ele alınması gerektiğini ve bu sürecin merkezinin Kürdistan olacağını öngörüyordu.
Bu açıdan, Rojava Devrimi, Orta Doğu’yu ikinci kadın devriminin mekânı haline getiren öncü bir devrim olarak değerlendiriliyor. Kadın devriminin sadece Kürdistan’ın bir bölgesinde kazanımlar elde etmenin ötesinde, tüm Orta Doğu’ya yayılmasını sağlamayı hedefleyen bir stratejiyle ele alınması gerektiği vurgulanıyor. Bu devrimin kültürleşmesi ve toplumsal sisteme dönüşmesi, her türlü saldırıya karşı savunulması ve bölgedeki tüm halklara yayılması, ikinci kadın devrimini gerçekleştirme stratejisinin bir parçası olarak görülüyor.