Yasaklara karşı mücadeleleri sürecek

  • 09:02 21 Eylül 2023
  • Güncel
 
 
Zelal Tunç
 
WAN - Wan Valisi’nin kesintisiz “etkinlik yasakları” gerekçesiyle katıldığı açıklama sırasında polis şiddetine maruz kalarak gözaltına alınan ve sonrasında hakkında açılan davadan beraat eden TİHV Wan Temsilci Sekreteri Sevim Çiçek, “Burada kanunsuz, hukuksuz, keyfi ve idari mülki amirinin kendi yetkisi dışında, kendi yetkisini aşan hukuksuz bir işleme karşı verdiğimiz bir mücadeleydi” dedi. 
 
Kurdistan ve Türkiye’de Olağan üstü Hal’in (OHAL) ilan edildiği 2016 yılından bu yana mülki amirleri ve polisin demokratik bir hak olan “Toplantı, gösteri ve yürüyüş” hakkına yönelik keyfi uygulamaları ve müdahaleleri sonucu binlerce kişi hakkında davalar açıldı. Açılan davalar kapsamında uzun yıllar yargı mekanizmasının bir korku aracı olarak kullanılmasıyla, kontrol altına alınmaya çalışılan Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) üyeleri, kadın örgütleri, bağımsız feminist aktivistler, demokratik kitle örgütlerinin itirazları da sürüyor. Wan’da 6 yıldır aralıksız bir şekilde uygulanan valiliğin “eylem etkinlik yasakları” kapsamında gösteri, yürüyüş ve basın açıklamalarına müdahalesi ile onlarca kişi hakkında açılan soruşturmalar kapsamında yargılanmalar söz konusu. Söz konusu “yasak” kararları değişen valilerce bu kez kentin belli caddelerinde etkinliklere “izin verilmesiyle” sürdürülmeye çalışıldı.
 
Abluka, TOMA, gözaltı aracıyla kamuoyuna yansıması engelleniyor
 
Valilikçe eylem ve etkinliğe izin verilen kentin cadde ve parkları ise etkinliği düzenleyecek olan kurum, kuruluş, siyasi parti, demokratik kitle örgütleri ve kadın hareketleri ise “izin ve bildirime” tabi tutuldu. Bu kez de izin verilen cadde, sokak ve parkın önü ise polislerce ablukaya alınırken, katılımcılar da aramadan geçiriliyor. Yine etkinliğin yapılacağı alanın etrafı ise gözaltı otobüsleri, TOMA’larla kapatılıyor. 
 
Valilikçe alınan “yasak” kararları sırasında katıldıkları bir etkinlikte polis şiddetine maruz kalarak gözaltına alınan onlarca kişiden biri olan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) Wan Temsilciliği Sekreteri Sevim Çiçek ve başvuru doktoru Hüseyin Yaviç’in iki yıldır yargılandıkları davadan beraat kararı çıktı. Verilen beraat kararı “emsal” niteliği taşırken, iki yıldır süren yargılamaların ve kentte valiliğin “yasak” kararları nedeniyle de onlarca başvurucunun karşı karşıya kaldığı ihlalleri , ihmalleri raporlayan TİHV Wan Temsilciliği Sekreteri olarak görev yapan Sevim, ajansımıza konuştu. 
 
‘Valinin ‘yasak’ kararı sadece bir kesim için uyulandı’
 
Yargılanmalarına gerekçe olarak sunulan “suç” durumunun aslında anayasal haklarının kullanımı olduğunu kaydeden Sevim, Wan’da Türkiye’de benzeri olmayan bir uygulamanın devrede olduğuna işaret etti. Sevim, “Wan’da yaklaşık 6 yıl süresi içerisinde defalarca vali değişmesine rağmen bir gelenek olarak değişmeyen art arda yapılan yasaklama kararı. Alınan yasaklama kararlarıyla yurttaşların her türlü demokratik toplanma, örgütlenme hakları engelleniyor. İfade ve düşünce hakkı bu kentte kullanılamıyordu, kullanılmasına izin verilmiyordu. Bu yasak kararı herkes için değil, sadece bir kesim için kullanılamıyordu. Eleştirel bakan, kurum, kişi, parti ve siyasi temsilciler veya muhalefet diyebileceğimiz kesimlere 6 yıl boyunca etkinlik ‘yasak’tı fakat iktidara yakın söz söyleyen veya iktidarın kendi çalışmalarına ilişkin böyle bir yasak söz konusu bile değildi” dedi.
 
