Gazeteci Şehriban Aslan ölümden döndü savcı takipsizlik verdi

  • 09:18 10 Ocak 2023
  • Hukuk
Rojda Aydın
 
AMED - Kobanê’ye destek eylemlerini takip ederken askerlerin attığı cisimle başından ağır yaralanan ve açtığı davanın 9 yıl sonra takipsizlikle sonuçlandığını öğrenen gazeteci Şehriban Aslan, yaşamasını “Ben bir mucizeyim” diye tanımlarken, saldırı ve baskılarla özgür basına bedel ödetilmek istendiğini söyledi.
 
Türkiye ve Kurdistan'da özgür basına yönelik saldırılar uzun yıllardır aralıksız sürerken, onlarca gazeteci 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü dört duvar arasında karşılıyor. Sahada çalışan gazetecilere yönelik erkek-devlet tarafından saldırı, taciz, sözlü ve fiziki şiddet de sürüyor. Savaşın olduğu yerlerde haber takibi yapan gazeteciler saldırılar sonucu ya yaralanıyor ya da katlediliyor.
 
Riha’nın (Urfa) Bêrecûk (Birecik) ilçesine bağlı Zehri ve Ziyaret köylerinde 2014 yılında DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarını protesto etmek için kurulan çadırlara jandarmanın saldırısında çok sayıda kişi yaralandı. Askerlerin kullandığı taş ve gaz bombaları ile yaralananlardan biri de o dönem JINHA’da çalışan ve mesleğini bugün JINNEWS’te muhabir olarak sürdüren Şehriban Aslan.
 
Sınırda asker saldırısında yaralandı
 
2014 yılında Kobanê’ye sınır olan Bêrecûk’e gazeteci olarak çalışmaya giden Şehriban, o gün akşamüzeri Riha merkezden Bêrecûk’e vardı. Sınırda sadece Şehriban değil, çok sayıda gazeteci orada yaşanan olayları takip etmek için bulunuyordu. Haber takibi yaban Şehriban, 20 Temmuz 2014’te sınırda askerlerin saldırısı sonucu başına vurulan cisimle ağır yaralandı. Şehriban’ın durumu, sahalarda özgür basına yönelik uygulanan engellemelerin boyutunu da gözler önüne seriyor.
 
Ağır yaralandı, savcılık ‘kovuşturmaya yer yok’ dedi
 
Şehriban’ın ağır yaralanmasının ardından avukatları Birecik Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Olayın üzerinden 9 yıl geçerken, soruşturmada zaman aşımı olduğu gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi. Yürütülen soruşturmanın ardından savcılık, “Suç tarihinden bugüne kadar tüm aramalara rağmen şüpheli/şüpheliler bulunamamış, zaman aşımını kesen usuli bir muamele yapılmamış, suçun temas ettiği kanun maddesinde yazılı cezanın nevi ve miktarına göre Türk Ceza Kanunu’nun 66. Maddesinde belirlenen 8 yıllık dava zaman aşımı süresinin dolmuş olduğu anlaşılmıştır” diyerek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verdi.
 
Şehriban, hem o güne hem de cezasızlığa ilişkin konuştu.
 
‘Kobanê için nöbet eylemi başlatıldı’
 
Kobanê’ye yönelik saldırıların olduğu süreçte Kürt halkının Kobanê’ye sınır olan Bêrecûk ve Pîrsûs’ta (Suruç) çadırlar kurarak nöbet eylemlerini aylarca sürdürdüğünü söyleyen Şehriban, “İnsanlar orada aylarca nöbet tuttu. Kobanê’deki sivil insanların katledilmemesi ve saldırıların durması için nöbet eylemleri sürüyordu. Tüm dünya bu saldırılara sessizdi. Orada başta özgür basın olmak üzere dünyanın birçok yerinden gelen çok sayıda gazeteci vardı. Ben de Kobanê’de yaşananları haberleştirmek istiyordum. Orada yaşanan haksızlığı ve direnişi haberleştirmek istiyordum” sözleriyle sınıra gidişinin amacını açıkladı.
 
