Prof. Neşe Özgen: Konferansta kadın konfederalizmi coşkuyla karşılandı

  • 09:04 22 Kasım 2022
  • Güncel
Dilan Babat 
 
HABER MERKEZİ - 2.Uluslararası Kadın Konferansı'na dair izlenimlerini aktaran Prof. Dr. Neşe Özgen, konferansın genel hattında kadınların nasıl ezildiği değil, kadınların dünyanın neresinde olursa olsun nasıl mücadele ettiğinin konuşulduğunu belirterek, kadınların mücadelesini birleştireceği bir üst yapı olan kadın demokratik konfederalizmin büyük bir coşku ile karşılandığını vurguladı.
 
Kadınlar Geleceği Örüyor Ağı, “Devrimimiz: Hayatı Özgürleştirmek” şiarıyla 2’nci Uluslararası Kadın Konferansı’nı 5-6 Kasım tarihlerinde Almanya’nın Berlin kentinde düzenledi.  Konferansa, Kürt kadın hareketi başta olmak üzere 41 ülkeden 800 kadın katıldı. Konferansın sonuç bildirgesinde, “Kadınlar olarak ‘xwebûn’ yani ‘kendimiz’ oluyor, kapitalizmin, sömürgeciliğin, ataerkinin bize ve topraklarımıza verdiği isimleri reddediyor, kendimize yeni isimler alıyoruz. Artık kadın zamanındayız” ifadelerinin yanı sıra, “Mevcut sömürü sisteminin dışında farklı bir yaşam özlemi duyan tüm kadınları ağımıza katılmaya ve ‘Kadın Devrimi’ temelinde ortak mücadeleye katılma” çağrısı yer aldı. 
 
Konferansın katılımcılarından Prof. Dr. ve sosyolog Havva Neşe Özgen, izlenimlerini ajansımıza değerlendirdi. 
 
‘Konular katılımcılar tarafından belirlendi’
 
Konferansta hangi odaklarda hangi kavramların konuşulacağı, nasıl bir yapı umulduğu üzerine ciddi bir hazırlık söz konusu olduğunu kaydeden Neşe, “Bu süreçte farklı feminizm, anti faşizm, anti patriarkal, farklı demokrasi yönlerini işaret eden pek çok kadın örgütü ve bireysel katılım sağlayan kadınlar görüşler sundu. Hangi konularda atölye açılması gerektiğini, bu atölyeleri nasıl yapacaklarını, kimlerle yapmak istediklerini, katılımcıların kendileri belirledi. Bu, çok kıymetliydi. Çoğu konferans, bu akademik olsun ya da olmasın katılımcılara çağrı yapılırken, çağrının teorik zemini, tartışma zemini belirlenir. Gelenlerin bu husustaki düşünceye katkı sunması beklenir. Aykırı ses pek istenmez. Bu konferansta, özellikle gelenlerin katılımıyla belirlenmiş olan, kadınların katılımıyla da belirlenen sonuç bildirgesiyle de şekillenen tabu katılımcı bir teknik meselesiydi. Bu konferans, çağıranlardan ziyade, işin mutfağında olanların konusunu, gidişatını belirlediği bir konferanstı” dedi. 
 
Güney Amerikalı kadınların, “Bedene saldırı varsa bedene karşı koymak gerekir” sloganından hareket ettiğine dikkat çeken Neşe, örgütlü mücadeleden gelen Kürt kadınların Afganistanlı kadınların da sloganını nasıl kullanması gerektiğine dair salonda bir temponun oluştuğunu dile getirdi. Neşe, iki gün boyunca ana salonda tartışmaların yapıldığını ve 8 dilde çevirilerin de olduğunu ekledi. 
 
