‘Lozan’ı reddetmek Kürtlere takılmış prangayı reddetmektir!’

  • 09:01 31 Temmuz 2023
  • Güncel
Marta Sömek
 
İSTANBUL - AKP-MHP iktidarının, 100’üncü yılında Lozan’dan aldığı “ruhu” devam ettireceğini gösterdiğini belirten Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Çiçek Otlu, “Lozan Anlaşması’nı reddetmek demek, Kürt ulusuna takılmış prangayı reddetmek demektir. Aynı zamanda eşitlik ve özgürlük mücadelesini savunmak demektir. Bizi köleleştiren, yok sayan, asimile ve inkar eden, tekçiliği savunan tüm anlaşmaları da reddettiğimizin beyanı olmuştur yapılan konferanslarımız” mesajı verdi.
  
İsviçre’nin Lozan kentinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında imzalanan Anlaşma’nın üzerinden 100 yıl geçti. Kürt ve Hıristiyan halklara “Türkleştirme”, inkar, imha ve asimilasyon politikalarını “barış” adı altında meşrulaştıran anlaşma ile 100 yıl boyunca soykırım ve katliamlar da birbirini izledi. Kurdistan, Türkiye ve dünyanın dört bir yanında her kesimden halklar, düzenlenen çalıştay, konferans, panel ve çeşitli etkinliklerle Lozan’ın 100’üncü yılında yaptıkları tartışmalarla talep ve çağrılarını paylaştı.
 
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) İstanbul Milletvekili Çiçek Otlu, 100 yıllık Lozan politikaları ile AKP-MHP iktidarının anlaşmanın devam niteliğindeki “benzer” politikalarını değerlendirdi.
 
‘Tek ulusçuluk
 
Lozan’da Osmanlı mantığıyla hareket eden bir Türk devletiyle karşı karşıya kalındığını belirten Çiçek, “Çünkü Türk devleti kurulmadan önce çok büyük bir Ermeni Soykırımı gerçekleşmişti. Ve bu Ermeni Soykırımı bir mesaj veriyordu, ‘bu topraklarda azınlıklara ve farklı uluslara yer yoktur’ diyordu” dedi. Daha önceki dönemde de Osmanlı’nın çok büyük bir Alevi katliamı yaptığını söyleyen Çiçek, “Bu iki şey bize hangi yolu izleyeceklerini gösteriyordu” sözlerini kullandı. İsmet İnönü’nün Lozan görüşmelerinde İngiltere ve Fransa gibi ülkelere, “Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak geldim” dediğini aktaran Çiçek, “Anlaşmadan çıkan iki tane sonuç olmuştu. Birincisi Türkiye'yi mali sömürge yapacakları, ikincisi de bu topraklarda hiçbir ulusa yer vermeyecekleriydi. İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkeler Ortadoğu'da bir paylaşım savaşına girmişlerdi. Bu paylaşım savaşında da en önemli şey Kürdistan'ın dört parçaya bölünmesi ve ulusal birliğinin ortadan kaldırılması anlayışında hepsi mutabakata varmıştı. Yani İsmet İnönü ne kadar, ‘Ben Türklerin ve Kürtlerin temsilcisiyim diyerek masaya otursa da, tek bir ulusun temsilcisi olarak kalktı. Türklerin temsilcisi olarak kalktı ve bu kalkışla birlikte tekleşme politikasını epeyce izleyeceklerini gösterdi” değerlendirmesini yaptı.
 
‘Kürtlerin imhası üzerine kurulmuş bir devlet’
 
Bu politikanın ardından ise “kanlı” bir sürece girildiğini dile getiren Çiçek, “Özellikle Şeyh Sait isyanı, Dersim isyanı Kürtler bakımından isyan politikası izlenmesini çok kanlı ve katliamla bastırdı. Binlerce insanı katletti, sürgüne yolladı. Ve Şark Islahat Planı gibi belki de Kürtlere en büyük asimilasyonu uygulatan planı hayata geçirmeye başladılar. Baktığımızda hala bu plan devam ediyor. Kimi dönem geriye düşse kimi dönem ilerlese de bizim bu dönemde gördüğümüz tek bir şey var, Kürtlerin imhası, asimilasyonu üzerine kurulmuş bir devletle karşı karşıyayız” yorumunu yaptı.
 
