Sihirli bir simülasyonun propaganda aracı: Medya

  • 09:04 8 Kasım 2020
  • Medya Kritik
Habibe Eren
 
HABER MERKEZİ - İzmir’de yaşanan 6.9 büyüklüğündeki depremde medya, sihirli bir simülasyonun propaganda aracı olarak işlev gördü.
 
30 Ekim'de İzmir’de Merkez üssü Seferihisar açıkları olarak kaydedilen ve tüm Marmara'da hissedilen 6.8 büyüklüğünde deprem gerçekleşti. Depremde herkesin tedirginlikle beklendiği can kayıplarının yaşanıp yaşanmadığıydı. Saatler ilerledikçe paylaşılan enkaz görüntüleri ve can pazarı depremin sonucunu gözler önüne seriyordu. Depremde medyanın büyük bir ‘titizlilikle’ çektiği ve sürekli olarak ekranda gösterdiği enkaz altından çıkarılan yurttaşların görüntüsü hafızalarda kalan kareler oldu. Zaman ilerledikçe yaralıların ve yakınlarını bekleyen ailelerin görüntüleri de çiğ bir ajitasyon diliyle ekrana yansıtıldı. 
 
Medyanın depremde, en fazla gündeme getirdiği Elif ve Ayda’nın saatler sonra enkazdan çıkarıldığı görüntüler oldu. 3 yaşındaki Elif 60, 4 yaşındaki Ayda ise yaklaşık 91 saat sonra enkazdan canlı olarak çıkarılmıştı. Hepimizin sevindiği ve gerçekten tek bir duyguya büründüğü o anda, medya çocuk haklarını gözetmeden bir yayıncılık sergiledi. Elbette bu durumun haberi yapılmalıydı ancak haber böyle mi olmalıydı? Bizim burada cevaplamamız gereken soru bu olmalı. Saatlerce tüm ekranlarda “mucize” ve “umut”  olarak sergilenen çocukların görüntüleri hiç elenmeden servis edildi, yaşadıkları travma görmezden gelinerek adeta seyirlik bir alan oluşturuldu. Çocukları enkazdan çıkaran itfaiye ve AKUT görevlilerine dakikalarca mikrofon uzatıldı. “Nasıldı? Gözlerine baktınız mı?..”,  “O an ne hissettiniz…” gibi cümlelerle yine kamu gazeteciliği yerine “magazin haberciliğinin” kalıplaşmış cümleleri ile habercilik yapıldı. Ayda’nın enkazdan çıkarılışı, ambulansa götürülüşü ve hastaneye getirilişine kadar tüm görüntüler çocuğun yararı göz ardı edilerek servis edildi. 
 
Çocukların kişisel dünyalarına dair mahremiyet korunmadığı gibi etkisi belki yıllarca sürecek olan bir travmanın tohumları medya aracılığıyla bir kez daha atıldı. Çocukları “mucize ve umut” nesneleri haline getiren medya, hükümetin sorumluluğunu, depremzedelerin pandemi koşullarında neler yaşadığını,  o binaların 6.8 depreminde neden bu hale geldiğini, yıllarca yurttaşların her depremde sorduğu “ deprem vergilerine ne olduğu” konularını işlemeyi tercih etmedi. 
 
Medyanın sunumu değişmeyen sakız gibi uzatılan cümleler…
 
Bir de gün boyu kulağımızı en fazla tırmalayan bir durum da gazetecilerin hem deprem alanından hem de stüdyodan sakız gibi uzattıkları ve kurdukları yapay cümlelerle geçtikleri anonslar oldu. O sırada CNN Türk’ü izlediğim için oradan örnek vereceğim ki, diğerleri de çok farksız değildi.  “Birazdan o kişiyi göreceğiz” sunumu ile  başlayan ve seyircileri ekranlara kilitlemeyi arzulayan sunucu ekranlara yansıtılan görüntüler eşliğinde şöyle diyordu: “91’inci saatte ve o mucize gerçekleşiyor sayın seyircilerrr…Rıza Bey Apartmanı’nda bir mucize daha .. ve işte o mucizevi görüntüler ekranlarınıza geliyor….   ve işte o bakış bir yavrumuz daha kurtuldu…” Amigo tarzında kitleyi coşturmayı ve duygu yükünü doruk noktasına çıkarmayı hedefleyen sunucunun hedefi dolaylı da olsa eleştirisiz, baskısız duygu yüklü bir propaganda ile günü kurtarmak olmalı. 
 