‘Kadın Konfederalizmi büyük bir coşkuyla karşılandı’
 
Konferansına ana temasının “ortaklaşmak, beraber hareket etmek ve dünya kadın demokratik konfederalizmi” olduğunu belirten Neşe, bu çıkışı “devrimci çıkış” şeklinde tanımladı. Neşe şöyle devam etti: “Hem dibinin temellerinin dikkatle örülmesi gerekiyor hem de sunarken, tartışırken yapının nasıl ilerleyeceğini, aradaki çatışmaların nasıl giderileceği tarif edilmesi gereken bir süreçti. Hem çağrıda, hem sonuç bildirgesinde ‘kadın konfederalizmini kurma kararlılığı’ toplantıda ciddi bir coşkuyla benimsendi. Dünya kadınlarının örgütlü olsunlar ya da olmasınlar çatı örgütlerine ihtiyaçları var. Sadece kendi yaptıkları eylemlerin duyulması anlamında değil, eylemlerin birlikte yapılması ve birlikte harekete geçirilmesi çok önemli. Daha önceden de kadınlar, kendi ülkelerinde çeşitli kadın gruplarıyla eylem koyduklarında, bunun diğer örgütler alıp kendilerine uyarlıyorlardı. Fakat böyle eylemlerin ortak karar almasından söz ediyoruz, kadın demokratik konfederalizm aracılığıyla. Bu, bizi hem çok hızlandıracaktır. Kadına yönelik neler olduğunu, kadın mücadelesinin ne olduğunu, bunun evrensel bir dile nasıl birleşeceğini, bize sağlayacak olan bir  üst yapıdan söz ediyoruz.” 
 
Geçişli anlayış tartışmaları
 
Kadınların, ana toplantılarda, “geçişli anlayıştan” çok fazla söz ettiğini ifade eden Neşe, sözlerine şunları ekledi: “Kadınların birbirlerine hem deneyim hem düşünce hem de teori aktarma paylaşımı, bu geçişlilik anlayışı çok önemli. Geçişlilik anlayışında üç meseleyi kavramamız ve tartışmamız gerekiyor. Birincisi oluş, biz neyiz kadın olarak neyiz, nerede duruyoruz? Varoluşumuzu nasıl tanımlıyoruz? Oluş halinde kadınların kendi isimlerini kendileri alma, kendi isimlerini tayin etme hakkı olduğu iradesi var. Bir topluluk, ancak kendilerine konulmuş isimleri reddederse, bir devrime başlayabilir. Bize konulmuş olan ‘anne, kız kardeş’ isimlerini bütün kadınlık iradesinin içi boşaltılarak, bizim irademizi esir alan bu isimleri reddederek, biz kadın olmayı yeniden tanımlıyoruz. Oluş meselesi bizim karar vereceğimiz bir şeydir. İkincisi aidiyet. Aidiyet önemlidir, kiminle beraber yürüyeceğimi, kiminle beraber hareket edeceğimi, yoldaşlarımın kimler olacağına ben karar vermeliyim.  Bana biçilmiş olan, ırk, ulus, etnik kimlik, din, mezhep, renk gibi rol dağılımları meseleleri reddederek, aidiyet meselemi kendim doldurmalıyım. Ben kime aitim? Türkiye’de Hikmet Kıvılcım 1940’larda söz ediyor; ‘Kadın sınıfımız’ diyor. Kadını bir sınıf olarak ele alıyor, teoride de Avrupa kıtası ve Amerika’da bir sınıf olarak kadın meselesi yeniden gündeme getiriliyor. Biz kime aitiz, kim bize ait? Buna karar vermemiz gerekiyor. Üçüncü ise; olma yolu. Biz ne olmak istiyoruz, neye karar vereceğiz? Bütün bunlar bizim aktarım deneyimi meselemizin temelini gösterir. Bunları birbirimizle konuşarak, ‘bizi’ yapılandırmalıyız.”
 
