59 yıl geçti: Kelebekler bugünün diktatörlerine karşı direniyor - 2

  • 09:02 20 Kasım 2019
  • Dosya
‘Erkeklerin yargılandığı davalar kadınların yargılandığı davalara dönüşüyor’
 
Dilan Babat-Habibe Eren
 
ANKARA - Yargının kadına yönelik şiddet davalarında eril zihniyetini pratikte sürdürdüğünü belirten avukat Zekiye Karaca Boz, “Kadına yönelik şiddet davalarında erkekler yargıdan ‘nasıl kendimizi en az ceza ile kurtarabiliriz’ düşüncesiyle akla zarar savunmalar yapıyorlar. Bu savunmalar onların kendi ürettiği savunmalar değil, sistemin kendilerine sunduğu malzemelerden çıkardıkları savunmalar” dedi.
 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü gelirken, kadınların en fazla saldırıya maruz kaldığı alanlardan biri de yargı sistemi. Kadına yönelik her türlü şiddete karşı kollukta başlayan ve adli mercilerde devam eden bu saldırılar karşısında kadınlar bütüncül bir saldırı çemberine alınıyor. Yasal düzenlemelerin uygulanmadığı ve yükümlülüklerin yerine getirilmediği bu ortamda kadınların yargıya güveni de kalmıyor. Kadınları katleden ya da şiddete maruz bırakan erkeklerin yargılandığı davalarda ‘iyi hal’, saygın tutum’ indirimleri gerekçesiz tüm erkeklere verilirken özsavunma uygulayan kadınlara ise ağır cezalar veriliyor.
 
Kadın alanında çalışan avukat Zekiye Karaca Boz, yargının eril pratikleri başta olmak üzere kadınların yargı alanında yaşadığı sorunlara ilişkin konuştu.
 
‘Çatışma ve savaş süreçlerinde şiddet artıyor’
 
25 Kasım’a giderken kadına yönelik şiddeti daha çok tartışmaya başladıklarını ancak bu konuyu gündemlerinden hiç düşürmediklerini belirten Zekiye, kadına yönelik şiddetin sadece Türkiye’nin bir sorunu olmadığını daha tehlikeli bir şekilde bütün dünyada böyle bu durumun yaygınlaştığını ifade etti.  Bir taraftan yüceltilen bir erkeklik olduğunu vurgulayan Zekiye,  aynı zamanda çatışma ve savaş süreçleriyle birlikte şiddetin arttığını söyledi. Zekiye, “Aynı zamanda yükselen kapitalizm ile de ilgili. Bütün dünyada kadına yönelik şiddet artışı var. Belki yükselen feminizmin getirdiği ya da kadınların hayatlarına çok daha fazla sahip çıkmasıyla da ilgili bir şey. Belki bütün dünyada yükselen bir kadın düşmanlığı var. Sadece kadın düşmanlığı olarak tanımlamak eksik; yükselen ırkçılığın ve milliyetçiliğin devamı. LGBTİ’lere ve ötekileştirilen tüm kesimlere aynı şekilde bir düşmanlık söz konusu. O yüzden 25 Kasım’ı tüm bunları düşünerek değerlendirmek gerekir” diye belirtti. 
 
‘Üstü örtülmeye çalışılan davalar daha çok dikkat çekiyor’
 
Şule Çet, Ceren Damar ve Emine Bulut davalarını hatırlatan Zekiye, bu davaların kamuya yansıyan davalar olduğunu belirterek, “Çok sayıda böyle dava var. Bunların kamunun önüne daha fazla gelen ve belki de katledilme biçimleri itibarıyla daha fazla tepki çeken katliamlar olduğu için daha fazla gündeme geldi. Hatta Şule Çet dosyasında olduğu gibi üstü örtülmeye çalışıldığı için belki daha çok dikkati çekiyor” ifadelerini kullandı.
 