Çadırlar ateşe verildi
 
2014 Temmuz ayında Riha merkezden önce Pirsûs, ardından ise Bêrecûk’e giden ve sınırda sabaha kadar meslektaşlarıyla çalışan Şehriban, sabaha doğru haberlerini bitirdiklerini ve sabah 04.00 sıralarında dinlenmeye gittiklerini paylaştı. Daha dinlenmeye fırsat bulamadan sınırda nöbet tutanlardan bir kadının bağrışını duyduklarını kaydeden Şehriban, “Gazetecilik refleksiyle sesin olduğu yere doğru koştuk. Çevik kuvvet ve jandarma tarafından baskın yapıldığını gördük. Çadırların kaldırılmasını, aksi halde kendilerinin çadırları kaldırıp müdahale edeceklerini söylediler. Orada bulunan vekiller ve kolluk kuvvetleri bir süre müzakere etti. Müzakereler sonuç vermeyince kolluk kuvvetleri orada bulunan çadırlara saldırıp kaldırmaya çalıştı. Orada bulunan halk ise bunu kabul etmeyerek kollukla karşı karşıya geldi. Çok kısa bir sürede çadırlar ateşe verildi, seyyar tuvaletler yıkıldı, biber gazı ve tazyikli su kullanılmaya başlandı” ifadelerini kullandı.
 
‘Başımdan yaralandım, çevik kuvvet güldü’
 
Şehriban, yoğun biber gazından ve tazyikli sudan dolayı çekim yapmayı bırakmak zorunda kaldığını ve göremediği için nereye yöneldiğini bilmediğini belirterek, şöyle devam etti: “Gazın olmadığı bir yere kendimi atmaya çalışıyordum tabi orada bulunan gazeteci arkadaşlarım da aynı şekilde. Her birimiz bir yerden görüntü almaya çalışıyorduk. Yönümü göremediğimden kendimi tepenin aşağısında buldum. Sonrasında çevremdeki birçok kişinin tepenin yukarısından kanlar içinde indiğini gördüm. Bunun üzerine yukarı tarafa, orada bulunan bir muhabir arkadaşın yanına gittim. Arkadaş gazeteciyiz taş atmayın, su sıkmayın, biber gazı atmayın demesine rağmen çevik kuvvet durmadan taş atıyordu. Tabi durumun trajikomik yanı; biber gazı bittiğinde gaz takviyesi bekleniyordu. O sırada jandarma ve çevik kuvvet de halka taş atıyordu gaz yerine. Ben gazeteci arkadaşın yanına gittiğim ve çekim yapacağım esnada başıma sert bir cisim geldiğini ve düştüğümü hatırlıyorum sonrasını görmedim. Düştüğüm esnada yanımda bulunan gazeteci arkadaş beni tuttu. Tutmaması halinde alt kısımda bulunan Fırat Nehri’ne düşmem kaçınılmazdı. Sonrasında gözüm birkaç saniyeliğine açıldı, birinin beni taşıdığını kollarımın sağa sola gidip geldiğini fark ettim. Ben kanlar içindeyken çevik kuvvetten birinin bana güldüğünü görmemle gözümün kapanması bir oldu. O anı asla unutamam.” 
 
‘Müdahale edilmedi’
 
Çok fazla kan kaybettiği için zorla uyandırıldığını dile getiren Şehriban, “Gözümü açmamla başımdan musluktan su akar gibi kanın aktığını görmemle şoka girdim” dedi. Ardından HDP’nin o dönemki milletvekillerinden Nursel Aydoğan’ın, kendisini ve birkaç yarılıyı hastaneye götürülmeye çalıştığına, fakat polislerin izin vermediğine vurgu yapan Şehriban, “Gazeteci olduğumuzu bildikleri halde saldırdılar. Sonrasında ne oldu hatırlamıyorum. Birecik Devlet Hastanesi’ne götürüldüm. Orada doktorlar bana müdahale etmeye korktu. Bunun üzerine Riha merkezde bulunan Mehmet Akif İnan Eğitim Araştırma Hastanesi’ne ambulansla sevk edildim. Sevk edildiğim esnada da ambulansta hiçbir şekilde sedyeye sabitlenmedim o durumumda sedyeden resmen düştüm. Fakat orada bulunan hemşireler hiçbir şekilde müdahale etmedi. Merkeze sevk edildiğimde durumumun ne kadar ağır olduğunun farkında değildim, sadece ağrımın durmasını istiyordum” dedi.
 
