Ebru Günay: Kürdistan Bölge Yönetimi bu suça ortak olmamalı

  • 11:00 20 Ekim 2022
  • Güncel
ANKARA - HDP Sözcüsü Ebru Günay, 17 HPG’linin kimyasal silahla katledilmesine dair yayınlanan görüntüler noktasında iktidarı derhal açıklama yapmaya ve suç pratiğinden vazgeçmeye çağırarak “Kamuoyu bu vahim suç karşısında sessiz kalmamalı ve ilgili kurumlar, Kürdistan Bölge Yönetimi gerekli incelemeleri yapmalı ve bu suça ortak olmamalıdır” dedi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay , partisinin genel merkez binasında düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.
 
‘AKP-MHP iktidarı savaş iktidarı haline gelmiş’
 
Türkiye’nin çok ağır bir yönetim krizi yaşadığını söyleyen Ebru, demokrasinin askıya alındığını, adalet adına hiçbir şeyin bırakılmadığını, temel hak ve özgürlüklerin her gün saldırıya uğradığı ve yoksulluğun insanları intihar eşine getirdiği bir tablo ile karşı karşıya kaldıklarını belirtti. Ebru, “Gençler yurtsuz, kadınlar her türlü saldırıya maruz bırakılıyor AKP/MHP iktidarı adeta bir savaş iktidarı haline gelmiş durumdadır. Hem içeride hem dışarıda savaş politikaları iktidarın kendini ayakta tutmak için kullandığı argümana dönüştürülmüştür” dedi.
 
‘Kürt sorunu çözecek görüşler iktidar tarafından tecride alındı’
 
Kürt sorunun çözümsüz bırakan inkarcı akılın Kürdün varlığına hem içeride hem dışarıda savaş açtığına dikkat çeken Ebru, düşmanca siyasetin esasen İmralı tecrit sistemi ile başlatıldığını kaydetti. Ebru, “Sayın Öcalan çözüm ve barış için yıllarca çözüm önerileri geliştirdi, bu önerilerini hem kamuoyuna hem de İmralı görüşmeleri sürecinde ilgili muhataplara sundu. Büyük, halklar barışını sağlayacak, Türkiye'yi demokratikleştirecek ve Kürt sorunu çözecek bu görüşler şimdi iktidar tarafından derin bir tecride alınmış durumdadır. Savaş siyasetinin sürdürülmesi için, inkar siyasetinin devam ettirilmesi için, AKP-MHP iktidarının faşizmi kurumsallaştırmak için, yaptıkları ilk iş Sayın Öcalan'ın tecrit edilmesi oldu. Tecride karşı bu yüzden bizler kesintisiz bir şekilde mücadele halindeyiz. Gemlik yürüyüşü esasen çözümün yolunu göstermek için gerçekleşti. 9 Ekim komplosunu bu yüzden halkımızla beraber protesto ettik” diye belirtti.
 
İmralı’ya gitme başvurusu
 
Çözüm için bir an önce İmralı’daki tecridin son bulması gerektiğini vurgulayan Ebru, “Bu çerçevede sürdürülen savaş siyasetine karşı çözümü tartışmak, Kürt sorunun demokratik çözümünü gündemleştirmek için eş başkanlarımız Pervin Buldan ve Mithat Sancar, MYK üyemiz Ömer Öcalan ve benim de içinde bulunduğum heyet bugün itibarıyla İmralı adasına bir ziyaret talebi ile Adalet Bakanlığı’na başvuru yaptık. Başvurumuza olumlu cevap verilmesi için Adalet Bakanlığı’na buradan çağrımızı yeniliyoruz. Çünkü herkesin bildiği üzere İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşme ve diyalog kanallarının açıldığı dönemler, Türkiye’de Kürt sorunun barışçıl çözümünün tartışılabildiği ve demokrasi kültürünün yükseldiği dönemlerdir” ifadelerine yer verdi. 
 
