Ayşegül Doğan: Sorunlar askeri üs inşa etmekle çözülemez

  • 15:04 21 Ağustos 2024
  • Siyaset
ANKARA - DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Askeri üs kurarak Türkiye güç tahkim edemez. Büyüyen Kürt meselesi küçülen Türkiye ekonomisine neden oluyor. O nedenle savaş ekonomisinde ısrardan vazgeçmek gerekir. Daha çok askeri üsse ihtiyacı yok Türkiye’nin. Orta Doğu’da da daha çok askeri üsle sorunlar çözülemez” dedi.
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, devam eden Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısına dair basın toplantısı düzenleyerek, toplantıya dair bilgi paylaştı.
 
‘Yasaklar yıldırmaz ancak büyütür’
 
Kürtçeye dönük saldırılar ile konuşmasına başlayan Ayşegül, “Son zamanlarda Kürtçe anadil kullanımına yönelik artan baskılar. Söz Kürt meselesinden neredeyse hiç ayrılmayan bir söz haline geldi. O halde şöyle diyelim. 80’ler, 90’lar değil artık. 80’lerde 90'larda yapılanları, bugün o zaman elde ettiğinizi zannettiğinize erişemeyeceğinizi bilmenizi isteriz. Bunu DEM Parti adına bir kez daha söylüyorum. Neye dayanarak, neye güvenerek söylüyoruz bunu. Bugün kadınlara yönelik şiddete yönelik bir eylemde Hindistan'dan duyulabiliyor ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganı. Böyle geniş dünya coğrafyasına yayılmış halklar gerçekliğinden ve onların mücadelesinden bahsediyoruz. O yüzden yasaklar yıldırmaz ancak ve ancak büyütür, çoğaltır, yan yana gelişleri arttırır” dedi. 
 
MYK’de görüşülen başlıklar
 
Can Atalay’ın gündemlerinde olduğunu da belirten Ayşegül, MYK gündeminde tartışılan başlıkları aktardı. Ayşegül, “Hapishanelerde yeni bir işkence yöntemi olarak kullanılan ve bizim gündemimizden hiç düşmeyen gözlem ve idare kurulları eliyle artan baskılar kamuoyunun gündemine dün akşam yeniden böyle bir karar verilmesiyle yeniden geldi. Ama DEM Parti'nin gündeminde, önergelerinde, açıklamalarında, cezaevi ziyaretlerinde hukuk komisyonumuzun hiç değişmeyen bir başlığıdır. Aslında bu Türkiye’nin hiç değişmeyen bir başlığı olmalıdır. Yine gündemimizden düşmeyen ekonomik krizler… Bu da gündem başlıklarımızdan biriydi MYK’da. Kürt diline ve kültürüne dönük saldırılar. Yine bir askeri anlaşma çıktı karşımıza. Keşke başka türlü söyleyebiliyor ve tartışıyor olabilseydik. Bağdat Ankara arasındaki anlaşmada üzerinde durduğumuz konulardan biri. Ve yeni anayasa tartışmaları. Bu tabi bizim vazgeçilmez gündemimiz. Buna ilişkin de Merkez Yürütme Kurulumuzun tartışmalarını ve eğilimini de sizlerle paylaşacağım. Bir yandan bu sözünü ettiğimiz krizlerle bağlantılı olarak süren mücadele ettiğimiz Ekmek ve Adalet kampanyamız” sözlerini kullandı.
 
‘Meclis’in itibarını düşünüyorsanız sorunları çözme zemini olmalıdır’
 
Ayşegül, konuşmasında devamla şunları söyledi: “Can Atalay Hatay halkının iradesini temsil eden bir milletvekili. Anayasa da bunu böyle ifade eder. Biz bugün DEM Parti olarak Meclis başkanına açık bir çağrı yapmak istiyoruz. Meclisin itibarıyla ilgili kendisi epey kaygılanmış, bir açıklama yapmış. Emine Şenyaşar’ın yani adalet arayışının sembolüne dönüşen bir kadının hikayesine dönüp bakıp, sorumluluk hissetmek yerine onun orada adalet arayışını sürdürmesini Meclis’in itibarını zedeleyen bir eylem olarak değerlendirmiş. Sayın Kurtulmuş’a biz de buradan DEM Parti olarak bir çağrı yapalım. Şayet Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibarını gerçekten düşünüyorsanız, ki biz düşünmeniz gerektiğini düşünüyoruz, bunu yıllardır söylüyoruz. Meclis’in sorunları çözme zemini olması gerektiğini söylüyoruz ama 90’lı yıllardan başlayarak bugüne kadar Meclis, itibarının üzerine düşen gölgeden kurtulamamıştır. Bakın bugün TBMM bir üyesine sahip çıkamaz halde. Eğer TBMM halen üyesi olan bir milletvekiline sahip çıkabilseydi, Can Atalay ile ilgili bur tartışmaları yapmıyor olacaktır. Biz DEM Parti olarak bu çağrıyı yapıyoruz. Hiç vakit kaybedilmeden Can Atalay’ın özlük hakları iade edilmeli, AYM kararı uygulanmalıdır. Çünkü yok hükmündeki bir karar okunarak milletvekilliği kaldırılmaya çalışıldı Can Atalay’ın. Artık bağlayıcılığı olan bir karar var ortada.
 
