Silopiya-Cizîr direnişi: Kürt halkı diz çökmedi

  • 09:04 15 Aralık 2024
  • Güncel
 
Gülistan Gülmüş
 
ŞIRNEX - Cizîr ve Silopiya ilçelerinde 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasakları, ağır insan hakları ihlalleri ve katliamlarla sonuçlanırken bu süreçte yaşananlara dair değerlendirmelerde bulunan DEM Parti Şirnex Milletvekili Newroz Uysal Aslan, “Devlet, 90’larda da 2015-16 sürecinde de başaramadı. Kürt halkı diz çökmedi, unutmadı ve mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürdü” dedi.
 
Şirnex’in (Şırnak) Cizîr (Cizre) ve Silopiya (Silopi) ilçelerinde, 14 Aralık 2015 tarihinde özyönetim direnişleriyle birlikte sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Cizîr’de 79 gün, Silopiya’da ise 35 gün süren yasaklar boyunca hem manevi hem de maddi anlamda yüzlerce hak ihlali yaşandı. Yasak süresince Cizîr’de 177'si bodrumlarda olmak üzere toplam 288 kişi katledildi. Bodrumlarda katledilenlerin cenazeleri teşhis edilemediği için ailelerine teslim edilmedi. Aradan geçen 9 yıla rağmen 11 kişinin cenazelerinin nerede olduğu hâlâ bilinmiyor.
 
Bu süreçte Cizîr’de çok sayıda bina tamamen yıkıldı veya ağır hasar gördü. Hasarlı yapılar hâlâ ilçede duruyor. Silopiya’da eş zamanlı başlayan yasaklarda ise polis ve askerlerin açtığı ateş sonucu 29 kişi katledildi. Yaşanan katliamların ardından binlerce kişi zorunlu göçe tabi tutuldu. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) yasak sonrasında hazırladığı rapora göre, Silopiya’daki 35 günlük yasak süresince 350 bina ve iş yeri hasar gördü ya da yıkıldı. Yasaklar sırasında ilçede su boruları patlatıldı, elektrik ve internet hatları kesildi.
 
Yasaklar boyunca yaşanan hak ihlalleri ve hukuki sürece dair Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Şirnex Milletvekili Newroz Uysal Aslan, JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Soruşturmada yargılanan tek bir asker, polis, devlet yetkilisi yok’
 
İlk olarak yasak sürecinin tamamını, “Devlet orada toplu imha ve saldırı gerçekleştirdi” diye yorumlayan Newroz Uysal Aslan, “çözüm süreci” ile paralel bir çöktürme planıyla “Kürt soykırımı” yaşandığına dikkat çekerek, “O süreçte hukuken barolar, dernekler, uluslararası kurumlar birçok kesim orada yaşanan bu hak ihlallerine karşı çağrıda bulundu. Ancak devlet, hem buraları bu kurumları kapattı, hem etkili bir soruşturma yürütmedi, delilleri toplamadı, aksine karartmakla ilgilendi. Açılan hiçbir soruşturmada yargılanan tek bir asker, polis, devlet yetkilisi yok. 2015-16 sürecinden önce iç güvenlik paketi tartışmaları vardı, bunda askerlere, polislere, ‘terörle mücadele’ içerisinde savaşanlara hem silah kullanma yetkileri, ölümcül güç kullanma yetkileri vardı ancak bu denli değil. Çöktürme planının içerisinde genelgelerde, strateji planlarında o süreçte orada görev yapmış asker, polis, Esadullah timlerinin hiçbirine soruşturulmama güvencesi verildiğinin, hatta bu yazıların valiliklere, ilgili yerlere gönderildiği, bunun bir koordinasyon merkezli yürütüldüğünü gösteriyor” dedi.
 
 ‘Savcılıklar apar topar takipsizlik kararı verdi’
 
Hukuki sürece dair hatırlatmalarda bulunan Newroz Uysal Aslan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) dosyaya yaklaşımını değerlendirerek sürecin nasıl ilerlediğini şu sözlerle anlattı: “Bu süreç, başından itibaren bu şekilde işlediği için o dönemde üyesi olduğumuz Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları tarafından çeşitli başvurular yapılmıştı. Bazı başvurular bodrumlarda yaralı olan kişiler için, bazıları ise siyasetçiler için AİHM tedbir kararları doğrultusunda gerçekleştirilmişti. Ancak bu tedbir kararları bile uygulanmadı. Şu ana kadar gerçek anlamda açılmış bir dava dosyası bulunmuyor. AİHM’in 2018 yılında Türkiye aleyhine yaptığı bir duruşma vardı. Bu duruşmada Anayasa Mahkemesi adres gösterilerek başvurularımız Türkiye’ye geri gönderilmişti. Şu anda bu davalar hâlâ devam ediyor.
 
