Gazeteciler: Basın özgürlüğünün yolu ortak mücadelede

  • 09:02 23 Temmuz 2023
  • Güncel
Rozerin Gültekin
 
İSTANBUL - Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü’nün 115’inci yılında, Türkiye’de hakikatin karartılmaya çalışıldığını belirten gazeteci ve emek meslek örgütü temsilcileri, basın özgürlüğünün yolunun ortak mücadeleden geçtiğinin altını çizdi. 
 
Tarih 24 Temmuz 1908’i gösterdiğinde gazeteciler, gazetelerini sansür kuruluna göstermeme ve sansür memurlarını bürolarına almama kararı aldı. Bu olayın ardından 1948’de ise 24 Temmuz günü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kararıyla “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” olarak ilan edildi. O tarihten bu yana gazeteciler hakikati halka ulaştırmak için basın özgürlüğü için tüm baskı ve zorluklara rağmen mücadele ediyor. 24 Temmuz’un mücadele günü ilan edilmesinin üzerinden tam 115 yıl geçti. O tarihten bu yana ise AKP-MHP iktidarı ile kangrenleşen bir hal alan “basın özgürsüzlüğü” de yeni bir boyuta evrildi.
 
Özgür basın baş eğmiyor!
 
İktidarın basına dönük “yaklaşımı”, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) hazırladığı 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde, Türkiye’nin 180 ülke içerisinde 165'inci sırada yer almasıyla dahi açığa çıkıyor. Başta özgür basın olmak üzere muhalif olan tüm basın organlarına saldıran iktidar, gazetecilerin mesleki faaliyetlerini “suçlama” konusu yaparak, gözaltı ve tutuklamalarla yıldırmaya çalışıyor. Yine havuz medya da, gazetecileri kriminalize ederek yaşananları çarpıtıyor. Ancak tüm bu politikalar karşısında özgür basın emekçileri, ne hakikati yazmaktan ne de baskılar karşısında mesleklerini sürdürmekten vazgeçmiyor.
 
Türkiye Basın Yayın ve Matbaa Çalışanları Sendikası (DİSK-Basın İş) Yönetim Kurulu üyesi Elif Akgül ile Agence France-Press (AFP) muhabiri Eylül Deniz Yaşar, basın özgürlüğünün Türkiye’de ne kadar yaşatılabildiğine ilişkin JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu.
 
Devlet geleneği özgür basını engelleyemedi!
 
Sansürün kaldırılışının yıl dönümü olan 24 Temmuz 1908 tarihinin üzerinden 115 yıl geçtiğini ancak Türkiye’de hala yoğun bir sansür uygulandığını vurgulayan DİSK-Basın İş Yönetim Kurulu üyesi Elif Akgül, “Türkiye’de basın özgürlüğü hiçbir zaman olmadı. Basın hep baskı altındaydı. Bu zamana, diğer baskı geleneklerinin üzerine inşa edilerek gelindi. 1950’lerden 90’lara, muhalif ve Kürt basınına yönelik uygulanan politikalardan öğrenilen ve tüm medyaya yayılan bir devlet geleneği. Medya sahiplerini değiştirdiler ve havuz medya ortaya çıktı. Sendikasızlaşma başlatıldı” ifadelerini kullandı. Geçmiş pratiklerinden ders alan ve yeni güncellemelere göre kendini biçimlendiren bir baskı mekanizması ile karşı karşıya olduklarını belirten Elif, “Bunlara karşı muhalif medya arttı. Her şeye rağmen gazeteciler üretmeye devam ediyor. En önemli örnekleri olarak Kürt medyası, özgür basın geleneği, sosyalist medya geleneği var” dedi.
 
Okuyuculara haber alma hakkına sahip çıkma çağrısı
 
İktidarın gazetecilik mesleğini yok etmeye çalıştığının altını çizen Elif, yalnızca kendi “reklamını yapacak” bir medya ortamı yaratmak istediğini dile getirdi. Suya sabuna dokunmayan bir medya ortamı yaratılmaya çalışıldığını ifade eden Elif, “İktidarın derdinin halkın haber alma hakkı ile olduğunu biliyoruz. Kimse hakikati öğrenmesin istiyor. Bunun yolu da haber verenlerin ortadan kaldırılmasından geçiyor. Kendi çıkarı doğrultusunda üretebileceği bir toplum tahayyül ediyor. AKP'nin iktidara geldiğinden beri hedef aldığı kişiler gazeteciler. 2002’den bu yana Erdoğan'ın ve bakanların söylemleri ile bir fiil gazeteciler hedef alınıyor. Gazeteciliği ortadan kaldırınca hakikati de ortadan kaldıracaklarını düşünüyorlar. Okuyucunun haber alma hakkına, hakikate sahip çıkması gerekiyor. Bunlara karşı beraber mücadele etmek gerekiyor” çağrısında bulundu.
 