Türkiye kamuoyu infaz yakmayı yeni bir deyim olarak kazanmıştır
 
Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları… 30 yıl hapiste tutulan insanların tahliyelerine saatler kala, infazları yakılıyor. Türkiye kamuoyu infaz yakma meselesini yeni bir deyim olarak kazanmış oldu. Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek 2020 yılında infaz mevzuatında bir düzenleme yapıldı. O dönem bunun ayrımcı bir yasa olduğunun altını çizdik. Adli suçlarda infaz sürelerinde indirim yapılırken, siyasi suçlar kapsam dışında bırakılmıştı. Hukukçular bu ayrımın anayasaya, BM’nin kişiler ve medeni haklar uluslararası sözleşmesine, BM cezaevlerine ilişkin asgari standart kurallarına ve hem de infaz kanuna aykırı olduğunu siyasilerle birlikte defalarca dile getirdiler, itirazlarını ortaya koydular ama uygulama devam ediyor. Ne yapıyor İdare ve Gözlem Kurulları, dün İlhan Sami Çomak’ta olduğu gibi 30 yıl hapis yatmış ve artık tahliye olması gereken bir tutsak ile ilgili bir keyfi karar veriyor. Bu bir mahkeme değil, böyle bir karar veremez. Bu kurullar mahkemelerin yerine geçmiş durumda. Yönetmelik, kanunun uygulama alanını da ortadan kaldıramaz. Temel hak ve özgürlükler de kanunlarla düzenlenir. İnfaz yakma bu demek. Özgür olmanız gereken yerde mahkeme kararı olmadan hapiste tutuluyorsunuz. İdare gözlem kurulu, gözlem ve sınıflandırmadan sorumlu ikinci müdür,  idare memuru, cezaevi tabibi, psikiyatrist, psikolog, infaz koruma baş memuru, ve teknik personele kadar devam eden bir kuruldan oluşuyor.
 
Sincan’da en az 17 kadının infazı yakıldı
 
Peki infaz yakma gerekçelerinde ne var? Tutsakları ziyaret ettiğimiz zaman bize iletilen nedenler var. Bakın fazla su kullanmak, fazla kitap okumak veya okumamak, halay çekmek ya da çekmemek, arkadaşlarıyla selamlaşmak ya da selamlaşmamak. ALES sınavına girmek ya da girmemek. Serzenişte bulunmak, şarkı söylemek, üniversite bitirmemek, Kürtçe türkü söylemek, görüşçülerle selamlaşmak. Fazla dilekçe vermek, kurum personeline kayıtsız kalmak. Yalnızca bunlar mı? Bir de ‘Pişman mısın’ diye sorular yönetiliyor. Bu yapılan insan haklarına aykırı. Mesela ‘HDP’den belediye eşbaşkanı seçildiniz. Şimdi olsa yine aday olur musunuz? Bundan dolayı pişman mısınız’ diye soruyorlar. Eğer pişmanlık ifade etmiyorsanız bu sizin infazınızın yakılmasının gerekçesi olabilir. İlla bir pişmanlık ifade etmeniz gerekir, infazınızın yakılmaması için. Düşünün cezaevi gözlem ve idare kurullarının ne yaptığını. Daha da netleştirmek ve somut hale getirmek için konuya dair bazı örneklere yakından bakalım. Mesela Şermin Demirdağ bir siyasi mahkum. Müebbet hapis cezası almış 31 yıldır cezaevinde ve bunun 18 yılı Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde geçmiş. 30 yılı dolduğunda normalde şartlı salıverilmesi gerekiyor. Aleyhte karara neden olabilecek herhangi bir disiplin suçu da yok. Fakat bir kurul tarafından ‘Şartlı tahliyeye uygun bulunmadınız’ denilerek öteleniyor. Yeterince iyi halli bulunmadı. Şermin Demirdağ’ın infazı kaç kez yakıldı biliyor musunuz? 5 kez. Bendeki son bilgilere göre 5 kez. Yine sebep pişman olmamak. Şu an en az 17 kadının bu şekilde Sincan’da infazı yakıldı. Bir kısmı sonradan infazını tamamlayıp tahliye oldu ama hala en az 10’a yakın kadının infazı yakılıyor ve hapiste tutuluyor.
 