‘Bir kesim polislerin tüm tedbiriyle etkinlik yapabiliyor’
 
Gelinen süreç içinde her haklarının yasaklandığını vurgulayan Sevim, “Bu yok sayma hukuksuz ve kanun dışı yapılırken, aynı zamanda ikircikli bir durum söz konusuydu. Başka kesimler polislerin kolaylaştırıcılığıyla rahatlıkla her eylemi yapabilirken, bizim en ufak açıklamamıza dahi saldırı, engelleme söz konusu. Açıklamalar, eylemler kamuoyunun tepkilerini gösterebilmesinin aracıdır. Kamuoyu oluşturmak için veya bu noktada kendi sözünü söylemek için kullanabileceğiniz hak budur. Alan burasıdır. Peki, kullanılabiliyor mu? Hayır kullanılamıyor” ifadelerine yer verdi.
 
‘Yasak kararı hukuki değil, keyfidir’
 
Sevim, bir buçuk milyon yurttaşın 6 yıldır en temel hakkından dahi faydalanamadığının altını çizerek, Türkiye’de benzeri olmayan bir durum olduğuna değindi. Konuya, Türkiye Tabipler Odası Birliği (TTOB) tarafından Türkiye genelinde yapılacak basın açıklamasını örnek veren Sevim, “Bir meslektaşlarının yaşamını yitirmesine ilişkin açıklama yapılacaktı. TTOB’nin etkinliğinin gerçekleşeceği alan onların çalışma alanlarıydı. İlgili bakanlığa daha iyi çalışma koşullarının sağlanması, alandaki ihlallerin özlük haklarının veya çalışma koşullarının iyileştirilmesi için çağrı yapılacaktı. Tüm Türkiye’de bu eylem kararı çeşitli etkinliklerle protesto edilirken, Wan’da açıklamaya izin verilmedi ve gözaltına alınanlar oldu. Açıklamanın engellendiği tek il Wan’dı” diyerek, Van Valisi’nin keyfi kararlarına dikkat çekti.
 
‘Hukuksuzluğa karşı yürüttüğümüz bir mücadele’
 
Gözaltılara karşı daha sonra bir eylem yapmak istediklerini ancak bunun da engellendiğini ve kendilerine müdahale edildiğini söyleyen Sevim, şiddete uğrayarak gözaltına alındıklarının altını çizdi. Sevim, “Gözaltı işleminden sonra da bizlere dava açıldı. Bu davalardan sonra da tüm duruşmalara kesintisiz katıldık. Bizler için davaya katılım önemliydi; çünkü biz suç işlememiştik ve en temel hakkımız olan gösteri yürüyüş hakkımızı kullanmıştık. Burada kanunsuz, hukuksuz, keyfi ve idari mülkü amirinin kendi yetkisi dışında kendi yetkisini aşan hukuksuz bir işleme karşı verdiğimiz bir mücadeleydi. Tüm duruşmalarımız STK’leri, hukuk örgütleri, demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle karşılaştık” dedi.
 
İki yıldır süren yargılanma süreci için Sevim, “Tüm duruşmalarda hepimiz ısrarla burada yargılananın temel haklar olduğunu, suçu bizim işlemediğimiz, bu suçu İdari Mülkü Amiri’nin işlediğini belirtiyorduk. Kolluğun aslında bu kanunsuz emirle suç işlediğini, hakkımızın kullanımının önüne geçildiğini, dolayısıyla hızlı bir şekilde bir beraat kararının verilmesi gerektiğini, bireysel bir suçmuş gibi algılanamayacağını defalarca dile getirdik. Hukuki tahribata ilişkin sözümüzü tüm duruşmalarda söyledik. Yaklaşık iki yıldır süren bu yargılama süreci en son görülen duruşmada mütalaa verilerek beraatımıza karar verdi. Geç de olsa bu kararın hukuka aykırı olduğu kararının çıkması sevindirici bir durum” diye belirtti. 
 
‘Yasakların hukuka uygun algısının kırılması gerekiyor’
 
Sevim, bundan sonraki süreçte valilik ve ilgili kolluğun alınan bu karara göre hareket etmesini umduklarını kaydederek, “Anayasa Mahkemesi’nin de yasaklama kararına dair kararları var. Cumartesi Anneleri’nin her Cumartesi Galatasaray Meydanı’nda yapmak istediği etkinliğin engellenmesine dönük Wan’da İHD’nin destek amaçlı başlattığı etkinlik Valilikçe yasaklanıyor. Beyoğlu Kaymakamlığı’nın aldığı karar ile Van Valisi’nin aldığı kararlar çok farklı kararlar değil. Anayasa Mahkemesi bu kararları tanımıyor. Uluslararası sözleşmeler bu kararları tanımıyor. Kendilerinin yetkilerini aşan bir pratik, bir uygulama var. Valilik aldığı bu kararlarla meşruluğunu yitirmiş durumda. Kanuni, yasal, hukuki olan kararlara uygulamanın bir zorunlulukmuş, yasaya uygunmuş gibi yaratılmak istenen algının kırılması gerekiyor. Israrla haklarımız için mücadele etmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
 
