Avukat Rengin Ergül: Adalet Bakanlığı’nın İmralı yanıtı siyasi

  • 09:01 4 Mayıs 2023
  • Güncel
 
Melek Avcı
 
ANKARA - Avukat Rengin Ergül, Abdullah Öcalan’ın aile ve avukat görüşlerinin engellenmesine dair AYM'ye görüş bildiren Adalet Bakanlığı, İmralı'da "kötü muamelenin" olmadığı cevabının yanlış olduğunu söyleyerek, “Adalet Bakanlığı’nın mevcut yasalar çerçevesinde verebileceği bir cevap yok. Siyasal konjonktür içinde verdiği bir cevaptır” dedi. Rengin, CPT’ye ilişkin de İmralı’ya ilişkin hazırladığı raporu kamuoyuna açıklaması gerektiğini söyledi. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan, Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana İmralı Adası’nda  tutuluyor. Abdullah Öcalan, en son kardeşi Mehmet Öcalan ile 25 Mart 2021 tarihinde kısa bir telefon görüşmesi yapabildi. Kesintili telefon görüşmesinden bu yana Abdullah Öcalan ile aynı cezaevinde tutulan Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar’dan hiçbir haber alınamıyor.
 
Tecrit AYM’ye taşındı
 
Avukatlar, 22 Kasım 2021’de Abdullah Öcalan ve cezaevindeki diğer müvekkilleriyle görüşme başvurusu yaptı. Bursa 4’üncü İnfaz Hakimliği, 6 aylık engelleme kararını ileri sürerek, başvuruyu reddetti. Ret kararı Bursa 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından gerekçelendirilmeden 1 Aralık 2021’de kesinleşti. Avukatlar, bunun üzerine 24 Aralık 2021’de ağırlaştırılmış tecrit ve engellemeler nedeniyle müvekkillerinin kötü muameleye maruz kaldığını belirterek, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu. AYM'nin bu başvurulardan 23’üne dair Adalet Bakanlığı’ndan görüş istediği öğrenildi. Bakanlık, avukat yasakları, aile disiplin yasakları, telefon hakkı, Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde İmralı’daki yasaklara ve benzer pek çok konuya dair AYM'ye görüş sundu. AYM, 23 dosyaya dair Asrın Hukuk Bürosu’ndan da görüş talebinde bulundu.
 
 Bakanlık tecridi ‘hafif’ buldu!
 
Bakanlık, avukat ve aile görüşlerinin engellenmesine dair yapılan başvuruya dair 24 Mart'ta AYM’ye sunduğu görüşte mahkeme kararlarına işaret ederek, İmralı'daki tecridin "kötü muamele" olmadığını savundu. Kötü muamelenin “göreceli” olduğunu ileri süren bakanlık, engellemelere dair kararları anımsatarak, tecridi “hafif” buldu ve İmralı'da "kötü muamele" olmadığını iddia etti. 
 
Adalet Bakanlığı’nın verdiği yanıt ve CPT’nin tüm bu tecrit rejimine karşı Eylül ayında İmralı’ya yaptığı ziyaretin yer aldığı raporu açıklamamasına dair Avukat Rengin Ergül değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Adalet Bakanlığı’nın mevcut yasalar çerçevesinde vereceği bir cevap yok’
 
Buna Adalet Bakanlığı’nın görüşü ya da savunması olarak bakmanın mümkün olmadığını söyleyen Rengin, siyasal iktidarların İmralı’ya uyguladığı bir rejim olduğunu söyledi. Rengin, bunun 1999’dan bu yana farklı formlarda uygulandığını belirterek, “Farklı formlarla da uygulansa, uygulanan ağır bir tecrit var. Bu ağır tecridi her zaman yasaların dışında kendi anayasasının, kendi infaz yasasının dışına çıkarak uyguladı. O yüzden Adalet Bakanlığı’nın mevcut yasalar çerçevesinde verebileceği bir cevap yok. Siyasal konjonktür içinde verdiği bir cevaptır. Adalet Bakanlığı’nın kötü muamelenin olmadığı yönündeki yorumu ve kötü muamelenin göreceli olduğu yorumu kesinlikle yanlış. Kötü muamele göreceli değil, buna dair tıbbi ve hukuki belgeler ve değerlendirmeler var. Bunca yıldır İmralı’da uygulanan mutlak iletişimsizlik hali, dış dünyayla kuramadığı iletişim, daha doğrusu dış dünyayla iletişimin kurulması engellenmesi hali kötü muamele anlamına gelir. Bir mahpusun avukatıyla görüşmesi kötü muameleye ilişkin usul güvencelerindendir. Bu usul güvencelerinin yerine getirilmemesi kötü muamele anlamına gelir. Zaten ağırlaştırılmış müebbet rejimi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Öcalan 2 kararı ile birlikte yine kötü muamele anlamına gelir. O yüzden Adalet Bakanlığı’nın ‘kötü muamele olmadığı ve kötü muamelenin göreceli olduğu’ değerlendirmesi yanlış. Ancak biz zaten Adalet Bakanlığı’ndan hukuk çerçevesinde ve uluslararası hukuk nezdinde doyurucu bir cevap vermesini beklemiyoruz. Siyasal konjonktüre bağlı olarak, siyasal iktidara bağlı olarak sürekli başka formlarda uygulanan bir tecrit sistemi devam ediyor” diye konuştu.
 