‘Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük politikalar…
 
Daha sonrasında da bir dizi katliam yaşandığını ifade eden Çiçek, “Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin yükselmesi, serhildanların büyümesi üzerine özellikle demokratik Alevi hareketinin Kürt Özgürlük Hareketiyle buluşmaması için Maraş, Sivas, Çorum Katliamlarını gerçekleştirdi 78’li yıllarda. Ve Sonrasında yine 90’lı yıllara baktığımızda özellikle Kürt Özgürlük Hareketi serhildanlarının büyümesi, Kürt ulusuna statü hakkını istemesi, ulusal birliği savunması üzerine ve halkın da örgütlülük gücüne kavuşmasıyla birlikte demokratik Alevi hareketinin de Kürt özgürlük hareketiyle birlikte hareket etmesi Türk devleti bakımından iki hareketin ayrışması gerektiğini tartıştı. Ve bir tane plan oluşturdu. Bu planda da Sivas Katliamı’nı yaparak Kürt özgürlük hareketiyle Alevi hareketinin buluşmamasını sağladı. AKP iktidarının tarihine gelene kadar baktığımızda katliamlarla doludur” şeklinde konuştu.
 
Katliamlar hem içeride hem dışarıda!
 
Devletin yalnızca dışarıda katliam yapmadığını aynı zamanda 1980 12 Eylül darbesi sonrası cezaevlerinde de çokça katliam gerçekleştirdiğini belirten Çiçek, “Biz Amed zindanında yaşananları çok iyi biliyoruz. Kürt halkını teslim almaya çalışması, oradaki tüm tutsakları biat ettirmeye çalışması karşısında tutsakların birçoğu bir süre sonra direnişe geçmiş. 14 Temmuz’da ölüm orucunda şehit düşen arkadaşlar olmuştu. Sakine Cansız direnişin sembolüdür bu dönem bakımından. Sadece dışarıda inkar ve asimilasyon değil, hapishanelerde de bir yok etme ve katliam politikası izlemiştir. Bu katliam politikasına 90’lı yıllarda da devam etmiştir. Yani Türkiye devrimci hareketini ölüm orucuyla ama aynı zamanda 96’da Amed'de tutsakları döve döve katletmiştir bu devlet. İki tane politika izliyor bu dönem bakımından” ifadelerini kullandı.
 
‘Ulusal birliği önlemek istedi’
 
Devletin Lozan Anlaşması doğrultusunda Kürt halkına tekçi bir zihniyet dayattığını söyleyen Çiçek, “Tek bir dil ve ulus vardır diyerek tüm bunun dışındaki ulusları, dilleri ve inançları yok sayan bir devletle karşı karşıya olduğumuzu görmek gerekiyor. Buradaki bütün politika, Türk devleti bakımından, Kürdistan'ı dört parçaya bölmek ve bu dört parçada da bunun ulusal birliğini engellemek üzerinedir. Bu dönem bakımından da bu ulusal birliğin önlenme politikası hala devam ediyor. Kimi zaman referandumlara müdahale etmiştir. Kimi zaman Rojova Devrimi’nin tasfiye edilmesi ve boğulması üzerine orayı sürekli işgale yönelmiştir. Bakur Kürdistan'ında da tüm politikaların ulusal özgürlük politikalarının hayata geçmemesi için ya katliam yapmıştır ya da tutuklama, gözaltı ve imha asimilasyon politikalarını izlemiştir. Lozan'ın bize gösterdiği şudur, işgalci, sömürgeci bir politikayla ancak sen Lozan Anlaşması'nı hayata geçirebilirsin. Ve Türk devletinin oluşturduğumuz bu kodlarını böyle devam ettirebilirsin demiştir. Ve bu yüzyıl boyunca da bunu devam ettirmiştir. AKP iktidarı da bundan hiç vazgeçmemiştir” dedi.
 
 
AKP-MHP iktidarı neler mi yaptı?...
 