‘ Erkeklerin yargılandığı davalar kadınların yargılandığı davalara dönüşüyor’
 
Genel olarak katledilen kadınların faillerinin yargılandığı davalarda temel bir sorun olduğunu vurgulayan Zekiye, buna dair şunları söyledi: “Yargılama bir süre sonra kadınların yargılandığı davalara dönüşüyor. Bunun da diğer kadına yönelik şiddet davalarından farklı bir yönü yok aslında. Kadına yönelik şiddet suçu işleyenler ister katliam olsun ister cinsel saldırı ve darp olsun hepsinin kendilerinin korunacağı yönünde temel bir algı var. Haksız da değiller. Korunuyorlar. Yargıdan ‘nasıl kendimizi en az ceza ile kurtarabiliriz’ düşüncesiyle akla zarar savunmalar yapıyorlar. Bu savunmalar onların kendi ürettiği savunmalar değil, sistemin kendilerine sunduğu malzemelerden çıkardıkları savunmalar. Daha önceki davalardan edindikleri tecrübelerle yaptıkları savunmalar ki Ceren Damar dosyasında gördük; canı alınan kadını suçlamayı içeren bir savunmaya dönüştü. Bunların hepsi yargının erkek koruyucu tavrının getirdiği cüret ve cesaretten kaynaklanıyor.”
 
‘Cinsiyetçi yapı daha görünür hale getirilmeye çalışılıyor’
 
Yargının cinsiyetçi zihniyet yapısının yargılama pratiğine birebir yansıdığına dikkat çeken Zekiye, “Bu da bütüncül politikaların içerisinde devletin şu anda toplumsal cinsiyete bakış açısı, cinsiyet eşitsizliğini yok saymaya çalışan bu konuda bugüne kadar atılan adımları geri almaya çalışan bir yerden bir hat kurmasına neden oluyor. Zaten kendi uygulamasında var olan bu cinsiyetçi tavrı daha da sabitleştiriyor daha da görünür hale getirmeye çalışıyor. Şu anda cinsiyet eşitliğini yok saymaya çalışan yasal düzenlemeler bile yapmaya çalışıyorlar” dedi. 
 
‘Mahkemeler ‘ erkeğe indirim’ için araştırmaktan geri durmuyor’
 
İktidar cephesinden şu anda İstanbul Sözleşmesi’ne büyük bir saldırı söz konusu olduğunu vurgulayan Zekiye sözlerini şöyle sürdürdü: “İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu sözleşmedir. Bu sözleşme, Avrupa’da kadına yönelik şiddete ilişkin altın standartlar olarak kabul edildi. Ama şu anda devlet aklı, ‘bunu nasıl geri alabiliriz, imzamızı nasıl geri çekebiliriz?’ diye düşünüyor. Onun getirdiği bir takım koruyucu önlemleri hatta o sözleşmenin getirdiği yükümlülükleri yapmak yerine oradan geri gelmeye çalışıyor. Sözleşme 6284 ile birlikte yargının yapmak zorunda olduğu koruyucu yükümlükleri içeriyor. Sözleşmenin en temeli ‘artık o kadını yargılayamazsınız’ ‘ondan kaynaklanan hiçbir sebebi onun özel yaşamından kaynaklanan hiçbir durumu gerekçe yapamazsınız’, ‘burada sadece öldürülmesinin hukuksuzluğunu tartışmanız gerekir’ diyor. Ama hala devam eden uygulamalarda mahkemeler, kadının daha önce neler yaptığı, nasıl yaşadığı ve erkeğe indirim olarak dönebilecek ne varsa onları araştırmaktan geri durmuyor.” 
 
‘Çoğu kadın karakolun kapısından geri dönüyor’
 
