Eren Keskin: Olof Palme Ödülü’nün gerçek sahibi Jina!

  • 09:06 24 Ocak 2023
  • Güncel
 
İSTANBUL - Olof Palme Ödülü’nün bu yılki sahiplerinden yaşamını insan hakları mücadelesine adayan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, “Bu ödülün esas sahibi Mahsa Amini ve onun gibi kadınlar, hepimiziz aslında, aynı barış mücadelesini veren kadınlar. Ve bu yüz yılın sözü de ‘Jin jiyan azadî” dedi.
 
İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin, uzun yıllardan beridir Kurdistan ve Türkiye’de şiddete, tacize, tecavüze ve ayrımcılığa maruz kalan Kürt, Türk, Süryani, Ermeni, Çerkez, Pomak ve birçok halk için mücadele yürütüyor. Eren, maruz kaldığı sayısız ölüm tehdidi, yargılama ve hedef göstermelere karşı ise insan hakları savunuculuğunu sürdürmekten bir kez olsun vazgeçmedi. Barış Anneleri, kadınlar ve LGBTI+’lar için de yıllardır hukuki mücadele yürüten Eren, Cinsel Şiddete Karşı Adli Yardım Derneği’ni kurarak, üst düzey askeri ve yetkili birçok kişinin yargılanmasını sağladı.
 
Ödül sahiplerinden biri oldu
 
Eren, Olof Palme Uluslararası Anlayış ve Ortak Güvenlik için Anma Fonu'nun 1987 yılından bu yana her yıl verdiği Olof Palme Ödülü’nün bu yılki sahiplerinden biri oldu. Ukrayna ve İran'da iki aktivist kadın ile birlikte ödül alan Eren için kuruluşun internet sitesinden, “İnsan haklarının savaş, şiddet ve baskı tehdidiyle karşı karşıya olduğu bir çağda kadınların özgürlüğünü güvence altına almak adına yürütülen mücadele için gösterdikleri çabalardan ötürü ödüle layık görüldü” paylaşımı yapıldı. Eren, 1 Şubat’ta Stockholm konser salonunda yapılacak olan ödül törenine ise 26 yıl 9 ay hapis cezası ve yurt dışı yasağı nedeniyle katılamayacak. Eren ile yıllardır verdiği mücadele ve ödülün anlamına ilişkin konuştuk.
 
‘Olof Palme yüksek sesle silahsızlanmayı savundu’
 
Olof Palme’nin İsveç’te devlet başkanı olarak görev yaptığı süreçte yüksek sesle silahsızlanmayı savunan bir lider olduğunu söyleyen Eren, “Bu nedenle Olof Palme gibi insanların devletlerde görevli olması çok değerli. Daha sonra katledildi ve çok uzun yıllar özellikle Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından bu cinayetin PKK tarafından işlendiği dile getirildi hep. Ancak yıllar sonra İsveç yargısı, Olof Palme’nin katilini açıklayarak bir İsveç vatandaşı olduğunu söyledi” dedi. İsveç yargısının Olof Palme’nin katledilmesine dair, “Hiçbir örgüte bağlı olmadan bireysel bir cinayet” açıklaması yaptığını belirten Eren, “Tabii ki önemli olan ailesinin inanması ama ben ve insan hakları savunucuları eminim ki hiçbir zaman buna inanmadı. Çünkü dünya hem emperyal güçler hem de silah tekelleri tarafından yönetiliyor. Esas olarak dünyaya yön veren siyasetin silah tekelleri tarafından belirlendiğini bizler çok iyi biliyoruz. O nedenle İsveç gibi güçlü bir devletin başkanının silahsızlanmayı savunması bir takım güçlerin eminim ki hoşuna gitmedi” sözlerini kullandı.
 
Üç çatışmalı ortam ve mücadeleci kadınlar
 
“Ben Olof Palme’nin, devletlerarası derin bir yapı tarafından katledildiğini düşünüyorum, hala da buna inanıyorum” diyen Eren, “O dönem özellikle Türkiye devleti tarafından bu cinayeti PKK’nin işlediği dile getirildiği için bu Avrupa ülkelerinde Kürtlere karşı siyasetin belirlenmesinde de çok etkili oldu. Birçok iltica davasında bu bakış açısı hep etkili oldu. Ancak cinayetin bir İsveçli tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktıktan sonra bu durum değişti. Olof Palme gibi barış savunucusu adına verilmiş bir ödül. Ve üç kadın olarak paylaşmış olmamız ile üç kadın olarak da çatışmalı ortamlarda yaşayan kadınlar olması oldukça önemli. Bu kadın arkadaşlardan biri Ukrayna’da savaş karşıtı, diğeri İran’da Molla rejimine karşı mücadele eden bir kadın. O nedenle ödülü bu kadınlarla paylaşmak da son derece önemli ve böyle barış temalı bir ödülün kadınlara verilmiş olmasının da ayrıca büyük bir önemi var” sözleriyle ödülün önemini anlattı.
 