‘Mesele sadece başörtü meselesi değil’
 
“Jin Jiyan Azadi” sloganın tüm dünyada içinin doldurularak evrenselleştiğini, konferansta büyük bir sevinçle fark ettiklerine işaret eden Neşe, “Jin Jiyan Azadi”  sloganın Kürdistanlı kadınların öncelikli biçimlendirdiği ve içini tariflendirdiğini ardından Rojava’da sloganın yükseldiğini bugün ise Rojhilat ve İran’da kadınlar aracılığıyla evrenselleştiğinin bir kez daha anlaşıldığını kaydetti. Neşe, “İran’dan gelen arkadaşlarımız bu konuyu özellikle tartışmak istediler. 16-38 yaş kadın grubu, doğurganlık yaşındaki kadınlar bir ülkede, sosyal yapıda nereye doğru giderse, toplumlar da o yöne doğru ilerlerler. Genç, üretken olan kadınları kazanmak, bütün siyasi görüşlerin, partilerin aslında hedefidir. Otoriter olanlar, kadını baskılayarak yapar, çünkü kadının doğurganlığından ve gücünden korkar. Kimileri de, onu destekleyerek yapar. İran’daki kadınların bize gösterdiği şuydu;  İran’daki kadın mücadeledeki kadın önderliği genç kadınların önderliğinde. Her zaman isyan hareketi değildir, bu daha köklü, daha radikal,  teorisi çok daha evrensel olan bir kadın mücadelesi temelidir. Bu mücadele temelinde, patriarkaya, molla diktatörlüğüne, rejim mafyasına, ahlak polislerine, yoksulluğa ve sindirilmeye karşı önemli evrensel bir karşı koyuşu gösterdiler bize. Bu basit bir, ‘kadınlarda başörtüsünü çıkarmak istiyor, zaten başörtü meselesi dışında başka bir mesele değil’ gibi değil. Son derece kesin, kararlı, daha temelli ve evrensel bir karşı koyuşun duruşudur, bu yüzden herkesi sarstı dediler bize. Bu süreçte kadınlar öncülüğünde başlayan mücadelede, kadınların sözü, ikincil pozisyonlara karşı sözleri evrensel bir teoriden çıktı. ‘Kadın, yaşam, özgürlük’ sloganı hangi dilde atılırsa atılsın evrensel bir ideolojiyi işaret ediyor yani Jineoloji’yi işaret ediyor” ifadelerini kullandı.
 
Zorunlu Göç Atölyesi
 
Yaklaşık 60 kadının kendisinin de yönettiği “Zorunlu Göç” atölyesine katıldığını söyleyen Neşe, zorunlu göçün kendisinin aslında bir hikayesinin olduğu üzerine tartışmalar yapıldığını, BM’den zorunlu göç ya da iradi göç ayrımının mutlaka değiştirilmesi gerektiği üzerinden bir karar çıktığını ifade etti. Neşe, “Gerek iklim felaketleri, gerek toplu mülkiyete el koymaları, gerek devletlerin bazı etnik grupların altı yapı bahanesiyle o toprakları boşaltması, gerek savaş dolayısıyla göç edilişler. BM’nin 1951’deki Cenevre Anlaşmasıyla bunları zorunlu göç kapsamında sayılmıyor. Toprak, etni siteye saldırı, mülke saldırı ve yaşam alanlarına saldırı gibi meselelerde canınıza kast eden bir şey yoksa, zorunlu göçlerden sayılmıyor. İnsanlar geldikleri yerlerde, dayanaksız bırakılıyor ve bunun değişmesi gerektiğini belirtti kadınlar. Bütün göçlerin zorunlu göçler olduğu denildi, hiç kimse bulunduğu yeri isteyerek terk etmiyor. Savaş ve savaş sonrasındaki ilhaklar, insanların canlarına kast eden devletler, savaştan pay ettikleri zenginlikleri ellerinden kaçırmak istemiyorlar ve kendilerine gelmek zorunda kalan insanları, özel olarak rehine pozisyonunda tutarak mülteci damgası vuruyorlar.  Kadınların diğer önemli söylediği şey ise; ‘biz yardım almak için burada değiliz, biz hakkımız olduğu için buradayız. Bu hak bizim ve bu hak, bu insanlarla paylaştığımız bir haktır, kendi mücadelemiz olamaz, yerleşik halkların da mücadelesi olmak zorunda’ dediler. Hiçbir yaralanma, hiçbir incinme,  haksızlık yoktur ki kadınlar tarafından dile getirilmiş olmasın. Kadınlar, hak arayışı adaletin ötesine geçtiklerini hak arayışı adaleti kurmak istediklerini o cümleyle dile getirdiler” şeklinde konuştu.
 