Ebru’nun konuşmasının satır başları şöyle:
 
“Ne yazık ki insanın ve yaşamın değerinin hızla azaldığı bir ülke gerçekliği içindeyiz. Emeği ile var olmanın, insanca çalışmanın hor görüldüğü bir dönemdeyiz. Bartın Amasra bunun son örneğidir. Maden ocağında emeğiyle geçinen, evine ekmek götürmeye çalışan, alın teriyle yaşamını sürdüren 41 işçi ve emekçiyi kaybettik. Maden ocağında yaşamını yitiren işçilerin yakınlarına başsağlığı diliyor, yaralılara acil şifa dileklerimizi tekrardan iletiyoruz. Yaşanılan acı kayıplar emeğin özgürleştiği, insanların açlık ile ölüm arasında seçime zorlanmadıkları, kaynakların ranta değil halka ve emekçiye aktarıldığı bir ülke yaratma mücadelemizin gerekçesidir. 
 
Amasra’daki maden ocağında nasıl ihmal oldu?
 
Enerji Bakanı madende ki patlamanın neden gerçekleştiğini TBMM de yaptığı konuşmada açıklayamasa da, patlamada hayatını kaybeden bir işçinin yakını ’Kardeşim 10 gün önce 'burada gaz kaçağı var, bizi patlatacaklar' demiş. Nasıl ihmal oldu?’ diyerek patlamanın nedenini açıkça söylüyor. Evet, biz de soruyoruz! Nasıl ihmal oldu? İşte açık açık gaz kaçağı var, patlama olacak denmiş… Daha ne denmeliydi? Kim duyacak bu işçilerin sesini? İktidarın küçük ortağı da ‘Amasra'yı konuşurken 8 yıl önceki Soma felaketini hatırlatmak maksatlıdır, hastalıklı bir yaklaşımdır’ diyor. Bizim maksadımız açık, bütün bu ölümler arasında sizin kurduğunuz rant düzenine işaret ediyoruz, ihmaller zincirine işaret ediyoruz, sorumluluğunuzu gösteriyoruz. Maksadını aşan sizsiniz, hastalıklı yaklaşım da sizindir. Tam tersine Soma’yı hatırlamamak suçtur…Sadece Soma değil, cinayet gibi gelen her kazayı, her faciayı hatırlatacağız, unutturmayacağız.
 
Kendi aralarındaki gülüşmeleri de mi kader?
 
Ortada sistematik işçi kırımına dönüşmüş, iş cinayetleri var ve bunun sorumlusu da cinayetlere ‘fıtrat’ ve ‘aman ha önceki ölümleri hatırlamayın, hatırlatmayın’ diyen iktidar ve ortağıdır! Sizin kâr planlarınız, sömürü planlarınız başkasının hayatı söz olduğunda ‘kader’ oluyor. Halkın aklı, duyguları ve hayatları ile oynamaktan vazgeçin. Maden ocağına dair her gün başka detaylar çıkıyor ve açık şekilde önlem alınmamış, ihmaller oluşmuş ve cinayet geliyorum demiş. İnsanlar daha can derdinde iken, haberleri yasaklayan,  Amasra’ya girişler engelleyen, GBT’ler yapan siz değil misiniz? Cenazelerin başında iken bakanların kendi aralarındaki gülüşmeleri de mi kader? Emek düşmanı, işçi düşmanı bu iktidara karşı HDP olarak bizlerin mücadelesi; Soma olmasın, Ermenek olmasın, Şirvan olmasın, Bartın olmasın, bir işçi daha ölmesin diyedir. Güvenceli ve insanca çalışmak istiyoruz diyenlerin sesine sahip çıkmaktır.
 
‘Güvenli bölge’ argümanlarıyla ambalajlandı
 
Halka ve insanlık değerlerine saldırılar her alanda sürüyor. Aralarındaki bütün çelişki ve çatışmalara rağmen egemen güçler Kürtlere ve bölge halklarının özgürlük talebine yönelik saldırılarda tam bir konsensüs var ve bu da sınır tanımadan her alanda devam ediyor. 100 yıllık Kürt inkârını esas alan ve hatta ileriye taşıyan AKP rejimi, Kuzey Doğu Suriye’deki Kürt varlığını tehdit olarak gördü ve 2018 yılından itibaren bölgeye yönelik işgal ve saldırı harekatları başlattı. İşgal edilen bölgelerin başında Efrin geliyor. Esasen Kürtlere karşı mücadele anlamına gelen işgal saldırıları iktidar tarafından ‘terörle mücadele’, ‘sınırlarımızda terör koridoru istemiyoruz’, ‘güvenli bölge’ argümanlarıyla ambalajlandı ve dünyaya sunuldu. Meselenin böyle olmadığını dünya alem biliyor, hatta iktidarın pek çok yetkilisi asıl sorunun Kürtlerin varlığı olduğunu farklı tarihlerde yaptıkları pek çok açıklama ile dile getirdiler. En son bu kervana Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı da dahil oldu. 
 