‘Tavsiyelere uyulmuyorsa rapor açıklama yetkisi var’
 
Adalet Bakanlığı’nın yanıtının dışında uluslararası anlamda işkenceyi önlemek ile görevli olan CPT’nin İmralı raporunu açıklamaması ve inisiyatifin Türkiye’ye bırakılmış olmasını eleştiren Rengin, kurumun tavsiyelerine uymayan bir Türkiye gerçekliği olduğunu hatırlattı. Rengin,  “CPT 11’inci Maddeye atıf yapıyor ama CPT’nin aynı zamanda sözleşmenin 10’uncu maddesinin ikinci fıkrası, sözleşmeye taraf hükümet eğer koşulların iyileştirilmesi noktasında CPT ile uzlaşmıyorsa, CPT’nin adımlarını izlemiyorsa hükümetin rızası beklenmeden raporu açıklama yetkisi var CPT’nin. Aynı zamanda kamuoyunu bilgilendirme yükümlülüğü de var. CPT’nin sözleşmeye taraf devletleri denetleme yükümlülüğü de var. Bugüne kadarki tablodan bizim gördüğümüz Türk hükümetinin CPT’nin tavsiyelerini dinlemedi. CPT, İmralı’daki sistemi bir kötü muamele biçimi olarak tanımladı, mutlak iletişimsizliği tanımladı. Dolayısıyla burada kendi sözleşme standartlarına uymayan ve kendi tespitlerine rağmen tavsiyelerine uymayan bir hükümet söz konusu” ifadelerini kullandı.
 
‘Hükümete adım attıramıyorsa kamuoyunu bilgilendirmek zorunda’
 
Uluslararası kurumların işlevlerini yerine getirmemelerine ilişkin kaygı duyduklarını dile getiren Rengin, şöyle konuştu: “CPT’nin, evet uluslararası bir kurum olarak, CPT’nin hükümetlerle tırnak içinde ‘pazarlık yapma’ yetkisi var. Biz bunu tanıyoruz ve bu pazarlık da adım arttırma, bu pazarlık yetkisinin arka planda yapılmasının en büyük sebebi hükümete adım attırabilme gücüdür. Hükümete adım attıramıyorsa, bu pazarlığın artık anlamı kalmadıysa, CPT de artık hükümete bağlı değildir. Kamuoyunu bilgilendirmek zorundadır. Çünkü uluslararası hukuk nezdinde söylediğimiz işkenceyle ayaklar altına alınan, yalnızca işkence gören kişinin onuru değil, insanlık onurudur. Bütün insanlığı ilgilendirir bir işkence ve kötü muamele. O yüzden bir işkence ve kötü muamele sonlandırılmıyorsa CPT’nin uluslararası kamuoyuna açıklama yapma yükümlülüğü sözleşme nezdinde de uluslararası ilkeler nezdinde de yapılması gereken şeydir. CPT’nin ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, uluslararası kurumların sözleşmelerine dayalı olarak denetim ve yaptırım gücünü etkili kullanmadığı kanaatindeyiz. Kendilerinin sürekli Türk hükümetine dönük ‘kaygı duyuyoruz’ açıklamalarını biz de kendilerine yöneltiyoruz. İşlevlerini yerine getirmeme noktasında CPT’nin de pozisyonundan,  Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de pozisyonundan kaygı duyuyoruz. Bu noktada da hem Türkiye kamuoyunu hem de uluslararası kamuoyunun duyarlı olma noktasında biz hukukçu olarak çalışma yapmaya devam ediyoruz. Çünkü bu kurumların en üst denetim mekanizması kamuoyudur. Biz de kamuoyu ve hukukçular olarak bu süreci takip ediyoruz.
 
Ses çıkarmayanlar bir sonraki hedef
 
Biz insan hakları savunacakları olarak siyasi pozisyonlarımız ne olursa olsun her zaman şunu söylüyoruz düşman hukuku üzerinden bir yasal değişiklik yapıldığında bunun ilk hedefi her zaman Kürtler ve Kürtlerin siyasi özneleri oluyor. Sayın Öcalan gibi ya da HDP’li siyasetçiler gibi buna ses çıkarmadığınız zaman bunun bir sonraki hedefi siz olursunuz diyoruz Türkiye kamuoyuna. Bunu gördük. Bugün seçim yaklaştıkça siyasal iktidarın kendine düşman bellediği bütün siyasi yapılara tek tek operasyon çektiğini kriminalize ettiğini, Türkiye’nin en eski, devletçi partilerinden olan CHP’yi bile kriminalize edecek bir noktaya geldiğini görüyoruz. Bir yasanın geçtiği anda ya da bu uygulamanın işkence sistemi olan İmralı tecridinin cezaevlerine sirayet edeceğini biz her zaman söylüyorduk. Bu artık Türkiye kamuoyuna yansımış durumda. Siyasal iktidar bu konuda adım attığında Türkiye kamuoyunun karşı çıkması gerekiyordu. Kürde yapılana ses çıkarmadığınız zaman sıra size gelecektir her zaman. Kürtlere, siyasi temsilcilerine, lider olarak gördüklerine özne olarak gösterdiklerine uygulanan işkence her zaman hükümetin kazanacağı yeni sistemdir aynı zamanda. Bunun için kamuoyunun ses çıkarması ve karşı çıkması gerekiyor. “