İnfaz yakmalar yeni işkence yöntemi
 
Bir başka örnek İmralı’dan. İmralı’da ağır tecrit koşullarında tutulan, aylardır haber alınamayan, ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen ve tahliyesi bir yıl ertelenen Veysi Aktaş. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan hasta tutsak Şivekar Ataş. İleri derecede kalp, yüksek tansiyon, bel fıtığı ve diş hastası. Ayrıca rahminde tespit edilen kistlerin ameliyatla çıkartılması gerek. Bir operasyon geçirdi ve tedavisi devam ediyor. Buna rağmen infazı yakıldı. Patnos L Tipi Kapalı Cezaevi’nde 30 yıldır tutsak Mehmet Kınat. Şeker, mide göz ve bel fıtığı gibi hastalıklara sahip. Sinan Sütpak, 6 kez infazı yakıldı ve ağır hasta. Bu örnekleri arttırabiliriz. Keza Çetin Arkaş aynı durumda. Hangi ismi söylersek diğeri eksik kalıyor. İnfaz yakmalar umut hakkının da ihlaline neden oluyor. 30 yıl tutuklu kalıp bu süre sonunda serbest kalacağınızı düşünüyorsunuz ama çok sayıda insanın umut edebilme hakkı bu tür kurullar aracılığıyla ellerinden alınıyor. O yüzden yeni bir işkence yöntemi diyoruz buna. 
 
İhtiyaç, barış ve demokrasi hareketi
 
Cezaevi gözlem ve idare kurulları ve hapishanelerin durumunun bağlantılandığı ve ilişkilendiği yer ne yazık ki Türkiye’de Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, Türkiye’nin bunu çözemediği için demokratik bir ülke olamayışı ve yine savaş ekonomisi dolayısıyla artan yoksulluk ve sefalet. Mevcut hale baktığımızda içeride bir çözümsüzlük ve dışarıda bir çözümsüzlük. Yani hem içeride hem dışarıda ne yazık ki bir savaş siyaseti söz konusu. Orta Doğu’nun geneline yayılan ve daha büyük krizlere neden olabilme ihtimali olan bir savaş halinden bahsediyoruz. Yıllardır da buna karşı mücadele ediyoruz. Bu savaş siyaseti ve tercih edilen bu yolun yarattıklarına ilişkin de uyarılarda bulunuyoruz. Bu durumda şunu ifade edebiliriz. Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey acil ve ivedi olarak kurtarıcı, güçlü barış ve demokrasi hareketi. Bunun üzerine hepimiz düşünmeliyiz. Güçlü bir barış ve demokrasi hareketi nasıl oluşturulabilir, bu ses nasıl çoğaltılabilir. Bu salt DEM Parti’nin meselesi değil, olmamalıdır. Aksine daha çok bu savaşta doğrudan ve dolaylı etkilenen herkesin sahip çıkması gereken bir şey barış ve demokrasi. Şu anda Türkiye’nin en çok acil ve kurtarıcı biçimde ihtiyacı olan şey. Çünkü savaş toplumsal, ekolojik ve ekonomik olarak yıkım demek. Felaket demek sefalet demek yoksulluk demek, açlık demek. İşte biz bu nedenlerle savaş karşıtlığında buluşmalı diyoruz ve bu eylemleri çoğaltmalı diyoruz. Sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini savunuyoruz. Türkiye ne yazık ki çözmeyi beceremedi ya da çözmeyi tercih etmedi. Çünkü başka şeylere kaynaklar aktarılıyor. İşte sınır ötesi operasyonlara, İHA ve SİHA’lara. Oysa her yangında cayır cayır tüm Türkiye toplumu yanıyor ama gece görüşlü helikopter tartışıyoruz. Bu sorgulanmıyor. Bunun sorgulanmasının engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Yalnızca tweet attığı için bu konuda insanlar gözaltına alınıyor, adli kontrol yasağı getiriliyor. Dolayısıyla çözümsüz bırakılan her mesele derinleşiyor. Bu Türkiye ve Irak arasında imzalanan yeni mutabakat zaptında da bir kez daha görülüyor. Bu ilk değil, bir sürü yerde ilk olarak lanse edildi, tarihi bir mutabakat ilk kez imzalanıyor diye. Bu neyin anlaşması diye soruyoruz DEM Parti olarak. Ankara ve Bağdat arasında imzalanan anlaşma neye karşılık ne için bağlanmış bir anlaşmadır. İki ülkenin savunma bakanları Ankara’da yapılan görüşmelerin ardından asli güvenlik işbirliği ve terörle mücadeleye dair mutabakat zaptını imzaladı. Ben size ismini söyledim. Askeri Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadele. Daha çok askeri üsse ihtiyacı yok Türkiye’nin. Orta Doğu’da da daha çok askeri üsle sorunlar çözülemez. Asıl ihtiyaç barış ve dostluk köprüleri kurmaktır. 
 