“İşte adım adım  “nefes kesen” kurtarılma anları ” şeklinde de anons geçiliyordu. Genellikle askeri operasyonlarda kullandıkları “ nefes kesen” tabirinin kullanışlı bir malzeme olarak birkaç yerde de böylece karşımıza çıktığını yine gördük. Öte yandan ilerleyen saatlerde Sağlık Bakanı Ayda’nın enkazdan çıkar çıkmaz köfte ve ayran istediğini söyledi. Ardından hastanenin önünde köftecilerin kuyruk oluşturduğunu gördük. Bu tarz durumlarda her zaman popülist yaklaşımla ele alınan ve bir şova dönüşen dayanışma (göstermelik) bir haftayı beklemeden sönüp gidiyor. Acaba 1999 Gölcük Depremi’nde verilen, sözler dayanışma mesajları, vaatler yerini buldu mu? Bu da ayrı bir tartışma noktası…Halkların dayanışması gösterişsiz, sade ve bir yanıyla da hesap sormaktan geçiyor. Antropolog Sibel Özbudun dayanışma ile ilgili bir söyleşisinde dayanışmanın tek başına yeterli olmadığını sistemin yoğunlaşan saldırganlığı karşısında sadece “dayanışma”ya bel bağlamamak gerektiğini şu sözlerle belirtiyordu: “Kapitalizme karşı örgütlü mücadeleyi ‘dayanışma ağları oluşturmayla ikame etmek, sistemin melanetlerinden kurtulmanın yegane aracı olan devrimci mücadelenin yerine filantropiyi koymak anlamına gelecektir. Sınıf-içi (ya da ezilenler arasındaki) dayanışma, ancak sınıf düşmanlarına karşı mücadeleyle birleştiğinde, mevcut baskıcı ve sömürücü sistemin dönüştürülmesinde etken olabilir.”
 
Medya savaş, sel, yoksulluk gibi durumlarda üstlendiği görevi depremde de bir kez daha yerine getiriyordu. Medya üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard literatüre kazandırdığı simülasyon kavramında adeta bu durumu gündeme getiriyor. Baudrillard'a göre artık gerçek dünya ile imgeleri arasında ayrım yapma becerisine sahip değiliz. Baudrillard'a göre televizyon ve reklam bu simülasyon evrenine ait asal araçlardır. Tüm yaşanılan, vahşetin, kötülüklerin televizyonda gösterilen bir film gibi algılaması ve kanıksanması simülasyon kuramının çıkış noktasıdır. Yani her şey televizyondaki gibi görüntüden ibaret ve cansızdır. Tıpkı simülasyon kuramının kendisi gibi her şeyin içi boşaltılmıştır, derinlikten yoksundur. İzmir depreminde de medyanın pratiği, sihirli bir simülasyonun propaganda aracı olarak işlev gördü.
 
Öte yandan Elif bebeğin enkazdan çıkarılırken bir itfaiyecinin elini sımsıkı tuttuğu görüntüleri “kahramanlık”la simgeleştirildi ve “umut varken hesap sorulmaz” mantığıyla zihinlere işletilen ideoloji sessizliği büyüttü.  İstanbul'u bekleyen büyük deprem geldiğinde, ölecek olan binlerin içerisinden bir kez daha başka bir Elif bebeğin yaşama tutunan bedeni enkaz altından çıkarılabilir. O binlerin arasından bir kez daha “Elif umut oldu” denilebilecek mi örneğin? Tüm bu sorular cevaplandırmadan ve hesap sorulmadan ortaya atılan “umut ve mucize” miti günlük bir propaganda malzemesinin ötesine geçemiyor…