Çiçek, AKP-MHP iktidarının Lozan ile “benzer” politikalarını şu sözlerle değerlendirdi: “İlk iktidara geldiğinde kendisi bakımından demokrat gözükse de, 2015’te özellikle Suruç Katliamı sonrası ve 7 Haziran'da aldığı siyasi yenilgiyle birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’ni çökertme planı oluşturmuştur. Müzakereden vazgeçmiştir, Dolmabahçe’de oluşturduğu anlaşmayı reddetmiştir. Ve anayasadaki dört maddenin asla değişmeyeceğini, bu topraklarda Kürtlere hiçbir hak tanımayacağını, ulusal statüsünü ve Kürt dilini kabul etmediğini söylemiştir. 2015’ten sonra da çok büyük bir çökertme planı ve saldırı konseptine girmiştir. 2016’daki 15 Temmuz OHAL darbesiyle birlikte bu saldırganlık düzeyi artmıştır. Polis şiddeti, gözaltı, tutuklama terörü inanılmaz artış göstermişti. Belediyelerimize atanan kayyımlar, HDP eşbaşkanlarının, milletvekillerinin tutuklanması aynı zamanda Kürt halkının örgütlülüğünün tasfiyesi anlamına gelmektedir. Bu süreçte on binlerce insan gözaltına alınıp tutuklanmış ve bir örgütün tasfiye edilmesi üzerine kurulmuştur. Halkların hiçbir talebini yerine getirmemesi üzerine kurulu bir düzenle karşı karşıyayız. 
 
Lozan’dan aldığı ruhu da devam edeceğini gösteriyor
 
Özyönetim direnişlerine çok vahşice saldırmış, yüzlerce insanı katletmiştir. Ve asla Kürt ulusunun herhangi bir talebini kabul etmeyeceğini beyan etmiştir. Şimdi de cumhuriyetin ikinci yüzyılında ve 2023 seçimleri sonrası da bu saldırgan politikaya ve Lozan’dan aldığı ruhu da devam edeceğini gösteriyor. Son dönemde ilk başta gazetecileri gözaltına alıp tutukluyor. Çünkü gerçeklerin haber olmasını, halkın politik olarak örgütlenmesini istemiyor. 2911’den, tweet attığı için insanları tutukluyor ve herkese bir gözdağı veriyor. Bu süreçte Alevi halkının da taleplerini asla kabul etmemiştir. Bu topraklarda Hıristiyanların da Alevilerin de Kürtlerin, Arapların, Lazların, Çerkezlerin de yaşama hakkı olmadığını söylüyor.”
 
Mesaj net: Direnmeye devam edilecek!
 
Tüm bu politikalara karşı Lozan Anlaşması’nın 100’üncü yıl dönümünde ise yapılan etkinlik ve tartışmalarda, “Kürtler vardır” mesajının verildiğini vurgulayan Çiçek, “Sen 100 yıldır ne kadar inkar edersen et, Kürt ulusu kendi özgürlüğü için bugüne kadar mücadele etmiştir, dört parçada ulusal birliğini savunmaya devam edecektir. Emperyalistler bakımından bir mali sömürge olabilirsin Türk devleti olarak ama Kürtler hiç kimsenin sömürgesi olmayı kabul etmeyecektir demiştir. Bunu en güzel Rojava Devrimi’nde göstermiştir. Bunu en iyi Rojhilat’ta, İran’da ‘Jin jiyan azadî’ sloganıyla büyüyen kadın isyanının toplumsal bir isyana dönüşmesiyle göstermiştir. Ya da Bakur Kürdistanı’nda hala direnmeye, kendi ulusal statüsünü istemeye, örgütlülüğünü ve gücünü devam ettirmeye, dilini konuşma talebini yükseltme mesajını vermiştir. Biz her yerdeyiz ve her yerde olmaya devam edeceğiz. Kendi haklarımız için mücadele etmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
 
‘Kürt ulusuna takılmış prangayı reddetmek…’
 
Uluslararası düzeyde yapılan Lozan etkinliklerine dört parça Kurdistan’dan tüm Kürt halkının katıldığını ve ulusal birliğin ne kadar önemli olduğunu gösterdiğinin altını çizen Çiçek, “O açılardan önemini kavramak gerekiyor. Yani Lozan Anlaşması’nı reddetmek demek, Kürt ulusuna takılmış prangayı reddetmek demektir. Aynı zamanda eşitlik ve özgürlük mücadelesini savunmak demektir. İkinci yüzyıla girerken, 21’inci yüzyılın ilk yıllarında bir Rojava Devrimi gerçekleşti. Sonrasında da Rojhilat’ta da bir halk isyanı gerçekleşti. Demek ki 21’inci yüzyılı, hem özgürlüklerin yüzyılı hem Kürtlerin yüzyılı hem de toplumsal hareketlerin yüzyılı olarak görmek ve hareket etmek gerekiyor. Bizi köleleştiren, yok sayan, asimile ve inkar eden, tekçiliği savunan tüm anlaşmaları da reddettiğimizin beyanı olmuştur yapılan konferanslarımız” mesajını verdi.