Alternatif model hedef alındı
 
İktidarın Suriye Kürtlerine karşı başlattığı savaş, bölgeyi tam bataklığa sürükledi. Suriye’de Türkiye’nin denetiminde bulunan her yer tam bir suç ve çete cennetine dönüşmüş durumda. Türkiye’nin müdahalesinden önce Efrin’de barış ve huzur hakimdi. Halklar ve inançlar bir arada ve barış içinde demokratik bir yaşam inşa etmişti. Bu da hem Ortadoğu’da yeni bir yaşam modeli yarattı hem de dünya halkları için kronik sorunların çözümü için umut yeşertti. İşte Kürtlere yönelik düşmanlıkla başlatılan saldırılar bu yaşamı ve alternatif modeli hedef aldı. Efrin işgal edildiğinde ilk olarak Kürtlere ait değerler hedef alındı, heykeller yıkıldı, Kürtçe eğitim veren kurumlar kapatıldı. Türkiye bölgeye tekçi eğitim sistemini taşıdı, PTT’yi taşıdı, memurlarını taşıdı. Yani tam bir asimilasyon seferberliği başlatıldı.
 
Gerçek amaç sınıra yeniden IŞİD ve türevlerini yerleştirme projesidir
 
2018 tarihinden beri başta Efrin olmak üzere işgal edilen bütün bölgelerde insan kaçırma, işkence, katliamlar, tecavüz, yağma, talan başta olmak üzere insanlığa karşı suç olarak tanımlanacak pek çok suç uluslararası kurumlar tarafından raporlaştırıldı. Bölgenin demografik yapısı değiştirildi, zenginlikleri talan edildi, zeytinlikleri yağmalandı. Bütün bunlar da iktidarın birlikte hareket ettiği adına ÖSO denilen çeteler eliyle yapıldı. Şimdi Türkiye’nin denetiminde ve gözetiminde Efrin çeteler arası güç ve egemenlik savaşlarına sahne oluyor. BM tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen HTŞ İdlib’ten çıkarak Efrin’e girdi ve yine Türkiye’nin denetiminde olan bölgelerde cirit atıyor. Esasen bu örgütlerin Kürtler nezdinde ve bizim açımızdan birbirinden farkı yok. Bu işgal saldırıları olduğu ilk gün dedik ki, bu saldırılar yenilgiye uğrayan IŞİD’i diriltme saldırılarıdır. Gerçek amaç sınıra yeniden IŞİD ve türevlerini yerleştirme projesidir. Söylediklerimiz bugün bir kez daha teyit edilmiştir. Türkiye’nin himayesinde olan HTŞ de onunla birlikte hareket eden gruplarda; ona karşı çıkar mücadelesi veren diğer gruplarda esasen IŞİD türevleridir.
 
Kimyasal silah insanlığa karşı işlenmiş suçtur
 
Buradan ilgili bütün çevreleri uyarıyoruz, Türkiye’nin saldırdığı bölgelerde IŞİD zihniyeti yeniden palazlanıyor ve sadece Kürtleri değil bütün bölgeyi ve insanlık değerlerini tehdit ediyor. Nasıl ki IŞİD aldığı bütün bölgesel desteklere rağmen yenilgiye uğradıysa, IŞİD’i yeniden diriltme çabaları da asla başarıya ulaşamayacaktır. Bu suç pratiği sadece Efrin ile sınırlı da değil. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına aralıksız sürdürülen saldırılarda da iktidarın suç karnesi kabarıyor. Saldırılarda kimyasal kullanıldığına ilişkin bilgiler ve açıklamalar bir süredir gündemdeki yerini koruyordu. En son yayınlanan görüntüler, kimyasal saldırıların vahim boyutunu gözler önüne serdi. Tekrar belirtelim ki kimyasal kullanmak toplum vicdanında da, uluslararası hukuk nezdinde de, tarih karşısında insanlığa karşı işlenmiş suçtur. İktidarı derhal açıklama yapmaya ve bu suç pratiğinden vazgeçmeye çağırıyoruz. Kamuoyu bu vahim suç karşısında sessiz kalmamalı ve ilgili kurumlar, Kürdistan Bölge Yönetimi gerekli incelemeleri yapmalı ve bu suça ortak olmamalıdır. 
 
