‘Biz diz çökmedik’: Tarih böyle yazıldı Cizîr’de…
- 09:07 13 Aralık 2024
- Güncel
Gülistan Gülmüş
ŞIRNEX - 2015’te başlayan abluka süreci, yalnızca bir katliamın değil, halk iradesinin, kadınların ön saflarda yer aldığı direnişin ve insanlık onurunun unutulmaz bir sembolü oldu. Mehmet Tunç’un “Biz diz çökmedik” sözleri ise Cizîr’de zulme boyun eğmeyen bir halkın sesi olarak tarihe kazındı.
Cizîr (Cizre), 2015 yılında başlayan ve aylarca süren abluka boyunca yalnızca bir çatışmanın değil, insanlık tarihine yazılmış bir direniş destanının adıdır. Devletin tanklarla, keskin nişancılarla ve ağır silahlarla kuşattığı mahallelerde yaşananlar, trajedi ile onurun iç içe geçtiği bir tarih sayfası olarak hafızalara kazındı. Bombaların gölgesinde, yıkılan evlerin arasında yükselen zılgıtlar, direnişin sesi ve halkın varoluş mücadelesinin bir işareti oldu.
Bu süreçte, bodrumlarda mahsur kalan onlarca insan işkence edilerek katledildi; kadınlar ve çocuklar kurşunların hedefi oldu. Ancak tüm bu acılara rağmen, Cizîr halkı diz çökmedi. Mehmet Tunç’un, direnişin sembolü haline gelen “Biz diz çökmedik!” sözleri, yalnızca bir haykırış değil, bir halkın boyun eğmeyen iradesini temsil etti. Kadınların ön saflarda yer aldığı bu mücadele, açlık, susuzluk ve ölüm karşısında bile insanlık onurundan vazgeçmeyen bir halkın hikâyesini yazdı.
Cizîr’de yaşananlar, yalnızca bir coğrafyanın değil, zulme direnen tüm halkların ortak hafızasına kazınmış bir insanlık destanıdır. Bodrumlardan yükselen çığlıklar ve direnişin sesi, bugün hâlâ adalet ve özgürlük taleplerinin sembolü olmaya devam ediyor.
Direnişin kıvılcımı: Özyönetim ve ilk yasaklar
Cizîr’deki olaylar, 2015 yılının 13 Ağustos’unda halkın "kendi kaderini tayin etme" hakkını kullanarak özyönetim ilan etmesiyle başladı. Bu karar, halkın iradesini ortaya koyduğu tarihi bir andı. Ancak devletin buna yanıtı sert oldu. Özellikle Cizîr’in Sur, Yafes, Cudi ve Nur mahallelerinde hendekler kazılırken, asker ve polisler, bu mahallelere ağır bir saldırı başlattı.
4 Eylül 2015’te Şırnak Valiliği ilk "sokağa çıkma yasağı" ilan etti. Yasakla birlikte mahalleler keskin nişancılar ve tanklarla ablukaya alındı. İlk dokuz gün içinde 22 sivil, aralarında 35 günlük Muhammed Tahir Yaramış, 10 yaşındaki Cemile Çağırga ve 14 yaşındaki Bünyamin İrci’nin de bulunduğu çocuklar, asker ve polis kurşunlarıyla hayatını kaybetti. İnsan Hakları Derneği (İHD), bu süreçte katledilen sivillerin isimlerini kaydetse de birçok ölümün üzeri örtüldü.
Katliamın ayak sesleri: 14 Aralık 2015 ablukası
14 Aralık 2015, Cizîr halkı için karanlık bir dönemin başlangıcı oldu. Milli Eğitim Bakanlığı, o günlerde ilçedeki öğretmenlere “hizmet içi eğitim semineri” adı altında memleketlerine gitmeleri talimatını verdi. Yaklaşık 3 bin öğretmen ilçeyi terk etti. Bu durum, halk arasında büyük bir yalnızlık ve çaresizlik hissi yarattı. O gün itibarıyla, tanklar, keskin nişancılar ve ağır silahlarla mahalleler ablukaya alındı. Halk ise özsavunma mücadelesini sürdürmekte kararlıydı. Sokağa çıkma yasağı boyunca yüzlerce kişi hayatını kaybetti; biri bebek, 41’i çocuk olmak üzere yaklaşık 300 kişi katledildi. Yasağın yalnızca bir çatışma değil, açık bir katliama dönüştüğü en acı olaylar ise bodrumlarda yaşandı.