Kadına yönelik şiddet olgusunda kadının başvurduğu adli kolluktan itibaren şiddetin bir biçimiyle sürdüğünü ifade eden Zekiye, kadınların bu aşamada yaşadıkları sorunlara dair şunları dile getirdi:  “Savcılık ve yargılama sürecinin hepsinde aynı şekilde şiddet devam ediyor. İlk gittiği başvuru birimi, karakolsa jandarmaysa orada önce kendisi yargılanmaya ve sorgulanmaya başlıyor. ‘Nerede oldu, yanında kim vardı, hangi saatti, üzerinde ne vardı, önlem aldın mı, bağırdın mı’ şeklinde temel kalıplar var. Kadının mutlaka bu kalıpları yapması gerekiyormuş gibi bir yaklaşım var. Ondan sonra eğer bütün bunları yapıp da yine de saldırıya uğramışsa ‘o zaman bir mağduriyet ve bir suç var’ aşamasına geçiliyor. Halbuki bunların hiçbirini sormaya hakları yok. Ne olursa olsun her aşamayı yok sayıp, atlayıp sadece orada işlenen bir suç var, o suça yönelik ifadesini alıp soruşturmanın başlatılması, delillerin toplanması lazım. Ama bunları yapıncaya kadar saatler geçiyor. Zaten çok büyük bir travma yaşamış kadın saatlerce o ifadeyi vermek için beklerken bezginliğe uğruyor ve çoğu kadın bu aşamada geri dönüyor. Birincisi, orada yaşayacaklarını, tekrar yargılanmayı ve suçlanmayı göze alamadığı için karakolun kapısından dönen var. Diğeri de kapıdan girip de birinci adımı attıktan sonra bezginlikten geri dönen kadınlar var. Bütün yargılamalara ve sorgulamalara rağmen ifadesini verdikten sonra ondan sonraki süreç yine kadının mağduriyetini artırıcı, travmasını yineleyici bir süreç olarak devam ediyor.”
 
‘Failin önünde o ağır saldırıyı tekrar anlatmak zorunda kalıyor’
 
“Arkasından Adli Tıp süreci, hemen saldırının arkasından vücudunda izler varsa tekrar savcılık süreci, tekrar aynı şeyler… Birilerine anlatması, tekrar ifadelerin alınması, delilleri kendisinin toplamaya çalışması. Orada kadınlar delilleri topluyor halbuki kolluğun ve adli makamların bunları toplaması gerekir” diye devam eden Zekiye, “Bütün bunları aşıp da dava açılmışsa yine bitmiyor, davada aynı şeylerle mücadele etmek zorunda kalıyor. Yine suçlanıyor, yine kendini savunmak ve bir sürü kişinin içinde olayı tekrar anlatmak zorunda kalıyor. En önemlisi failin önünde, kendisine saldıran kişinin karşısında o ağır saldırıyı tekrar anlatmak zorunda kalıyor. Bütün bunlar o şiddeti defalarca yaşamasına neden oluyor. Bu etkisini artırarak şiddeti yinelemek demektir. O yüzden pek çoğu şikâyetçi olmaktan kaçınıyor. Ya da bu gücü kendinde toplayıncaya kadar şikâyetçi olamıyor. O zaman da neden ‘hemen şikâyetçi olmadın’ diye soruluyor” diye belirtti. 
 
‘Dayanışmamızda zayıflama olduğu an saldırılar artıyor'
 
25 Kasımlarda, 8 Martlarda hep benzer gündemlerle eylemler yaptıklarını ve bir araya gelip tartıştıklarını söyleyen Zekiye, “Her güne neredeyse bir kadın katliamı davası oluyor ve biz bu davalarda birlikte olmaya çalışıyoruz. Bu davalarda sözümüzü örgütlemeye çalışıyoruz. Dayanışma göstermeye çalışıyoruz. Dayanışmayı sürekli zinde tutmak ve çoğaltmak zorundayız. Dayanışmamızda bir zayıflama olduğu anda saldırılar çok daha fazla oluyor” dedi. 
 
‘Tabloyu erkenden görüp karşı çıkmak zorundayız’
 
Önümüzdeki dönemde kadınlar açısından tehditler içeren bir dönemin kendilerini beklediğine işaret eden Zekiye, artık İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmadan çıkarılması gerektiğini kaydetti. Ayrıca çocuk yaşta evlendirilmelerle ilgili yasal düzenlemelere dair yapılan hazırlıklara dikkat çeken Zekiye, “Bunlar için mücadele etmeliyiz. Aslında bütün bunlar bir taraftan cins kırımını artıran düzenlemeler olacaktır. Çünkü çocuklar kendilerine cinsel saldırıda bulunan kişilerle evlenmek zorunda kalacaklar. Hayatta kalabilmek için ya o şiddetin içinde yaşayacaklar ya başkaldırdıklarında canlarından olacaklar. Çok tehlikeli düzenlemeler bunlar, kadınlara reva gördükleri bu yasal düzenlemeleri ve ortaya koydukları tabloyu erkenden görüp buna karşı çıkmak zorundayız” diye konuştu. 
 
Yarın: Saliha Aydeniz: Toplumun her alanında olmaya devam edeceğiz