Ekonomi dünyasında adı örtük olarak moratoryum ilanıdır
 
AKP-MHP ittifakı rant, talan ve savaş politikalarıyla Türkiye ekonomisini bir enkaza çevirdi. Bu enkazın en son kanıtı bizatihi Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından itiraf edildi. Kalın, BOTAŞ’ın Rusya’ya olan borçlarının 2024 yılına ertelenmesi talebini ilettiklerini doğruladı. Bu itirafın ekonomi dünyasında adı örtük olarak moratoryum ilanıdır. Bu toprakların tarihinde moratoryum ilk olarak 1875 yılında çok özenip mehter marşı çaldığınız Osmanlı döneminde Sultan Abdülaziz tahttayken yaşandı. Çünkü o dönem Kırım Savaşı yaşanmıştı ve Osmanlı borçlarını çevirememeye başlamıştı. İkinci moratoryum AKP’lilerin her ağzını açtıklarında referans verdikleri Adnan Menderes döneminde oldu. 1958 yılında Türkiye, Menderes yönetiminde borçlarını ödeyemez hale geldi. O dönem Osmanlı’daki gibi dış savaş değil ama içeride büyük toplumsal ayrışma yaşanıyordu.
 
Zengin azınlık Eylül ayında Hazine’den 9,3 milyar TL’yi hesabına geçirdi
 
2022 yılı itibariyle Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde üçüncü moratoryum sürecine tanıklık ediyoruz. Bugün hem Osmanlı hem Menderes döneminde yaşananlar AKP döneminde tekrarlanıyor. AKP-MHP ittifakı bir yandan Rojava’da diğer yandan Libya’da, Suriye’de savaş tamtamları çalıyor öte yandan ise içeride toplumla savaş halinde ve bütün bunlar ekonomik krizi derinleştiriyor. Bugün savaşın, hukuksuzluğun, tek adam ekonomisinin geldiği aşama büyük bir çöküştür ve ortada kocaman bir enkaz vardır. Bu enkazın üstüne oturup zenginleşen azınlık, altında kalıp yaşam mücadelesi veren halkın yüzde 99’u vardır. Enkazın üstünde duran Kur Korumalı Mevduat sistemine para yatıran zengin azınlık, sadece eylül ayında Hazine’den 9,3 milyar TL’yi hesabına geçirdi. Bu zengin azınlık toplamda 84,9 milyar TL’yi halkın olan hazineden kendi hesabına taş atmadan, kolu yorulmadan geçti.
 
En az 25 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor
 
Enkazın üstüne oturan bankalar yüzde dört yüz kar ediyor. Enkazın üstünde çoklu maaş alanlar var. Ismarlama ihaleyle halkı sömürenler var. Sadece geçtiğimiz gün meclise sunulan 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçesine baktığımızda bile enkazın üstünde oturanları görüyoruz. 2023 yılında gençlerden, işçilerden, yoksullardan kaynak saklayan AKP-MHP ittifakı tam 565 milyar TL faiz lobilerine, 468 milyar TL ise savaş baronlarına para aktarmayı planlıyor. Yani bu enkazdan faiz lobileriyle savaş baronları kazanıyor. Ama bir de enkazın altında kalan, yaşam mücadelesi veren milyonlar var. Bakın, enkazın altında olanlar 7 bin 300 TL açlık sınırıyla mücadele ediyor. Bugün Türkiye’de en az 25 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. Ama saraydakiler halkın açlığından lüks, yoksulluğundan şatafat devşirerek Saray hayatı sürüyor.
 
3’ncü yol çözümü halklara kazandıracaktır
 
Bu enkazı kaldırabilecek, enkazın altında yaşayan yoksulları, işçileri, gençleri feraha kavuşturacak tek güç HDP’dir. HDP’nin öncülüğünü ettiği 3.yol çözümü ve demokrasiyi inşa edecektir. Halklara kazandıracaktır.”