‘Meslektaşlar olarak birlikte örgütlenmeliyiz’
 
Basın özgürlüğünün sağlanması ile gazeteciliğin sürdürülebilmesi için sendikalaşmanın büyük bir önem taşıdığını aktaran Elif, “Meslektaşlar olarak birlikte örgütlenmemiz gerekiyor. Sendika olarak bizim mücadelemiz her yerde sürüyor. Haber kuruluşlarında yarın başıma ne gelecek diye düşünmeden, gazetecilerin haber yapabilmesi için sendikalaşmayı teşvik etmesi gerekiyor. Dezenformasyon yasasının kaldırılması gerekiyor. Özgür bir internet ortamının yaratılması gerekiyor. Basın kanununun daha kapsayıcı olması gerekiyor. Basın kartının, devlet eliyle basın örgütleri tarafından verilmesi gerekiyor” sözlerini kullandı.
 
‘Davalar ile susturamadığını katletme ile susturan algı…’
 
Gazetecilerin cezaevinde bulunduğu bir ülke için basın özgürlüğünden bahsetmenin mümkün olmadığını vurgulayan AFP muhabiri Eylül Deniz Yaşar da, “Basın özgürlüğü dediğimiz şey sahada tamamen polis eliyle kontrol ediliyor. Basın özgürlüğü polis barikatları ile kısıtlanmış durumda” diye konuştu. İnsan hakları hareketliliğinin olduğu yerler ile Kurdistan’da eylemleri takip eden basın emekçilerinin sistematik bir şekilde polis şiddetine maruz kaldığına dikkat çeken Eylül, “Ben de dahil pek çok gazeteci hakkında yaptıkları haberler için davalar açılıyor. Suçlu olduğumuzu kanıtlayamayan savcıların, polis fezlekelerine dayanarak hazırladıkları iddianamelerde de suçlu olduğumuz kanıtlanmamış iken, biz mahkemelerde neden suçlu olmadığımızı kanıtlamaya çalışıyoruz. Gazetecilere gözdağı verilmeye çalışılıyor. Aynı zamanda baskı ve davalar ile susturamadığını da katletme ile susturan algı ile karşı karşıyayız” vurgusunu yaptı.
 
‘Türkiye’nin diktatöryel bir rejimi olduğunu gösteriyor’
 
Eylül, RSF’nin hazırladığı 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye’nin 180 ülke içerisinde 165'inci sırada yer alması ve Gazetecilikte Kadın Koalisyonu'nun (CFWIJ) 2023 yılının ilk 3 ayında kadın gazetecilerin maruz bırakıldığı hak ihlallerine ilişkin hazırladığı raporuna göre Türkiye’nin en çok kadın gazetecinin tutuklu bulunduğu 3’üncü ülke olduğunu hatırlattı. Uluslararası alanda, Türkiye’de basın özgürlüğünün olmayışına dair veri ve raporlamaların olmasının önemli olduğunu kaydeden Eylül, “Erdoğan'ın AB’ye girme gündemi olan ortamda, basın çok önemli bir veri. Basının özgür olmadığı ülkeler en gerici, diktatöryel rejimlerin olduğu yerler. Türkiye’nin bu listede giderek yükselmesi daha diktatöryel bir rejimi olduğunu gösteriyor. Bunlar sadece basınla bağlantılı indeksler değil, Türkiye’deki rejimin niteliğine dair dünyaya bilgi sunuyor. Türkiye’de özgürlüğün ve ifade özgürlüğünün azaldığını gösteriyor” değerlendirmesini yaptı
 
Gazeteciliğe sahip çıkma çağrısı
 
Sarı basın kartının turkuaz basın kartı olarak değiştirilmesiyle beraber artık tüm gazetecilerin saldırılara açık hale getirildiğini söyleyen Eylül, aynı zamanda fiili bir şekilde uygulanan fakat artık yasalaşan dezenformasyon yasasının da tüm kesimler için basın özgürlüğü açısından tehlike oluşturduğuna dikkat çekti. Gazetecilerin, saldırılara açık hale getirilmelerine karşı bir araya gelmesi gerektiği çağrısında bulunan Eylül, “Hakikatin yalanla değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Gerçeğin karalandığı ve yalanın haber olarak öne çıkarıldığı yandaş medya gerçekliği var. Bizim gazetecilere haber verme hakkını savunduğumuz gibi toplumun da haber alma hakkını savunması gerekiyor. Hakikat karartılmaya çalışılıyor. Hafızasızlaştırma saldırısı var. Hafızasız bir toplum yaratılmak isteniyor” sözleriyle gazeteciliğe sahip çıkılması gerektiğinin altını çizdi.