‘İnsan hakkı bütünlüklü ve tavizsiz savunulmalı’

  • 09:04 10 Aralık 2023
  • Güncel
 
Melike Aydın 
 
İZMİR - Hak ihlallerinin bireyci toplum imalatıyla birlikte yürüdüğünü ve insan haklarının olmadığı bir sistemin oluşturulmak istendiğini ifade eden İHD İzmir Şube yönetiminde yer alan Deniz Bayrak, hak savunusunun sağlıklı devam edebilmesi için tüm hakların tavizsiz savunulması gerektiğini vurguladı. 
 
İnsan hakları konusunda araştırma yapan Freedoom House’un dünyadaki siyasal haklar ve sivil özgürlüklerin durumunun değerlendirildiği dünya özgürlük raporunu  (‘Freedom in the World’ 2023 raporu) haziran ayında yayımladı. 195 ülke ve 15 bölgenin incelendiği rapora göre, Türkiye geçen yıl olduğu gibi 32 puanla özgür olmayan ülkeler arasında yer aldı. 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası dolayısıyla İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi yönetiminde yer alan Deniz Bayrak, Türkiye’de insan haklarına dair yaşanan ihlallere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Teoride devlet var oluş amacını yerine getirmeyerek ihlal oluşturuyor’
 
Hak kavramının devletlerin üzerinde ve kendisini devletlere dayatan bir kavram olduğunu, bu yüzden de savunusunun da devletler üzeri gerçekleşmesi gerektiğini belirten Deniz, hak ihlalleri bakımından devletlerin pozitif ve negatif yükümlülüklerini yerine getirmediğini ifade etti. Sağlık, eğitim ve barınmaya erişim gibi pozitif yükümlülükleri yerine getirilmemesinin başlı başında hak ihlali olduğunu kaydeden Deniz, “Aslında teoride devletin var oluş amacının yerine getirilmemesi halinden bahsediyoruz. Negatif yükümlülükler yani yapmama ile ilgili yükümlülükler ise örneğin işkence yapmama, ama biz her hafta işkence ile gözaltı haberlerini alıyoruz, ya da tecrit uygulamama. Devletin negatif yükümlülüklerini yerine getirmediğini görüyoruz. Haklardan kısıtladığını da görüyoruz. Örneğin cezaevlerinde tecrit uygulamasından söz edebiliyorsak oradaki insanların haklara ulaşamamasından söz ediyoruzdur ya da kadın cinayetleriyle ilgili cezasızlık politikasından bahsediyorsak, bu hakların uygulanmamasında bir kasıtlılık olduğunu görüyoruz” sözlerini kullandı.
 
‘Devletin ihlallerine kılıf aramaz oldu’
 
Hukuki normlarda negatif ve pozitif yükümlülüklere uyma veya kılıfa uydurma çabası görülürken Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yok sayılma, kararlarına karşı çıkma, kendini onun üzerinde görmenin ortaya çıktığını paylaşan Deniz, özellikle 15 Temmuz Darbesi sonrasında bu durumun daha da alenileştiğini söyledi. Deniz, “KHK’larla işlerinden bir anda atılması, yeni yasaların bir anda ortaya çıkması ve diğer alanlardan onay almadan tekçi bir zihniyetle bize dayatılmış olmasını yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz” dedi.
 
‘Kendinden olmayanı dışlayan kötülük sistemi’
 
Tekçi, Türkçü, Sünni-İslamcı, erkek egemen, kendinden olmayanı toplum dışına iten, teröristleştiren ve yok sayan bir baskılama durumunun söz konusu olduğunu dile getiren Deniz, bu tekçi anlayışı besleyen herkesi yanına alarak ilerlediğine dikkat çekti. Deniz, “KHK’lilerde gördük. Taş yesinler denmişti. Bu söylem toplum dışına itilmeyle alakalı şeyler. Beslenme hakkından bile mahrum bırakın gibi bir söylem vardı. Bu aslında kendi dışına çıkan herkesi toplumdan dışlayan bir kötülük sistemi diye düşünüyorum” sözlerine yer verdi.
 
‘Baskı mekanizması ile karşı karşıya kalıyorsunuz’
 
Tüm düşünce ve ifade özgürlüklerinde olduğu gibi insan hakları üzerine söz söylemenin de kıskaç altına alındığını kaydeden Deniz, “İstenen tekçi söz dışında hangi söz söylenirse söylensin yine bir baskılanmayla karşılaşıyorsunuz. Ya da bu sözün duyulmaması yok sayılması görülmemesi için bir baskı mekanizması ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ya söyleme eyleminiz engelleniyor ya daha sonra hakkınızda dava açılıyor ya da farklı basın kuruluşlarına ulaşmanız engelleniyor. Yani sözünüzü söylemeniz belli bir alana hapsedilmiş durumda” dedi. 
 