‘Suçlulaştırma geliş ülkelerimizde de devam ediyor’
 
Atölyede bulunan kadınların, “Erkekler tecavüzü dile getirmezler, sistemle anlaşabilirler, çocuk satışlarını, beden incinmelerini, kadınların iş gücü pazarında geriye gitmesini dile getirmezler, bunları hep kadınlar dile getirir. Egemenler ve erkekler , bunun bir hak olduğunun farkında bile olmak istemezler” dediğini aktaran Neşe, sosyologların göç sürecini “uzun tünel” olarak adlandırdığını dile getirerek, şöyle konuştu: “Uzun tünel birkaç kuşak sürer ve bir gün mutlaka aile üyelerinden birinin kaybı, statü kaybı, geçmişin tamamen silinmesiyle sonuçlanır ve tek başına baş edilecek bir süreç değil. Uzun tünel süreç içerisinde en fazla kaybedilen kadınlar ve çocuklardır. Bu uzun tünel içerisinde ‘bizi kim kriminalize ediyor, kim onaylıyor.’ Kendi ülkemizde üzerimizde yaratılan suçlulaştırma, geliş ülkemizde de devam ediyor. Geliş ülkemizde bunu ‘sığınmacı, mülteci’ diyerek iyice pekiştiriyor. Geliş ülkemizdeki kriminalizasyon bu ülkelerde devam ediyor. Geçmiş pozisyonumuz suçlulaştırıldığı için kendi değerimizi kazanımlarımızı bu ülkeye taşıyamıyoruz. Devletlerin devletler ile bir anlaşması var, devletler devletlerle konuşuyor. Devletler insanların söylediklerini dikkate almıyor, ülkenizde suçlanmışsanız, geliş ülkenizde bu suçlulaştırmayı sürekli konuşmanız ve kendinizi ispat etmeniz gerekiyor. Devletler devletlerin kayıtlarını esas alıyor ki biz bunu 12 Eylül’de gördük. 12 Eylül faşist cuntası döneminde, yüzlerce ihlal, kayıp AİHM’e taşındı ve AİHM, ‘şu anda devlet görevinde bulunan devlet sorumluları bunların yalan olduğunu söylüyor’ diyerek kapattılar. O anda devlet görevinde bulunan devlet sorumluları 12 Eylül faşist cuntasıydı. Ortadoğu’da, Çin’de yaptılar.”
 
Üç kadın grubu 
 
Sığınmacı ve mülteci çalışmalarında en fazla örgütlenen başta üç kadın grubunun olduğunu, bu gruplardan birinin Filistinliler, Kürtler ve Afganistan Hazara grupları olduğuna dikkat çeken Neşe, bu üç kadın örgütünün neden hemen örgütlendiğinin sebeplerine de baktıklarını söyledi. Neşe, “Bu üç halk,  devletsizler. Devletsiz kalmanın ne olduğunu bildikleri için örgütleniyorlardı. Bir yerde devletsiz olmak nedir biliyorlar, devletsiz olunca hak kaybına nasıl uğradıklarını biliyorlar. Êzidî bir kadın, yaşadıkları zorluklara karşı nasıl mücadele ettiklerini anlattı. İranlı gazeteci bir kadın, ‘yalan haber ve terörist’ olarak ilan edildiğini ve bundan nasıl çıktığını anlattı. Konferansın  genel hattı kadınların nasıl ezildiğine dair değil, kadınların nasıl mücadele ettiğine dair bir anlatıydı. Mücadele örnekleri birleştirildi, tecrübe aktarımı bunlar arasındaki benzerliklerin araştırılması ve deneyimlerinin aktarılması sonucunda dünya kadın konfederalizminin kurulması coşkuyla kurulması kararlaştırıldı” diyerek sözlerini sonlandırdı.