90’lar ve Kurdistan’da savaş tanıklığı
 
Kurdistan’da savaş politikasının devam ettiğini dile getiren Eren, “Kürt sorunu zaten sadece Türkiye’nin sorunu değil, o nedenle de çözülmesi zor bir sorun oluyor. Dört ülkeyi ilgilendiriyor ve bu ülkelerin yönetici güçleri de çözümsüzlük politikalarını uyguladı hep” değerlendirmesini yaptı. Dört coğrafyada yaşayan Kürt halkının daima baskı altında olduğunun altını çizen Eren, “Kürtlere hep savaş dayatıldı. 90’lı yıllarda biz İnsan Hakları Derneği ve insan hakları savunucuları olarak bölgede yaşanan tüm olaylara hemen hemen ulaşmaya çalıştık. Ve hepsiyle ilgili İHD’nin hazırladığı raporlar var. Bizler o kadar büyük insan acılarına tanıklık ettik ki… Yakılan köyler, insanlar, öldürülen çocuklar, cinsel işkenceye maruz kalan kadınlar, akla gelmeyecek olaylara gözümüzle, kulağımızla şahit olduk. Ne yazık ki bugün ‘Kürt sorununun çözümü gerekir’ diyen birçok insan da yoktu o zaman bizim yanımızda. 90’lar insan hakları savunucuları açısından çok yalnız bir süreçti, çok yalnızdık” vurgusunu yaptı.
 
Cinsel işkenceye uğrayan kadınlar için büro açtı
 
Çok büyük bir baskı ortamının olduğunu da sözlerine ekleyen Eren, bu süreçte yaşadıklarını şu sözlerle özetledi: “Kontrgerilla cinayetleri, gözaltında kayıplar, fiziki saldırılar çok fazlaydı. O dönem özellikle de kadınların gözaltında yaşadığı cinsel işkence yöntemleri de çok çok yaygındı. 1997 yılında gözaltında cinsel işkenceye maruz kalan kadınlara ücretsiz avukatlık yapan bir büro oluşturduk biz ve bu hala devam ediyor. Kadınların savaş mağduriyetlerinin de çok yakından tanığıyız. Maalesef ki bu çözümsüzlük politikaları aynen devam ediyor.”
 
Savaş karşısında ısrarlı barış mücadelesi
 
1915 Ermeni ve Sayfo Soykırımları, 1938 Dersim Soykırımı ve işlenen birçok katliamı yok sayarak sadece bugünü değerlendirmenin eksik olduğunu kaydeden Eren, “Bu bir devlet politikası ve maalesef ki bugün Kürtlerin yaşadığı diğer coğrafyalarda da bu politika devam ediyor” dedi. Öte yandan Jîna Emînî’nin katledilmesi ardından Rojhilat’taki direnişin tüm dünyaya örnek olduğunu vurgulayan Eren, “Suriye’de yaşananları görüyoruz. Sadece Kürtler özgürlüklerine kavuşmasın diye savaş dayatılıyor o coğrafyaya. Yani Kürtlerin olduğu bütün coğrafyalarda savaş ve çatışma ortamı var. Bunun tek nedeni de barış istememeleri. Çünkü barışın olması birçok ekonomiyi yerle bir edecek silah ve uyuşturucu gibi. Ve maalesef ki karar vericiler bu savaşın devam etmesini istiyorlar” şeklinde konuştu. Eren, tüm bu politikalar karşısında da insan ve kadın hakları savunucuları olarak barış mücadelesini devam ettirdiklerinin altını çizdi.
 
‘Hiçbir yere gitmiyorum’
 
Yürüttüğü mücadeleden ötürü yargılandığına değinen Eren, “Kendi coğrafyamızda hep baskı ve saldırıyla karşı karşıyayız. Şu anda Yargıtay’da Özgür Gündem Gazetesi nedeniyle önce 143 davam vardı, sonra 125’e düştü birleştirilen davalarla. Şu anda hakkımda toplam 26 yıl 9 ay hapis cezası var. Ben her an cezaevine girmeyi bekleyen bir insanım kendi coğrafyamda. 6 yıldır yurt dışına gidemiyorum. Bu ödül törenine de gidemeyeceğim. Hiçbir yere gitmeyeceğimi de söyledim zaten. Buradayım. Biz kendi coğrafyamızda bu baskıları yaşarken başka bir coğrafyadan ödül gelmesi tabii ki çok güzel, onur verici” sözleriyle mücadelesini daima sürdüreceğini ifade etti.
 
Ödülünü Jîna’ya adadı…
 
Ödülünü Jîna Emînî’ye adadığını söyleyen Eren, şöyle konuştu: “Benim için bu ödülün anlamı tabii ki genel olarak kadınların verdiği barış mücadelesi. Ama özel olarak da Mahsa Amini’dir bu ödülün gerçek sahibi. Biz onun kız kardeşleri olarak aldık bu ödülü. Ama bu ödülün esas sahibi Mahsa Amini ve onun gibi kadınlar, hepimiziz aslında, aynı barış mücadelesini veren kadınlar. Ve bu yüz yılın sözü de ‘Jin jiyan azadî’.”