‘Bir daha gazetecilik yapamamaktan korktum’
 
Şehriban, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hastaneye gider gitmez doktorun yakınlarıma yüzde 50 felç kalma yüzde 50 de hayatını kaybetme riskimin olduğunu söylediğini duydum. Fakat durumun farkında değildim hala. Başıma dikiş atıldı. Sonrasında yoğun bakım ünitesine alındım. Doktorlar ameliyat edemeyeceklerini, çünkü riskin büyük olduğunu söylemiş. Ailem dışarıda her an öleceğim korkusuyla yaşıyor. Bir hafta yoğun bakım ünitesinde kaldım hareket etmemem gerekiyordu. Sadece tetkiklerin yapılması için kaldırılıp sonra yatağıma sabitleniyordum. Yoğun bakımdan çıktıktan sonra da bir hafta normal odaya alındım. Annem refakatçi olarak yanımdaydı. İki haftanın sonunda hastaneden taburcu olup Diyarbakır’a döndüm. Tabi hayati risk devam ediyordu. Evde de ağrılarım devam ediyordu acile gitmediğim gün ve gece yoktu. Diyarbakır’da da hastaneye gittim üç ay boyunca yerimden kalkamadım kişisel ihtiyaçlarımı dahi karşılayamıyordum, ailem karşılıyordu. Bir yıla yakın da çalışamadım. Bir daha gazetecilik yapamamaktan korktum. Herkese ‘Ben bir mucizeyim bana iyi davranın’ diye yaptığım espri asla bitmiyor.”
 
‘Özgür basına bedel ödetilmek istendi’
 
Özgür basında olmanın bedelinin ne kadar ağır ödetildiğini yaşadığı olayla bir kez daha gördüğünün altını çizen Şehriban, “Doğruları duyurmak için oradaydık. Bir yıl boyunca çalışamadım. Amed’de katledilen 8 yaşındaki Enes Ata’nın katledilmesiyle gazeteci olmaya karar vermiştim. Gazetecilik benim için tarif edilemez bir meslek. Her şeyden önce çok sevdiğim bir meslek. Ailem bu mesleği yapmamı istemiyordu. Çünkü yaralandığımı televizyondan görmüştü. Onlar da yaşanan hukuksuzluğu duyuracağımı biliyordu çünkü. Bir yıl boyunca çalışmamak psikolojimi kötü etkiledi. Özgür basın çalışanlarına bir bedel ödetilmek istendi. Özgür basın binaları bombalandı, gazeteciler katledildi, cezaevine gönderildi. Özgür basındaysan doğruları duyurmamalısın ve doğrulara karşı üç maymunu oynamalısın. Bunu istiyorlar bizden. İyi ki özgür basındayım, iyi ki Jinnews’teyim. İyi ki kadınların sesini duyuruyorum” şeklinde konuştu.
 
‘Bize geri adım attıramazlar’
 
Yaşadığı olay nedeniyle beyninde hasar oluştuğunu ve epilepsi hastalığına dönüştüğüne dikkat çeken Şehriban, son olarak şunları söyledi: “Bu hastalık hem yaşamımı hem mesleğimi bir bütünen etkiledi. Tabi bunun bir de soruşturma aşaması vardı. Daha sonra bunun üzerine ifade verdim. 9 yıl boyunca süren soruşturmada bana herhangi bir bilgilendirme yapılmazken, iki hafta önce Birecik Savcılığı tarafından bana tebligat geldi. Tebligatta şüpheli ya da şüphelinin bulunmadığına dönük beyan yer alırken, takipsizlik kararı verildi. O gün orada bulunan hiçbir kolluğun ifadeye çağrılmadığını da gördüm. Fail kısmına ise meçhul yazılmış. Burada özgür basına nasıl yaklaşıldığını görüyoruz. Verilen karara karşı itirazda bulunduk. Özgür basında çalışıyorsan sürekli bir bedel ödüyorsun. Ya katlediliyorsun, ya infaz ediliyorsun, çalıştığın yerler basılıyor ya da gözaltına alınıyorsun. En son Amed ve Ankara’da arkadaşlarımız gözaltına alınıp tutuklandı. Yaptıkları haberlerden dolayı tutuklandılar. Bir yıla yakındır ortada hala iddianame yok. Gözaltı ve tutuklamalarla gazetecilere gözdağı vermek istiyorlar. Geldiğimiz bir gelenek var. Kadınların ve çocukların sesini duyurmaya devam edeceğim. Baskılar ve yaşananlar bize geri adım attıramaz.”