Asrın komplosuna karşı asrın direnişi (12) 2025-02-12 09:01:48       Komploya milyonların cevabı: Abdullah Öcalan siyasi irademdir   Rozerin Gültekin   İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası komployu değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu avukatı Suzan Akipa, “Komplo genişledikçe milyonlarca insan ‘Öcalan siyasi irademdir’ dedi. Sayın Öcalan'ın direnişi, inşa ettiği özgürlükçü ve demokratik zeminin toplumla buluşması, 21’inci yüzyılı demokratik ve hukuki zeminle kavuşturacak en önemli adım olacaktır” dedi.   PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo, 9 Ekim 1998’de başlatılarak, 15 Şubat 1999’da Kenya’dan kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesiyle sonuçlandı. Bu süreçte Avrupa ve ABD’nin de içinde olduğu birçok devletin rol aldığı belirtilirken, Abdullah Öcalan’ın uluslararası hukuk normları hiçe sayılarak Türkiye’ye getirildiği vurgulanıyor. İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde tutulan Abdullah Öcalan, 26 yıldır mutlak tecrit koşulları altında bulunuyor.   Avukat ve aile görüşmelerinin engellenmesi, tamamen izole edilmesi ve hukuki sürecin işlememesi, İmralı’daki özel tecrit rejiminin yıllardır sistematik olarak sürdüğünü gösteriyor. Uluslararası hukuk mekanizmalarının bu sürece dair etkisiz kalması, Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulların daha da ağırlaşmasına neden oluyor.   Dosyamızın 12. bölümünde, Suzan Akipa ile uluslararası komplo sürecini, tecrit rejiminin hukuki boyutlarını ve Öcalan’ın direnişinin toplumsal etkilerini ele alıyoruz.   "Sayın Öcalan'ın idam cezasına rağmen Türkiye'ye teslim edilmesi aslında topluca ve gizlice işlenen bir plan kapsamındaydı. Sayın Öcalan'ın temsil ettiği Kürtün özgürlüğünün tasfiyesiyle de ilgili bir şeydi. Sayın Öcalan’ın kendisi de ‘İmralı rejimi benle ilgili değil, Kürt halkının özgürlüğünün tasfiyesiyle ilgilidir’ diyor."   *1999’da gerçekleşen süreci “uluslararası komplo” olarak değerlendiriyorsunuz. Sizce bu komplonun amacı neydi ve hukuki bağlamda nasıl ele alınmalıdır? Komploya dahil olan uluslararası aktörlerin rolü hakkında neler söyleyebilirsiniz?   1999'da gerçekleşen ve uluslararası komplo diye tanımladığınız bir süreç var. Uluslararası komplo dediğimiz meselenin sıfatı olan ‘uluslararası’ nitelemesi önemli. Sayın Öcalan'ın hem Suriye'den çıkması hem 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 arasında gelişen o süreç içerisinde defalarca kez yer değiştirmek zorunda kalması, Avrupa'nın ve Amerika'nın çok boyutlu dahil olması aslında çok aktörlü bir süreç olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan üzerinde gerçekleşen fiili durum, bu komplonun ‘uluslararası’ sıfatını da tanımlayan bir yerde. Komplonun tanımı Türk Dil Kurumu'nda topluca ve gizlice yürütülen bir plan olarak tanımlanır.   Bu topluca meselesi de uluslararası devletlerin sürece dahil olması anlamına geliyor. Gizlice yürütülmesi de özellikle 20’nci yüzyılın ortalarından sonlarına doğru gelişen o soğuk savaş süreciyle ilgili bir mesele olduğunu görüyoruz. Nitekim 90'lı yılların başında yani 20’nci yüzyılın sonlarına doğru Sovyetlerin dağılmasıyla beraber Batı blokunun Orta Doğu üzerinde yeniden bir egemenlik arayışı ve Orta Doğu’yu yeniden kendi emelleri, politikaları temelinde bir dizayn etmeye çabası oluştu. Sürece baktığımız zaman Sayın Öcalan tam da bu dizayn etme politikalarına gelmeyen biriydi. Çünkü bir sistem arayışçısıydı, yeni bir sistemi kurmak istiyordu, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesini hedefliyordu. Bir taraftan Cumhuriyet'in kurucu unsuru olan ama 100 yıllık Cumhuriyet tarihi içerisinde hiçbir hakkı tanınmayan bir Kürt gerçekliğinden bahsediyoruz. Sayın Öcalan Kürtün özgürlüğünün yeniden sağlanmasında bir arayışçıydı. Sayın Öcalan 93'ten bu yana Kürt sorununun çözümü için ve Kürtün özgürlüğünün yeniden sağlanması için çok çeşitli arayışlar içerisine girdi. Defalarca kez çağrı yaptığı, muhataplar aradı. Nitekim Kürt sorununu demokratik, uluslararası evrensel hukuk kapsamında çözmek, kamuoyu oluşturmak amacıyla da Suriye'den çıkmıştı.    