Büyüyen Kürt meselesi küçülen Türkiye ekonomisi
 
Asıl ihtiyaç konuşarak meseleleri çözmektir. Askeri ya da sınır ötesi operasyonlara ilişkin iştahı kabartarak değil. O yüzden bir kez daha DEM Parti olarak diyoruz ki, askeri üs kurarak Türkiye güç tahkim edemez. Bu anlaşmanın da kalbinde yatan şey ayan beyan ortada. Bir sürü açıdan ele aldığımız kalbinde yatan şeyin Kürt meselesi olduğunu ve bu anlaşmanın Kürtlerin kazanımlarına aynı zamanda ne yazık ki göz diktiğini ve Kürtleri de karşı karşıya getirmeye çalıştığını görmek gerek. Büyüyen Kürt meselesi küçülen Türkiye ekonomisine neden oluyor. O nedenle savaş ekonomisinde ısrardan vazgeçmek gerekir. Bakın sahadan örnek vermek istiyorum. Ekmek ve adalet kampanyamız bir süredir devam ediyoruz, eş genel başkanlarımız, MYK üyelerimiz, emek komisyonumuz, milletvekili arkadaşlarımız, yöneticilerimiz herkes bu buluşmalar kapsamında işçiler ve emekçilerle bir araya geliyor. Kampanyamız İzmir’den Iğdır’a, Batman’dan İstanbul’a kadar sürüyor, sürecek. Ekmek ve Adalet kampanyamızı büyüterek yola devam edeceğiz. 
 
Bu buluşmalarda Şimşek’in ekonomi programının bir insani yıkım olduğunu görüyoruz sahada. Çırılçıplak bir sefalet görüyoruz. Bizim gördüğümüz sefalet ve yoksulluk iktidarın bihaber olduğu bir sefalet ve yoksulluk değil. Bizatihi müsebbibi olduğu ve sorumluluk taşıdığı bu sefalet ve yoksulluğa dair insanları böyle yaşamaya mecbur kılmaya ilişkin itirazı ve isyanı bizim duyduğumuz gibi asıl sorumlularının da duyması ve buna dair çareler üretmesi gerekir. Nefes alamaz haldeki bir ülkede beklenen, talep edilen daha fazla askeri üs kurmak, bazı tavizler vermek değil. Son verilere göre 15-34 yaş aralığında Türkiye’nin en genç nüfusu 6,3 milyon kişi okumuyor ve çalışmıyor. Okuyamıyor, çalışamıyor, bu imkan ve olanaklardan yoksun demek. Bunun 4,6 milyonu kadın. Ekonomik felaket, yoksulluk görünmesin diye gündem değiştirmeye çalışmak kurtarıcı olmuyor, Türkiye tarihi bunun hazin örnekleriyle doldu. Türkiye’deki krizi besleyen en önemli neden savaş ekonomisidir, bu savaş ekonomisi bir an önce ortadan kaldırmaya ihtiyaç var.
 
Yeni Anayasa konusundaki tutumumuz nettir
 
Bu tartışmaya başlarken MYK’mızın gündeminde ama bu iktidar partisi ya da Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından biri gündemine aldı diye değil. Bizim onlarca yıldır gündemimizde olan bir mesele yeni Anayasa. Yeni Anayasa konusundaki tutumumuz tavrımız son derece net. Biz en geniş demokrasi ittifakı ve katılımla yeni Anayasa yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ve anayasa gerçekten yeni olmalıdır. Bunun için en çok mücadele eden siyasi geleneğiz. Ayrıca bu konuda çokça birikimi ve tecrübesi olan bu tartışmalara da yıllar önce başlamış bir siyasi partiden bahsediyoruz. Yeni anayasa gündem değiştirmek için birinin aklına geldi ya da başka birine mesaj vermek için gündeme alıyor diye tartıştığımız bir konu değildir. Bizim yeni anayasa yaklaşımımız gerçekten geçmişten tümüyle kopulduğunu gösteren bir yaklaşım olmalıdır. Hakikaten böyle olmalıdır bizim için böyle bir anlam ifade ediyor. Bu her zaman partimiz açısından hayati bir mesele. Bakınız bugün Türkiye’de hükümet edenler bu ülkede en çok anayasa değişikliği yapan iktidar. Ama buna rağmen Türkiye’de şu anda hukuksal olarak bir anayasa yok. Var olan uygulanmıyor. Darbe anayasası demek ki değiştirilerek yenilenmiyor. Biz usulü ve esası bir arada değerlendiriyoruz. O yüzden en geniş demokrasi ittifakı ile en geniş katılımla bir anayasa yapılması gerekiyor.”