Dosyalar cezasızlık politikasıyla yüz yüze
 
Bu dosyalarla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin bazılarına etkili bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle ‘usuli güvence’ ihlali verip dosyaları savcılıklara geri gönderdiği durumlar oldu. Peki neden ihlal verildi? Örneğin, bir kişinin ölümünün bomba nedeniyle gerçekleştiği açıkça belliydi, ancak bombanın hangi gerekçeyle atıldığı ya da nereye atıldığı konusunda hiçbir tespit yapılmamıştı. Ya da devlet, öldürmeyi kabul ediyor ama hangi polis ekibinin, ne zaman ve hangi tarihte bu eylemi gerçekleştirdiğiyle ilgili bir bilgi sunulmuyor. İşte bu tür eksiklerden dolayı Anayasa Mahkemesi kararları bozarak iade etti. Ancak savcılıklar, Anayasa Mahkemesi’nin taleplerini yerine getirmeden, bu dosyaları apar topar yeniden takipsizlik kararıyla kapattı. Avukat arkadaşlarımız hâlâ bu hukuki süreçlerin takibini yapıyor. Ancak özetle söylemek gerekirse, bu dosyalarla ilgili ne bir yüzleşme ne hakikatin açığa çıkarılması ne de hakikati öğrenme hakkı adına bir gelişme yaşandı. Dosyalar hâlâ cezasızlık politikasıyla yüz yüze.”
 
‘Saldırılarında en çok yöneldikleri kadınlar oldu’
 
Yasakların yaşandığı süreç boyunca en çok zulüm görenler arasında kadınların olduğuna vurgu yapan Newroz Uysal Aslan, kadınların hedef alınmasının nedenini şöyle açıkladı: “Kadınların eşit temsiliyete dayalı bir yaşam isteğiyle siyasete katılmaları bu saldırıların temel sebebiydi. İlk olarak Ekin Van’ın çıplak bedeninin teşhir edilmesi bunun en çarpıcı örneğiydi. Bu durumu büyük bir başarı ve övgü olarak lanse edip sosyal medya aracılığıyla servis ettiler. Aslında, tıpkı Filistin ve Rojava’daki kadınlara yaptıkları gibi, aynı şey Türkiye’de de yapıldı. Bununla da yetinmediler; Silopi’de Sêvê, Pakize ve Fatma gibi kadın mücadelesi veren, şehirlerine sahip çıkan ve devletin imha operasyonlarına rağmen oradan ayrılmayan kadınların katledilmesiyle sonuçlanan saldırılar gerçekleştirdiler.
 
Kadın düşmanlığının sertleştiği dönem
 
Sokağa çıkma yasakları sırasında gebe olup evde doğum yapmak zorunda kalan ya da düşük yapan kadınlar; gözaltına alınarak işkence ve tacize maruz kalan kadınlar da bu zulmün hedefi oldu. Bu süreç, hem Kürt hem de kadın düşmanlığının daha da sertleştiği bir döneme dönüştü. Hatırlarsanız, Silvan’da, Silopi’de ve Cizîr’de kadınların kıyafetleri çıkarılarak sağa sola bırakıldı; yazılamalarla cinsiyetçi küfürler yazıldı.
 
Devletin asıl korkusu, kadınların toplumsal alanda güçlü bir şekilde yer almasından kaynaklanıyordu. Bu kadınlar sadece topraklarına sahip çıkan kişiler değil, aynı zamanda yeni bir hayat kurmayı amaçlayan ve bunun için öncülük eden, siyaset yapan kadınlardı” ifadelerini kullandı. Cizîr Halk Meclisi Eşbaşkanı Asya Yüksel’in de bu süreçte hedef alınarak katledildiğini hatırlatan Newroz Uysal Aslan, “O dönemde devletin en çok saldırdığı kimlik, kadın kimliği oldu” dedi. 
 
‘Kürt halkı mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürdü’
 
Geçmişten günümüze gelinen süreçte, ana dil ve kültür temelli siyasetlerine yapılan tüm saldırılara rağmen Kürtlerin yok edilemediğini vurgulayan Newroz Uysal Aslan, son olarak şu ifadeleri kullandı: “Türkiye, kuruluşundan bu yana savaş ve imha politikalarıyla bunu denedi. Ancak o bölgelerde Kürtler hâlâ ayakta, hâlâ kendi kendini yönetme iradesine sahip. Kürtler, bu arayışlarını hem siyasi hem de toplumsal düzeyde kimliklerine ve kültürlerine sahip çıkarak göstermeye devam etti. Devlet, 90’larda da 2015-16 sürecinde de bu hedeflerine ulaşamadı. Bundan sonraki süreçte de açık olan imha ve savaş politikası değil, gerçekten bir çözüm perspektifinin ortaya konulması gerekiyor. O yüzden Kürt halkı diz çökmedi, unutmadı ve o günden bu yana mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürüyor.”