Bununla eş zamanlı olarak Suriye'ye dönük hem Türkiye'den hem Amerika'dan doğru baskılar da vardı. Mesela Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'ye başkanlık düzeninde 1974 yılının ardından yirmi yıl sonra ilk defa 1994’te Sayın Öcalan 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkmadan önce bir ziyaret gerçekleştirdiğini biliyoruz. Basına yansıdığı kadarıyla bu ziyaretteki görüşmenin büyük bir kısmı Sayın Öcalan'la ilgiliydi. 1996'da da Yunanistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasında bir görüşme gerçekleşmişti ve Sayın Öcalan pazarlık konusu yapılmıştı. Bütün bu süreçler Amerika'nın bu uluslararası komplodaki rolünü de belirleyen bir yerde.   Sayın Öcalan'ın idam cezasına rağmen Türkiye'ye teslim edilmesi aslında topluca ve gizlice işlenen bir plan kapsamındaydı. Sayın Öcalan'ın temsil ettiği Kürtün özgürlüğünün tasfiyesiyle de ilgili bir şeydi. Sayın Öcalan’ın kendisi de ‘İmralı rejimi benle ilgili değil, Kürt halkının özgürlüğünün tasfiyesiyle ilgilidir’ diyor.   "Sayın Öcalan'ın Kenya'dan kaçırılıp Türkiye'ye teslim edilmesi tamamen uluslararası hukukun rafa kaldırılmasıdır. Çünkü uluslararası sözleşmelere göre ya da mültecilerin statüsünü düzenleyen sözleşmelere, Dublin Sözleşmesi'ne göre bir kişinin özgürlüğü ve hayatı tehlikede ise geri göndermeme ilkesi vardır. Bu insan hakları rejimi içerisinde temel bir ilkedir."   *Abdullah Öcalan’ın tutuklanma süreci ve ağırlaştırılmış müebbet sistemi hakkında hukuki değerlendirmeleriniz nelerdir? Bu süreç, ulusal ve uluslararası hukuk açısından nasıl bir çerçevede ele alınmalıdır?   Sayın Öcalan 16 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye teslim edilmişti. O dönem devlet yetkilileri açıklamalar da yapmıştı: ‘Niye? Bize verildi, biz de anlamış değiliz’ minvalinde. Sayın Öcalan'ın Kenya'dan kaçırılıp Türkiye'ye teslim edilmesi tamamen uluslararası hukukun rafa kaldırılmasıdır. Çünkü uluslararası sözleşmelere göre ya da mültecilerin statüsünü düzenleyen sözleşmelere, Dublin Sözleşmesi'ne göre bir kişinin özgürlüğü ve hayatı tehlikede ise geri göndermeme ilkesi vardır. Bu insan hakları rejimi içerisinde temel bir ilkedir. Sayın Öcalan çok keyfi bir şekilde korsanca, gizlice, belirli bir plan kapsamında kaçırılıp Türkiye'ye teslim edilmişti. Nitekim Sayın Öcalan o dönem idam cezası da aldı. Hakkında verilen idam cezasına dair 2005 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tekrardan yargılama yapılması yönünde ihlal kararı verdi. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sayın Öcalan'ın uluslararası evrensel hukuka aykırı olarak kaçırılıp Türkiye'ye teslim edilmesini görmedi, uluslararası komployu değerlendirmedi dahi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin vermiş olduğu ihlal kararına rağmen Türkiye de gereğini yapmadı. Türkiye, dosyayı inceleyip yeniden yargılansa dahi aynı cezayı alacaktı deyip dosyayı kapattı ve Avrupa mekanizmaları da buna uydu ve gereğini yapmadılar.   Dolayısıyla, Sayın Öcalan'ın çok kısa süre içerisinde yargılanmasının tamamlanması, o dönemde hiçbir şekilde savunma hakkının kendisine tanınmaması, avukatlarına çok büyük engeller konulması başlı başına bir hukuk garabeti olarak da değerlendirilmek gerekiyor. İdam cezası sonradan ağırlaştırılmış müebbet hapis olarak uyarlandı ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası zaten temel insan hakları rejimi içerisinde hukuka aykırılık teşkil ediyor. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 2014 tarihinde bu yönlü bir karar vermişti: "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bir işkencedir, umut hakkı ihlali anlamına geliyor." demişti.    