‘Beraat kararlarına karşı valilik yasayı bükme çabası’
 
Bu süreçte Van Valisi’nin uygulamalarının değişmediğine işaret eden Sevim, “Bu uygulamaya dönük 
Wan Barosu’nda bulunan bir arkadaşın bireysel bir başvurusu vardı. Ona da ‘Anayasa’ya aykırı’ diye bir karar verilmişti. Ancak valilik sürekli yasayı bükme, bir yerden açığını bulup, başka bir ihlal, başka bir yasaklamaya ‘nasıl çevirebilirim’ pratiği var. Yaklaşık 6 yıllık eylem etkinlik yasaklarından ‘vazgeçiyormuş’ gibi yapıp bu kez de yeni bir uygulamayla neredeyse kentte en işlek ve kamuoyu oluşturabileceğiniz bütün alanları toplantı, gösteri ve yürüyüş etkinliğine yasakladı. Bu kez bina önlerinde açıklama yapıyoruz ama onu da ablukayla halka ulaşmasını engelliyorlar. O olmazsa getirdikleri gözaltı araçları ve yüksek boyutlu araçlarla kitle görünmeyecek şekilde kapatmaya çalışıyorlar. Bu araçların sesleri sürekli yükseltilerek sesimizin neredeyse dışarıya ulaşması engelleniyor” sözlerine yer verdi.
 
‘Mülkü amirler, kolluk kuvvetleri kime bağlı?’
 
Valilerin, yapılacak açıklamayı beğenmeyebileceklerini, hatta siyasi düşüncelerine de uygun olmayabileceğini ancak yasaklama kararı veremeyeceğinin altını çizen Sevim, “Zaten demokratik toplumlarda böyle bir şey yok. Bu etkinliklerin ne şekilde nasıl gerçekleştirileceği kanunla da belirlenmiştir. O koltukta oturan insanların görevlerini yerine getirirken, hangi ilkeler hangi esaslar ne şekilde getirdikleri bellidir. Aslında bunlar kanunla da belirlenmiştir. Siyasal iktidara destek çıkması gibi söylenen lafların söylenmemesi gibi bir yetkisi yok. Bu ülkede idari mülkü amirleri ve kolluk kuvvetleri bu ülkede hangi kuruma bağlı olduğuna dair kafamızda soru işaretleri var.  Topluma ilişkin bir işleyişleri yok. Ya da kararlar uygulamalar keyfi bir şekilde işleniyor” dedi.
 
‘Suç işliyorlar…’
 
Sevim, sözlerine son olarak şunları ekledi: “Son süreçte neredeyse ülkenin her yanının açık bir işkencehaneye dönüştüğüne tanıklık ediyoruz. Artık bundan imtina etmiyorlar, bundan rahatsızlık duymuyorlar. Neden etmiyorlar? Çünkü sistem böyle işlediğinde yani cezasızlık politikaları, keyfi uygulamaya karşı, yargılama izni veriliyor. Yargı gerektiği gibi işlemediğinden aynı şekilde bu keyfi uygulamalar devam ediyor. Ama suç işliyorlar. Bugün için belki bu sürecin sonsuza dek böyle gidebilir düşüncesi hakimdir. Ancak böyle olmadığının bir sürü örneği var. Baskı, korku, yıldırma yani yasa dışı uygulamalar ile çok uzun süre devam etmedi. 80 darbesinden sonra 43’üncü yılıydı. Şunu görüyoruz sanki 80’lerdeki o darbe yıllarına, o insanlık dışı yaşanılan o süreçlere bir özlem var gibi. Özellikle kamu gücünü elinde bulunduran kişilerin yaptıkları o günlere dair bir özlem. O günlerin yeniden yaşanılması gibi bir şey içeriyor. Ama şunu unutmamak lazım; o dönemler karanlık dönemlerdi. Çok ağır bedeller verildi. Fakat bugün bir utanç abidesi şeklinde, askeri darbe bu dönemde raporlanıyor, yargılanıyor. O karanlık sürece dair aslında bir yüzleşme ihtiyacı da duyuluyor. Bu günler içinde böyle olacaktır. Sonsuza kadar böyle gitmeyecek. Yapılan bu hukuksuz uygulamalarla örtbas edilmeyecek. Orada bir askeri darbe olması burada bir sivil yönetimin olması uygulamalar açsından bir fark yoksa, çokta bir birinden ayrı düşünmemek lazım. Demokrasi onların fikirleri dışında düşünen, farklı kimlikler, farklı cinsiyet yönelimlerine her türlü zulmü yapma hakkı tanımıyor.”