‘Hangi hakkın savunulacağına devlet karar vermemeli’
 
Devletin yapılabilenler ve yapılamayanlar, söylenebilenler ve söylenemeyenleri belirlediğini, onun tekçi sinir uçlarına dokunmadığı takdirde her şeyin keyfi bir şekilde yapılabildiğine dikkat çeken Deniz, buna karşın hak taleplerinin bir bütün olarak görülmesi ve bütün olarak savunulmasının önemini vurguladı. Herhangi bir engellemeyle karşılaşılacağı çekingenliği ile bir diğer sözün söylenmekten kaçınılmaması gerektiğini belirten Deniz, “Çünkü hak taleplerimize dair oto-sansür uyguladığımız takdirde bunun sonu gelmez. Aynı şekilde devletin çizdiği sınırlar içinde söz söylemeye kalktığınız zaman ileriki bir dönemde size ne söyleyip söylemeyeceğinize dair karar verme mekanizması olarak karşınızda duracaktır. Bunu önleme şekli de sözden taviz vermemektir. Zaten siz insan haklarına dair birini söyleyip diğerini söylemekten çekinceye düştüyseniz insan haklarının kendisine de aykırı bir durum gerçekleştiriyorsunuz demektir. Çünkü haklardan söz ediyorsanız devletin üzerinde bir şey söylüyorsunuzdur” ifadelerini kullandı.
 
‘Hak savunusuna dair söz söylemek önemli’
 
İnsan haklarını savunmanın, yaşamın tamamını savunmak anlamına geldiğini söyleyen Deniz, yaşamakla ilgili tüm savunuların aslında insan hakları üzerinden büyütüldüğü için insan haklarını savunmanın kıymetli olduğunun altını çizdi. Deniz, hak savunusunun Meclis’te politika yapmak türünden amacının olmadığını, insan yaşamına değmek ve yaşamının iyi bir şekilde sağlayabilmek adına çalışmalar yürütmek olduğunu sözlerine ekledi. Deniz şöyle devam etti: “Bu yüzden hak savunusuna dair söz söyleyebilmek önemli, çünkü iktidarlar ne olursa olsun bu insan haklarıyla var olmaya devam edersiniz. Diğer türlü sadece haklarınızın ihlal edildiği ortamlarda var olursunuz. Hak ihlal olduktan sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü haklara dair mücadele etmişizdir ve haklar ortaya çıkmıştır. İnsan haklarının ancak ihlallere karşı mücadele ederek devam ettirebiliriz.”
 
‘İnsan hakları her alan için bir ölçüdür’
 
İnsan haklarının evrensel bir ölçü olduğunu dile getiren Deniz, hangi devlette ve toplumda olursa olsun o kavramların herkes için her zaman geçerli olması gerektiğini ifade etti. Öncelikle herkesin programına insan haklarını alarak hareket etmesi gerektiğini kaydeden Deniz, “Bir siyasetçiyseniz insan hakları perspektifinden siyasetinizi yürütmeniz gerekiyor. İnsan hakları savunucusuysanız sözünüzü söylediğiniz alanı genişletmeye çalışmanız gerekiyor. Bunu herkese bir şekilde iletmeniz ve birlikte bir şeyleri savunmanız gerekiyor; Çünkü biz burada insan hakları savunuculuğu yaparken çalışma hakları konusunda, kadın hakları çalışmaları da yürütüyoruz” dedi. 
 
‘Tekçi zihniyetle kuşatılmış bir kuşakla karşı karşıyayız’
 
Okullarda insan haklarına dair müfredatlar yer alsa da kimlerin nasıl öğrettiğini bilemediklerini belirten Deniz, insan hakları bakış açısının eksik verildiğini dile getirdi. Bunun da devletin sorumluluğunda olduğunu ancak yerine getirmediğini kaydeden Deniz şu ifadeleri kullandı: “Bunun için STÖ ve sendika gibi örgütlerin daha çok çalışması gerekiyor. Çünkü biz ilerde belki bundan 10 sene önce çok daha fazla insanı böyle kurumlarda görebilirken 10 sene sonra kimseyi görememe tehlikesiyle karşı karşıyayız. Çünkü insan hakları bilincinin yerleşmesi gereken bir durumda olmamıza rağmen tekçi zihniyetle kuşatılmış ve onlara maruz kalarak büyütülmüş bir kuşakla karşı karşıyayız. Ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte bir çalışma yürütmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Bunun hem sokak eylemlerinin hem de farklı eğitim yöntemlerinin kullanılmasıyla sağlanabileceğini düşünüyorum. Bu da biraz daha fazla ve bütünlüklü bir çalışma ile sağlanabilir.”
 
‘Bireyci toplum imalatı’
 
İnsan haklarının var olmadığı bir sistemin, bireyci bir toplumun ortaya çıkarıldığına işaret eden Deniz, toplumda ‘benim başına gelmesin de kimin başına gelirse gelsin’ zihniyetinin oluştuğuna dikkat çekti. Bu zihniyetin devlet politikasından ayrı olmadığını söyleyen Deniz, “Örneğin bundan önceki süreçlerde kadına yönelik şiddeti sokağınızda gördüğünüzde daha tepkisel bir durumla karşılaşırken şimdi azaldı. Dayatılan tekçiliğin dışında kalanlar yalnızlaştırdılar, korkutuldular ve sindirildiler. Bu da insan haklarından bihaber, insan haklarının çalışma yöntemlerini bilmeyen veya korkan bir kitle toplumunu ortaya çıkardı. Aslında bir toplum imalatından bahsediyorum. İnsan hakları savunusu yapmak ciddi bir iş ve bu cesaretin kırıldığını düşünüyorum. Ama hala dayanışmayı örenleri görüyorum. Hasta mahpuslarla ilgili çalışmaları görüyorum bu da farklı bir kıymeti gösteriyor bizim için” diye konuştu.