Fakat bugüne kadar ne Türkiye hükümeti ne de Avrupa'daki mekanizmalar bu ihlal kararlarının gereklerini yerine getirmiş değil. Sayın Öcalan'ın hem uluslararası komplo sürecinde Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde sık sık yer değiştirmek zorunda kalması, havalimanlarının kendisine kapatılması, iltica taleplerinin işleme dahi alınmaması, Kenya'daki Yunan toprakları içerisinde kaçırılıp Türkiye'ye teslim edilmesi, idam cezası alması, sürecin çok hızlı gelişmesi, savunma hakkının kendisine verilmemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarının yerine getirilmemesi ve bu kararların gereklerinin yerine getirilmemesine karşı Avrupa'nın gerekli adımı atmaması, hukukun aslında egemenin elinde nasıl bir araç olarak kullanıldığını bize gösteriyor.    "İmralı Adası tamamen görünmeyen, duyulmayan, dokunulmayan, yani fiili olarak dokunulmayan bir rejim haline getirilmişti. 44 ay boyunca tek bir haber dahi İmralı Adası'ndan alamamıştık."   *Abdullah Öcalan ile yıllarca avukat ve aile görüşmelerinin yapılmasına izin verilmedi. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve diğer uluslararası insan hakları mekanizmalarının bu duruma yaklaşımı ne oldu?   2011 yılına kadar avukat görüşleri çok keyfi gerekçelerle reddedildi, engellendi. 2011 yılından 2019 yılına kadar hiçbir şekilde avukat görüşü yapılmadı. Sadece 2019 yılında, açlık grevcilerinin, kamuoyunun ve sivil toplumun yarattığı basınç sebebiyle 5 avukat görüşü gerçekleştirilmişti ve o günden bugüne kadar tek bir avukat görüşü gerçekleştirilmiş değil. İmralı Adası tamamen görünmeyen, duyulmayan, dokunulmayan, yani fiili olarak dokunulmayan bir rejim haline getirilmişti. 44 ay boyunca tek bir haber dahi İmralı Adası'ndan alamamıştık. Böylesi bir olağanüstü rejimin yürütüldüğü bir kapatılma mekânında, insan haklarına hizmet etmekle kendini tanımlayan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı Hapishanesi karşısındaki duruşu elbette ki daha farklı, daha işlevsel olmalı.   CPT önemli bir kurum çünkü insan hakları mücadelesinin bir çıktısıdır ve temel amacı işkenceyi önlemektir, işkenceyle mücadele etmektir. İmralı Adası'nda çok büyük bir işkence rejimi söz konusudur. Bu işkence rejimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarıyla da hukuki olarak tescillenmiştir. CPT’nin raporlarında da bu yönlü değerlendirmeler var. CPT’nin, İmralı karşısında çok hızlı harekete geçmesi, gereğini yapması ve Türkiye hükümetine baskı yapması beklenen bir durumdur. Böylesi bir rol üstlenmesi, aynı zamanda kendi sorumluluğudur denilebilir. Ancak, açıkçası baktığımızda CPT, özellikle 44 aylık haber alamama sürecinde dahi sorumluluklarını yerine getirmemiştir. 2022 yılındaki ziyaretin raporunu bugün dahi açıklamış değildir. İmralı'da olağanüstü bir rejimin uygulanması sebebiyle derhal harekete geçmesi gerekmektedir.   "Tecrit derinleştikçe ya da komplo genişledikçe aslında milyonlarca, binlerce insan 'Öcalan siyasi irademdir' dedi."   *Abdullah Öcalan, bu süreç boyunca nasıl bir tutum geliştirdi? Sizce “uluslararası komployu” nasıl boşa çıkardı? Bu süreçte Öcalan’ın çözüm önerileri ve toplum üzerindeki etkisi nasıl oldu?   Hem uluslararası komplo hem uluslararası İmralı tecrit rejimi madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun diğer yüzü de Sayın Öcalan'ın direnişidir. Avrupa'da, Kürt kadınlar öncülüğünde CPT’ye gönderilen 20 bini aşkın mektup, Sayın Öcalan'ın yarattığı kadın özgürlük çizgisinden bağımsız olarak okunmamalı. Kadınların kendi özgürlüğünü İmralı'da görmesi, kendi mücadele hatlarının merkezine Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünü yerleştirmeleri tabii ki Sayın Öcalan'ın ortaya çıkartmış olduğu kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik toplum paradigmasından bağımsız olarak değerlendirilemez.   Sayın Öcalan'ın İmralı'daki tutukluluk süreci 26 yılına ulaştı. 26 yıllık süreç içerisinde, hem komploya hem de uluslararası tecrit rejimine rağmen açığa çıkardığı savunmalar, kendisine fırsat verildikçe ya da İmralı tecrit rejimi bir nebze de olsa kırıldıkça kamuoyuna, kadınlara, sivil topluma ve insan hakları savunucularına yansıyan mesajları hem çok gerçekçi hem de çok mantıklı bulundu. Moral ve motivasyon da yarattı.   Sayın Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirmek üzere binlerce avukat meslektaşımız, çeşitli aralıklarla başvurularda bulundu. Tecrit rejimi arttıkça, kamuoyunun Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü talep etmesi daha da arttı.  