Kadınlar: Direnişin sesi oldular
Abluka sürecinde kadınlar, direnişin yalnızca tanığı değil, aktif bir öznesiydi. Mahallelerde özsavunma ağları kurdular, evlerini ve çocuklarını korumak için ön saflarda yer aldılar. Tandır başlarında ekmek yaparak aç kalanlara yemek ulaştırdılar, yaralıların tedavisi için gizli geçitler kurdular ve abluka altındaki yaşamı sürdürmeye çalıştılar. Bombaların ve kurşunların altında yükselen zılgıtlar, kadınların direnişinin sesi oldu. Bu zılgıtlar, sadece bir haykırış değil, aynı zamanda bir direniş sembolü haline geldi. Kadınlar, halkın moralini yükseltmekle kalmayıp, örgütlü bir yaşam kurarak dayanışmanın gücünü ortaya koydu.
Bodrumlarda katliam ve direnişin sembolü: Biz diz çökmedik
Sokağa çıkma yasağının 41’inci gününde, Cudi Mahallesi’nde bir bodrum katına top mermisi isabet etti. Burada mahsur kalan 28 kişiden 3’ü olay yerinde hayatını kaybetti. Sağlık ekiplerinin bölgeye girişi engellendiği için yaralılar birer birer can verdi. HDP Şirnex Milletvekili Faysal Sarıyıldız, yaşananları “devlet eliyle toplu infaz” olarak tanımladı ve uluslararası topluma acil müdahale çağrısında bulundu. Ancak çabalar sonuçsuz kaldı.
En büyük katliam ise 23 Ocak 2016’da gerçekleşti. Cudi Mahallesi’nde bir binanın bodrumunda 31 kişi, atılan havan mermileri ve yakıcı maddelerle katledildi. Ardından gelen 7 Şubat’taki ikinci bodrum katliamında ise 62 kişi, binanın ateşe verilmesi sonucu yaşamını yitirdi. Bu bodrumda bulunan Cizîr Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç, son kez telefonla bağlandığı bir yayında, halkına şu sözlerle seslendi: “Biz diz çökmedik. Kalan insanların bizimle gurur duyması lazım.”
Bu sözler, Mehmet Tunç’un ve direnişin sembolü haline geldi. 50 kişinin daha yaşamını yitirdiği üçüncü bodrum katliamı, Cizîr halkı için bir dönüm noktası oldu.
Asimilasyon politikaları hayata geçti
Abluka, yalnızca insanların hayatını değil, ilçenin sosyo-ekonomik yapısını da derinden sarstı. Tarım, ticaret ve küçük esnaf ekonomisi büyük bir darbe aldı. Göç etmek zorunda kalan binlerce insan, memleketlerinden uzakta yokluk ve belirsizlik içinde yaşam mücadelesi verdi.
Özel savaş devrede
Özel savaş politikaları abluka sonrası hızlı bir şekilde devreye konuldu. Böylece gençler ve çocuklar hedef alınmaya başlandı. Uyuşturucu kullanımının arttığına dair veriler, halk tarafından bu durumun bir tür asimilasyon politikası olarak yorumlanmasına neden oldu. Uyuşturucu kullanımının, çatışmaların yoğun yaşandığı Sur, Cudi, Yafes ve Nur mahallelerinde artması halk arasında derin bir kaygı yarattı.
