Zulme karşı diz çökmeyenlerin direnişi: Cizre (5)

  • 09:01 13 Aralık 2019
  • Dosya
Rojda Aydın
 
ŞIRNAK - ‘Diz çökmeyenlerin’ bıraktığı özgürlük umuduyla yeniden kendini doğuran Güler Tunç, “Umudun olduğu yerde özgürlük olur” diyor. 
 
Mücadelesi, acısı ve küçük yaşının büyük hikayesiyle Botan’ın bir bütün özetidir, Güler Tunç…‘Diz çökmeyenlerin’ bıraktığı özgürlük umuduyla yeniden kendini doğuran Güler, çocuğu ‘Bêkes’le’ ‘direnişin kalesinde’ yeniden mücadele gömleğini giyerek direniş yolcuğuna çıkıyor. Eşi Orhan Tunç’un mücadelesini devralan Güler, ‘umut’ kelimesini ağızından hiç düşürmeyerek şimdi Cizre’de Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP)İlçe Eşbaşkanlığını yapıyor.  
 
Çıktığı mücadele yolcuğunu ve yasak sürecini ajansımıza anlatan Güler, “Umudumuz olduğu sürece amacımıza ulaşırız, özgürlüğe çok yakınız” diyor.
 
‘Öğretmenlere atılan mesaj savaşın ağır geçeceğinin göstergesiydi’
 
Eşi Orhan Tunç’u yasak döneminde sığındığı bir bodrumda kaybeden Güler, o dönemde yaşanan katliamların ve ölümlerin birebir şahidi olduğunu söyledi. O dönemde çok ağır kayıpların olduğunu ve en büyük kayıpların o süreçte yaşandığını dile getiren Güler, yasağın ağır geçeceğini öğretmenlere atılan mesajla anladıklarının altını çizdi. 
 
‘Sessiz kalan herkes katliamdan sorumlu’
 
“Yasak ilan edilmesinden sonra 7’den 70’e herkes keskin nişancıların hedefi oldu” diyen Güler o süreci şu cümlelerle anlatıyor: “Sadece AKP iktidarı değil, aynı zamanda bu ilçeden giden ve sessiz kalan öğretmenler de bu yaşananlardan sorumlu. O öğretmenler katledilen öğrencilerin katilleri. Çünkü yaşananlara ses çıkarmadılar. 3 ay yaşadığımız savaşı daha önce kimse kendi gözleri ile görmedi ve yaşamadı. Hiç kimse bizim 3 ay boyunca sesimizi duymadı. O süreçte sadece aileleri ve çocukları bodrumlarda kalanlar ses çıkardı ve çocukları için bodrumların önlerine gittiler. Sessiz kalan herkes bu katliamın sorumlusudur. Cizre’de 4 yıl önce vahşice bir savaş başladı ve insanlarımız vahşi bir şekilde katledildi. Bizler 3 ay boyunca sadece bomba, silah, tank ve top sesleri duyduk. Bu savaşın bir an önce durması için başvuru yapmadığımız yer kalmadı. Ama başvurularımızdan hiçbir sonuç çıkmadı. Yaralı olanları hastaneye kaldırmamız gerekiyordu. Ama ambulansların gelmesine izin verilmiyordu ve geri gönderiliyordu.”
 
‘90’dan bugüne aynı şeyleri yaşıyor Cizre halkı’
 
Saldırılara karşı sokağa adım atan herkesin hedef alındığını hatırlatan Güler, çok sayıda insanın o dönemde kapısının önünde keskin nişancılar tarafından hedef alınarak katledildiğini söylüyor. Günlerce cenazelerin yerlerde kaldığını dile getiren Güler, “Cizre dini, dili ve kültürü ile kutsal bir şehir. Kirli siyasetini din üzerinden yürüten iktidarın gerçek yüzünü bizler o 3 ay içerisinde gördük. Devlet her şekilde ve her yerden Cizre halkının üzerine geldi. Cizre halkı o üç ay içerisinde yaşatılanların yabancısı değil. Çünkü Cizre halkı 90’lı yıllarda da aynı şeyleri yaşadı. 90’dan bugüne aynı şeyleri yaşıyor Cizre halkı. Ama Cizre halkı iktidarın ve devletin faşist saldırılarına karşı hiçbir zaman geri adım atmadı. Halkımız en kötü şeyleri yaşadı ama hiçbir zaman teslim olmadı ve bu şehrin teslim alınmasına izin vermedi. Cizre bodrumlarında da katledilen arkadaşlarımız da üç ay boyunca direndiler. Yaşamını yitirenler AKP-MHP faşizminin saldırılarına boyun eğmediler” diye anlatıyor.    
 
‘Herkes terörist ilan edildi’
 
Cizre bodrumlarında insanlar katledilirken ana akım medyanın bodrumlarda katledilen sivilleri “terörist” olarak servis ettiğine dikkat çeken Güler, “Anne karnındaki çocuklar, 70 yaşındaki Taybet Ana, 10 yaşındaki Cemile Çağırga, Miray bebek gibi birçok kişi terörist olarak ilan edildi. Bodrumlarda kalan herkes terörist ilan edildi. Küçük bir bebek nasıl terörist olabilir? AİHM’e başvurduğumuzda da bizlere ‘bodrumlarda ne işleri vardı’ diye soruyorlardı. Eğer bizlere, toprağımıza ve şehrimize saldırı yapılıyorsa bizler de buna karşı direniriz. Tanklarla, toplarla, çetelerle kentimize giren ve bizleri öldürenler teröristtir. Bizler değiliz diye yanıt verdik” diye belirtiyor. 
 
