8 Mart’a 8 Kadın Hikayesi… 2020-03-02 09:03:27   ‘‘Erkektir, onun dediği olsun’ deseydim bugünlere gelemezdim’   Rengin Azizoğlu   DİYARBAKIR - Fatma’nın hikayesi hem erkek hem de devlet şiddetine karşı “asice” verilen bir mücadelenin hikayesi belki de: “Ben pasif bir kadın değildim. Eğer ben asi olmasaydım şimdi bugünlere gelemezdim. Eğer her şeyi kabullenseydim, ‘Erkektir, onun dediği olsun’ deseydim ayaklarım üzerinde duramazdım. Bana ‘dili uzun, dik başlı’ diyorlardı, ben aldırmıyordum. Öyle de olması gerekiyordu çünkü.”   “Her kadın yaşadıklarıyla yazılmamış bir romandır” düşüncesinden yola çıkarak kadınların direniş ile geçen yaşam öykülerini, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel hazırladığımız "8 Mart’a 8 Kadın Hikayesi" çalışmamızla sizlerle buluşturmak istedik. Kuşkusuz kalemimizin yazdığından daha fazlasıdır kadınların hikayeleri. “Vardık, varız, var olacağız” seslerini yükselten, mücadelelerini büyüten kadınlar yeniden tarih yazıyor. Hikaye dizimizin ikincisinde erkek ve devlet şiddetine karşı bir “varlık mücadelesi veren” Fatma Tunç’un yaşamını dinliyoruz.   Diyarbakır'ın merkez Bağlar ilçesinde dünyaya gelen Fatma Tunç (55), “kadın olmanın zorluğu” ile henüz çocuk yaşta tanışıyor. Hem siyasi sürecin tanığı olarak hem de feodal zihniyetin içinde hayatta kalmaya çalışan bir kadın olarak mücadele eden Fatma, henüz 16 yaşındayken tanımadığı bir erkekle evlendiriliyor. Yıllarca hem evlendirildiği erkek hem de onun ailesi tarafından şiddete maruz bırakılan Fatma, resmi nikahı olmadığı için çocuklarını dahi nüfusuna kaydedemiyor. Fatma, okuma yazmayı da çocukları okula gitmeye başlayınca onlardan öğreniyor ve hemen ardından şiirler yazmaya başlıyor. Fatma, şimdilerde ise Kürt edebiyatına katkı sunan ve Kürtçeyi geliştirmek için mücadele eden kadınlardan biri.   12 Eylül’ün tanığı   Babasının asker kaçağı olması sebebiyle çok fazla yer gezdiklerini söyleyen Fatma, genelde akrabalarının evinde kalarak o süreci geçirdiklerini ifade ediyor. Kaldıkları evlerden birinin cezaevine çok yakın olduğunu dile getiren Fatma, 12 Eylül dönemine ise yakından tanık oluyor. 15 yaşındayken Diyarbakır Zindanı’ndan yükselen işkence seslerini işitiyor Fatma: “O zaman bir arkadaşım da cezaevindeydi. Sesler geldiğinde sanki onun sesi hep kulağımdaydı. Dama çıkıp onları dinliyordum. İstiklal Marşı okutuyorlardı. Ben o İstiklal Marşı’nın on kıtasını onlarla beraber ezberledim. Bazı insanlar hiç algılamıyordu seslerin nereden, kimlerden geldiğini. Ben her şeyin farkındaydım. Benim babam biz küçükken bize Kürtlerin neden dilleri, televizyonları yok, neden baskı altındalar diye anlatıyordu.”   ‘Sonradan anladım: Öyle olmak zorunda değildim’   16 yaşlarına geldiğinde babası tarafından evlendirilen Fatma, o süreçlerde kız çocukların okula gitmesine izin verilmediğini sözlerine ekliyor. Hiç görmediği, tanımadığı, sevmediği bir insanla evlendirildiğini söylüyor Fatma. “Derdimi kimseye anlatamıyordum. Nenem hep ‘Baban sizi bir köpeğe de verse kabul etmek zorundasınız’ derdi. Sonradan anladım ki öyle olmak zorunda değil” diyen Fatma, evliliğinde resmi nikahının olmadığını dile getiriyor. Fatma, “Eşim bana resmi nikah yapmadı. Ya yapmak istemedi ya da o kadarını biliyordu. Çocuklarım olduktan sonra büyük çocuğum okula gideceği zaman, kaynanama yalvardım. Onları kendi adına kaydetsin diye. Büyük kızımı onun adına kaydettik. Daha sonra iki oğlumun kimliklerini de kendi adıma çıkardım” diyor.   ‘Pişman olmuştu ama kırılmıştım bir kere’   30 sene evli kaldığını anlatan Fatma, evliliği süresince evli olduğu erkekten de aile bireylerinden de şiddet gördüğünü ifade ediyor. Fatma, “Kaynanam da bir kadındı. Bunu yapmaması gerekiyordu. Her zaman eşime ‘Kadının bir gözü iyileşmeden diğer gözünün morarması lazım’ diyordu. Eşim de bilgili bir insan değildi, sorgulamazdı. Hep ‘Çocuklarını da al git evimden’ diyordu. Babam da ‘Gel ama onların çocuklarını getirme’ diyordu. Çocuklarımı bırakıp gidemedim. Yaşlandıktan sonra pişman olduğunu söylüyordu eşim ama ben kırılmıştım bir kere. Üç sene önce de vefat etti” diyor.   ‘Evliliğimiz süresince eşim bize bakmıyordu’   Çocukları okula giderken Fatma da onlarla birlikte harfleri öğrenmeye başlıyor. Beraberinde okuma yazmayı söküyor, ardından Kürtçe alfabeyi de öğreniyor. Eline kalemi alışının dahi küçümsendiğini söyleyen Fatma, “Elime bir yazı ya da bir kalem aldığımda eşim ‘Anneniz bir şey olacak, ondan bir şey çıkacak’ diyerek küçümsüyordu. Hep kızıp kavga ediyordu. Evliliğimiz süresince bize bakmıyordu, evin geçimini ben sağlıyordum. Çocuklarımı da alıp Lice’ye karpuz ekmeye gidiyordum. Kışın da gündelik işlerde çalışıyordum” ifadelerine yer veriyor.   Bir yanda erkek şiddeti diğer yanda devlet şiddeti   Fatma, yaşamı boyunca devlet baskısının da dinmediğini vurguluyor. Tarlalara giderken bu kez de korucuların şiddetine maruz kaldıklarını dile getiren Fatma, “Jandarmalar devamlı sorguluyordu. Bize ‘Siz tarladayken yanınıza kim geliyor? Niye buradasınız? Burada ne yapıyorsunuz?’ diyorlardı. Bazen başımıza bir şey gelmedi diye şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Eşimin, kaynanamın şiddeti bir yandan sürerken diğer yandan da korucuların ve devletin şiddetine maruz kaldık. Daha sonra bir hastalık geçirdim kalbimden. Bir süre tarlada çalışamadım. Her üç büyük çocuğum üniversiteye gidip evde çalışabilecek kimse kalmayınca ben mecburen çalışmak zorunda kaldım. Merkezde bir iş buldum, orada çalışmaya devam ettim. Üç kişinin işini yapıyordum ama en az maaşı ben alıyordum. Sigortamı yatırmadılar ama mecburdum, çalıştım. Oradan ayrıldım, pamuk fabrikasında çalıştım. Büyük kızım üniversiteyi bitirince hastanede işe başladı. O biraz yardımcı oldu bize” diye ifade ediyor.   ‘Olanları kabul etseydim bugünlere gelemezdim’    Kendisi okuyamadığı için bütün çocuklarını okuttuğunu söyleyen Fatma, özellikle kızlarının okumasını çok istediğini belirtiyor. Fatma, “Her şeyi sonradan öğrendim. Ben kocamın elinde çok ezildim. Verdiği paraya göre bana muamele yapıyordu. ‘Böyle yapmazsan ben de sana para vermem’ diyordu. Ben çalışıyordum ama kendi paramın bile minnetini yapıyordu. Ben pasif bir kadın değildim. Eğer ben asi olmasaydım şimdi bugünlere gelemezdim. Eğer her şeyi kabullenseydim, ‘Erkektir, onun dediği olsun’ deseydim ayaklarım üzerinde duramazdım, çocuklarımı da büyütemezdim. Bana her zaman ‘dili uzun, dik başlı’ diyorlardı, ben aldırmıyordum. Öyle de olması gerekiyordu çünkü. Verdiğim emekler boşa gitmedi. Her karanlık gecenin ardından bir güneş doğar derler ya benim de öyle oldu. Çocuklarım benim güneşlerim oldu” sözlerinin altını çiziyor.   ‘Anne onları yazsana onlar bir hazinedir’   Kürtçe ve Türkçe şiirler, öyküler yazmaya oğlu Şoreş sayesinde başlayan Fatma, şunları söylüyor: “Şoreş 2004’te PKK’ye katıldı. 2015’te yaşamını yitirdi. Ben yazmayı öğrendiğimden beri hep okuyup yazıyordum ama kalıcı olması amacıyla bir şey yazmamıştım. Şoreş Kobanê’deyken beni arayıp ‘Anne sen hatırlıyor musun küçükken bize masal anlatıyordun. Anne onları yazsana, neden yazmıyorsun? Onlar bir hazinedir’ dedi. Hiç aklıma gelmemişti. Daha sonra yazmaya başladım. O zamandan bu zamana yazıyorum. Hayatımı baştan sona yazdım. Onun yanında hikayeler ve şiirler yazıyorum. Yazılarımı da şiirlerimi de basmak istiyorum. Bir yandan da televizyona program çekiyorum, Jîyana Dayîka. Bir gün ‘böyle bir program var yapar mısın’ diye sordular. ‘Becerebilir miyim?’ diye sordum. ‘Yaparsın’ dediler ve ben de başladım. 3 senedir de devam ediyorum.”   ‘Kadınlar kendileri için de bir şeyler yapmalı’   “Biz kadınlar da birer bireyiz” diyen Fatma, bu nedenle kadınların kendileri için de bir şeyler yapmaları gerektiğini ifade ediyor: “Çocuklarım küçükken önceliği hep onlara verdim. Pişman da değilim. İnsan kendi için bir şeyler yapmalı. Ben kaynanamları dinleseydim çocuklarımı okula göndermeyecektim. Ben direndim, gönderdim. Şoreş gittikten sonra hep üzerime geldiler ama sonra farkına vardılar. Bizim bir akrabamız geçenlerde tandırda ekmek pişiriyordu. Bazı ekmekler düşmüş yanmıştı. Defalarca ‘Olsun bunları biz kadınlar yiyelim iyilerini erkeklere veririz’ dedi. Dedim ‘Anne sen neden böyle söylüyorsun? Hamuru sen yoğurmuşsun, ekmeği sen yapmışsın ama külün içine düşenleri sen yiyeceksin, iyisini erkekler yiyecek. Neden? Ya ikiniz de bunu yiyin bitirin sonra iyisini yiyin ya da sen de yeme’ dedim. O kadına bir birey olduğunu anlatmamız gerekiyor.”   ‘Herkes başarır’   Fatma son olarak şunları belirtiyor: “Eğer ben bu kadar zorluk çekerek bazı şeyleri başardıysam herkes başarır. Sadece biraz araştırmak, kim olduğunu fark etmek, kendimiz için, halk için, ailemiz için ne yapabileceğimizi düşünmek yeterlidir. Kadınlar kendilerini ezdirmesinler. En çok ‘biz ne yapabiliriz’ kelimesini kullanıyoruz. Bunu artık kullanmayalım. Kadınlar ayaklarının üzerinde durarak kimseye mecbur kalmadan yaşasınlar. Herkes emin olsun erkeklerin yaptıkları şeyleri bizler de yapabiliyoruz. Kadınlar kabuklarından çıkmalı.”