Hafızayı yaşatma çabaları ve direnişin devamı
Cizîr halkı, yıkılan mahallelerini yeniden inşa etme mücadelesi verirken direnişin sembollerini yaşatmaya devam ediyor. Mehmet Tunç ve Asya Yüksel gibi direnişin öncüleri, halkın hafızasında yer edinmiş durumda. Her yıl düzenlenen anma etkinlikleriyle direniş ruhu diri tutulmaya çalışılıyor.
Ancak devletin TOKİ konutları inşa ederek bodrumların bulunduğu alanları kapatma girişimleri, halk arasında derin bir öfkeye neden oldu. “Çocuklarımızın mezarı olsun” diyen aileler, TOKİ evlerinde yaşamayı reddederek yakınlarının kemiklerine ulaşmak için mücadelelerini sürdürüyor.
Uluslararası tepkiler ve körleşen adalet
Cizîr’de yaşanan katliamlar ve ağır insan hakları ihlalleri, uluslararası kamuoyunda yankı buldu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Cizîr’deki durumu “kıyamet benzeri bir tablo” olarak tanımladı ve Türkiye’den bağımsız bir soruşturma yapılmasını talep etti. Ancak Türkiye bu çağrıyı reddetti. BM raporları, bodrumlarda mahsur kalanların yardım çığlıklarına rağmen devletin bölgeye sağlık ekiplerinin girişini kasıtlı olarak engellediğini, bunun da insanlık suçu anlamına geldiğine işaret etti.
‘Açık bir savaş suçudur’
Amnesty International ve Human Rights Watch gibi insan hakları örgütleri, yaşananlara ilişkin raporlar hazırlayarak uluslararası toplumun dikkatini bu katliama çekmeye çalıştı. Raporlar, devletin sivilleri hedef aldığına dair güçlü kanıtlar içeriyordu. Amnesty International, raporunda şu ifadelere yer verdi: “Cizîr’de yaşananlar, açık bir savaş suçudur. Özellikle bodrum katlarındaki katliam, uluslararası insancıl hukukun en temel ilkelerinin ihlalidir.”
Başvurular sonuçsuz kaldı
Avrupa Parlamentosu üyeleri, Türkiye’deki bu olaylara dair acil oturum düzenlenmesi gerektiğini dile getirirken, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuruların sonuçsuz bırakılması, adaletin uluslararası düzeyde de nasıl engellendiğini gözler önüne serdi. Dönemin HDP Şirnex Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve avukat Newroz Uysal, bodrumlarda mahsur kalanların kurtarılması için AİHM’e başvurdu. Ancak mahkeme, talepleri hızlı bir şekilde değerlendirmedi ve bu da “uluslararası yargının pasifliği” eleştirilerine neden oldu.
Medyanın rolü ve sessizlik
Uluslararası kamuoyunun Cizîr’e gösterdiği tepkiler, medyada geniş bir şekilde yer almadı. İktidara yakın medya, olayları “terörle mücadele” bağlamında ele alırken, abluka sırasında yaşananları manipüle etmeye çalıştı. Örneğin, TRT Haber, Cizîr’de bir bodrum katında “60 PKK mensubunun öldürüldüğünü” iddia eden bir haber yayımladı, ancak kısa bir süre sonra bu haber hiçbir açıklama yapılmadan kaldırıldı.
Muhalif medya ve dijital medya ise Cizîr halkının çığlıklarını duyurmak için bir mecra oldu. Bodrumlardan yapılan telefon bağlantıları, Mehmet Tunç’un son sözleri ve Faysal Sarıyıldız’ın paylaşımları, direnişin uluslararası kamuoyuna duyurulmasında kritik bir rol oynadı.
Son söz: Unutulmayan direniş
Cizîr’in direnişi, sadece bir trajedi değil, aynı zamanda bir halkın iradesinin ve onurunun destanıdır. Mehmet Tunç’un sözleri, Cizîr halkının kararlılığını en iyi şekilde ifade eder: “Biz diz çökmedik!”
Bu direniş, asırlar geçse de hafızalarda yaşamaya devam edecek. Cizîr, tarih boyunca bir trajediden çok, onurlu bir isyanın adı olarak anılmaya devam ediyor.