‘4 yıldan bu yana iktidar baskısı arttı’
 
Cizre katliamının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen yaşananların halen hafızalarda yer aldığını söyleyen Güler, acılarının hiçbir zaman azalmayacağını ve yaşananları unutmayacaklarını ifade ediyor. 4 yıldan bu yana iktidarın baskıları ile karşı karşıya kaldıklarını belirten Güler şöyle devam ediyor: “Cizre bodrumlarından bu yana hala biz ailelere yönelik baskılar devam ediyor. Ama bizler Cizre bodrumlarında katledilen arkadaşlarımızdan güç alarak faşizme karşı boyun eğmedik ve eğmeyeceğiz. Bizler onlardan örnek aldık. Bizler bu güçle onlara gereken cevabı veriyoruz. Acımız hala aynı acı. Yaramız derin ve iyileşmiyor. Bodrumlarda katledilen ve bulunulmayan 50 cenazemiz hala kayıp, ailelerimiz hala dört gözle bu cenazeleri bekliyor. O günden bu yana değişen bir şey olmadı. Bizim için hiçbir şey değişmedi. Bu halk 90’lı yıllarda faili meçhulleri de kendi gözleri ile gördü ve yaşadı. Yaşamını yitirenler ve toprak altında olanlar bizlerin özgürlük umudu oldu. Eşim yaşamını yitirdi ama benim için özgürlük umudu oldu. Umudumuz olduğu sürece amacımıza ulaşacağız. Çünkü özgürlüğe çok yakınız.”
 
‘Eşimin vasiyetini yerine getirdim’
 
“Oğluna neden Bêkes ismini koydun” sorusuna Güler, “Orhan katledilmeden önce kendisi ile konuşuyordum. Kendisinden bahsetmezdi. Sadece bana ‘Bêkesim dünyaya geldi mi?’ diye sorardı. Bende ona ‘neden Bêkes diyorsun?’ diye sordum. O da bana ‘biz zaten Bêkes değil miyiz, biz üç aydır burada Bêkes’iz. Vasiyetimdir oğluma Bêkes ismini koyun’ dedi. Son konuşmamız oldu. Çünkü sonraki gün eşim Orhan katledildi. Sahiplenme yoktu. Bêkes’in ismi oradan geliyor. Orhan ‘sahipsiz kaldık buralarda’ dediğinde bizlerde bir kalp kırıklığı oldu. Yaşadığım travmadan dolayı 10 gün erken doğum yaptım. Ben de eşimin vasiyetini yerine getirerek oğlumun ismini Bêkes koydum. Tüm acılara rağmen oğlum için yaşamak zorundayım. Büyüyen Bêkes ise sürekli ‘babam nerede?’  diye soruyor. Bêkes’e, ‘Berxwedan Orhan’ diye sesleniyorum. Çünkü Orhan’ın verdiği direnişin hep hatırlanmasını istiyorum” diye yanıt veriyor.  
 
‘Oğlum ve eşim için’
 
Güler, genç yaşından kaynaklı zor süreçler yaşadığını ve yaşının verdiği toylukla bazı şeyleri anlamlandırmakta zorluk çektiğini ifade etti. Güler, “Küçük yaşımdan kaynaklı acılarım çok fazlaydı. Ben eşim Orhan ve Bêkes’ten güç alarak ayakta kalmayı ve mücadele etmeyi öğrendim. Çocuklarını kaybeden annelere bakarak güç aldım. Çok küçük yaşta yaşımdan büyük acılarla karşılaştım. Bunları atlatmış değilim. Ama her şeye rağmen dimdik ayakta durmak zorundayım. Oğlum ve kaybettiklerim için yaşamak zorundayım. Gücümüzü onlardan alıyoruz. Botan yüzyıllardır direnişle anıldı. Binlerce aile topraklarının üzerinde kendini feda etti. Botan halkı diz çökmedi hiç. Çünkü iradesine sahip çıktı. Son 4 yılda yaşadığımıza baktığımda umudumu hiç yitirmedim. Çünkü Mehmetlerin, Asyaların ve Orhanların söyledikleri bana umut verdi” diye anlatıyor.
 
‘Türkiye’de hukuk sistemi kalmadı’
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), 2015 yılının Aralık ayında Cizre'de ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde hak ihlalleri iddiasıyla yapılan iki başvuruyu oybirliğiyle reddettiğini anımsatan Güler son olarak şunları dile getiriyor: “Türkiye’de bir hukuksuzluk var. Avrupa’ya gidip AİHM’e katıldık.  Savunmalar yaptık ve belgeler gösterdik. Ama AİHM, AKP iktidarının kirli siyasetinin bir parçası oldu. Siyasi bir karar verildi, ahlaki ve vicdani bir karar verilmedi. AİHM’in de bugün Cizre halkına hesap vermesi gerekiyor. Bizim AİHM’den hiçbir umudumuz yok. Çünkü adaletin olmadığı yerde doğru bir karar verilmez. AİHM rol ve misyonunu yerine getirmiyor, suç işliyor. Bu kararla katliamların önünü ve tekrardan katledilmenin önünü açıyor. Türkiye’de hukuk sistemi kalmadı. AİHM’de bunun bir parçası.” 
 
Yarın: İki yasak iki kayıp: Hemşe Çağlı eşi ve oğlunun direnişini sürdürüyor