Tecrit derinleştikçe ya da komplo genişledikçe aslında milyonlarca, binlerce insan "Öcalan siyasi irademdir" dedi. Sayın Öcalan, Kürt sorununun demokratik, barışçıl yollarla çözülmesi noktasında büyük bir kılavuz niteliğinde de görülüyor. Tecrit rejiminin kırılarak Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün sağlanması, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünü açan en temel konulardan biri olacaktır diye düşünüyorum.   Devletin, Sayın Abdullah Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirmesi de komplonun boşa düşürüldüğünün bir işaretidir. Sayın Öcalan'ın 26 yıllık İmralı tecrit rejimine rağmen geliştirdiği paradigması, uluslararası komployu ve tecrit rejimini boşa çıkarmıştır diyebiliriz.    "Sayın Öcalan'ın amasız, ancaksız, şartsız ve koşulsuz olarak, hiçbir pazarlığa mahal vermeden derhal fiziki özgürlüğünün sağlanması, Umut Hakkı gereğince bir zorunluluktur."   *İmralı Cezaevi’ndeki hak ihlalleri hakkında hazırladığınız raporlar nelerdir? Bu ihlallerin hukuki ve insan hakları boyutu hakkında ne söylemek istersiniz? CPT, BM ve Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvurulara dair son durum nedir? Bu ihlallerin giderilmesi için hukuki olarak hangi adımlar atılmalıdır?   İmralı'da "en çok", "en az" gibi hak ihlalini sınıflandırmaktan öte, baştan başa İmralı'nın hukuksuz bir alan olduğunu söylemek gerekiyor. İmralı söz konusu olduğunda, bırakalım anayasayı, normlar hiyerarşisi kapsamında en aşağıda yer alan hapishane yönetmeliğinin dahi uygulanmadığı bir İmralı rejimi söz konusu. Hukukun sirayet etmediği bir kapatılma mekânı olarak değerlendirmek gerekiyor. İmralı’yı, bütün temel yaşamsal hakların askıya alındığı bir rejim olarak görmek gerekiyor. Anayasa Mahkemesi'nin, 2012 yılından itibaren, yani bireysel başvuruları kabul ettiği süreçten bugüne, Sayın Öcalan ve yanındaki diğer üç kişi hakkında 70'ten fazla bireysel başvuru yapıldığı belirtiliyor. Ancak başvurular sürüncemede bırakılıyor, karara bağlanmıyor. Birleşmiş Milletler'in (BM), 2021 ve 2022 yıllarında, Sayın Öcalan'ın mutlak iletişimsizlik altında tutulduğu 44 aylık süreçle ilgili verdiği bir tedbir kararı vardı. BM, hiçbir kısıtlamaya mahal vermeden, derhal kendisinin seçeceği bir avukatla görüşmesi gerektiğini belirtmişti. Bu karar Türkiye'ye iletildi ve gereğinin yapılmaması üzerine tekrar hatırlatıldı. Ancak bugüne kadar Türkiye hükümetinin bu kararın gereklerini yerine getirmediği aşikâr. CPT’ye tonlarca mektup gönderildi. Düzenli aralıklarla yapılan başvurular ve görüşmeler olmasına rağmen CPT henüz harekete geçmiş değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2011 yılından bugüne kadar, 14 yıldır tecrit başvurusunu bir karara bağlamadı.   Yine, 2014 yılında Umut Hakkı ihlali kararı verilmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarını denetleyen organ olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, bugüne kadar etkili bir denetleme süreci gerçekleştirmedi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, ilk defa 2021 yılında ve ikinci defa 2024 yılında bunu gündemine almıştı ve 2025 yılında da tekrar gündeme alacağını ifade etmişti. Umut Hakkı'nın gereği olarak, artık Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünü sağlamak, uluslararası evrensel hukukun bir gereği olarak değerlendirilmelidir. Bu süreç açısından atılması zorunlu olan ve en önemli adım, Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün sağlanması, sağlık ve özgür yaşam haklarının tanınmasıdır. Uluslararası hukuk bunu şart koşuyor.   Sayın Öcalan'ın amasız, ancaksız, şartsız ve koşulsuz olarak, hiçbir pazarlığa mahal vermeden derhal fiziki özgürlüğünün sağlanması, Umut Hakkı gereğince bir zorunluluktur. Sayın Öcalan'ın direnişi ve inşa ettiği özgürlükçü, demokratik zeminin toplumla buluşması, 21. yüzyılı demokratik ve hukuki zeminle kavuşturacak en önemli adım olacaktır.   Yarın: Kürt sorununu tartışırken Orta Doğu’yu anlamak