Uluslararası kurumlar işkenceye göz yumuyor

  • 09:03 31 Ağustos 2022
  • Güncel
 
Melike Aydın
 
İZMİR - Mültecilere yönelik giderek artan işkence ve hak ihlallerini değerlendiren Avukat Gizem Metindağ, uluslararası kurumların da bu duruma göz yumduğunu belirtti. 
 
İran’dan Türkiye’ye geçmek isteyen 12 mültecinin İranlı insan kaçakçıları tarafından işkenceye maruz bırakıldığına ilişkin görüntüler 5 Ağustos’ta basında yer aldı. Neredeyse her hafta Ege ve Akdeniz’i aşmaya çalışan mültecilerin ya geri itildiği ya mahsur kaldığı ya da geri gönderme merkezlerinde işkenceye maruz kaldıklarına dair haberler basına yansıyor. 
 
Mültecilerin yaşadıkları hak ihlallerini ve hukuki boyutunu İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu ve İnsan Hakları Merkezi’nde görevli avukatlardan Mültecilerle Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Gizem Metindağ değerlendirdi. 
 
‘İşkence ile sık karşılaşıyoruz’
 
Avrupa’ya geçmek isteyen mültecilerin yakalanarak ‘push-back’lerle (geri itme) İzmir’e gönderilmesiyle birlikte son 6 ayda Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) büyük bir sorun haline geldiğini kaydeden Gizem, “Kanun yürürlüğe girmeden önce (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu- 2014) emniyet tarafından yürütülmekteydi. Bu sebeple yeni kurulan Göç İdaresi yeni bir kurum. Gelen yöneticiler, amirler yeni bir düzen oluşturamadılar, istikrar sağlayamadılar. Sürekli yönetim zaafiyeti ile karşı karşıya kalıyoruz. Bunun sonucu olarak mültecilerin tutulma birimlerinde işkence ile sık karşılaşıyoruz. Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) her ay en az bir kere büyük çaplı bir ihlalle karşılaşıyoruz. Bir kere Taliban heyeti gelip zorla insanlardan geri dönüş beyanı aldı, bir keresinde toplu işkence oldu. Sürekli artan oranlarda ihlallerle karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı.
 
‘Yükselen duvarlar krizi önlemiyor’
 
Baroların ilk olarak ihbarları alıp raporlamalarını tuttuklarını, avukat görevlendirmelerini yaptığını belirten Gizem, sivil toplum örgütlerinden de işkenceye dair raporlarını alıp ulusal kurumlara başvuru yaptıklarını söyledi.  Ancak her şeyin bir sınırı olduğunu ve yönetimsel bir problem olması nedeniyle köklü çözümlerin üretilmesi gerektiğini dile getiren Gizem, bu alanın zorlanmaya çalışıldığını kaydetti. Gizem, “Öncesinde de vardı ama son 10 yıldır Suriye savaşı ile yoğunlaşan devletin ‘mülteci krizi’ diye adlandırdığı şey aslında uluslararası bir gerçek. Uluslararası hukuk teoride eşit yük paylaşımını öngörüyor. Ancak Türkiye konumu sebebiyle ilk sığınma talebinin iletildiği geçiş bölgesi olduğu için üstlendiği yük büyük. Fakat bunu yönetmekte de zafiyet gösteriyor. Sanıyor ki daha yüksek duvarlar yapılırsa bu krizle başa çıkılır, daha az insan gelir. Oysa bu kaçakçıların elini daha da güçlendiriyor. Yükselen duvarlar geçişi engellemez, daha da pahalılaştırır ve ölümü artırır” dedi.
 
‘Devlet işkencenin reklamını yaptı’
 
Türkiye’nin görevinin kapısına gelen insanları uluslararası hukuka uygun değerlendirerek sonraki aşamaya geçilmesini sağlamak olduğunu belirten Gizem, doğrudan geri çevirmenin geri gönderme yasağını ve bu yasağın dayandığı işkence yasağının ihlali olduğunu ifade etti. İşkence yasağının ise savaş veya başka koşullarda istisnasının olmadığını ifade eden Gizem, “Devlet bunu meşrulaştırmakla kalmıyor reklamını yapıyor. Göç idarelerinin 2021 yılında ne kadar insanı geri gönderdiğini, hangi boyutlarda insan haklarını ihlal ettiğinin reklamını yaptı. Teorideki hukuk bunu yasaklar; ilk sığınma ülkesi başvuruyu alır duruma göre değerlendirmesini yapar. 2018 Ekim ayı öncesine kadar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği de bu sistemin içindeydi ve değerlendirmeyi beraber yapıyorlardı. Bir başka listeye alıyorlardı. Duruma göre uygun bir ülke bulunuyor ve insani koşullarda yaşaması sağlanıyordu” sözlerine dikkat çekti. 
 
‘Devletler Türkiye’ye göz yumuyor’
 
Devletlerin eşit yurttaş paylaşımından kaçınmak için Türkiye’ye milyon dolarlar verip işkence yasağını ihlal etmesinin yolunu açtığını dile getiren Gizem, “Harmandalı GGM, Avrupa Konseyi’nin desteği ile oluşturulan bir birim ve geçici barınma merkezi olarak tasarlandı. Yani orası insanların tutulması için uygun bir yer değil. Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) kriterlerine uymuyor. Orası ülkeye yeni gelenlerin belli prosedürler gerçekleştirilene kadar barınma merkeziydi. Ama Türkiye sonraki pazarlıklarında burayı kendisine aldı ve GGM olarak kullanıyor” diye konuştu.
 
‘Harmandalı GGM’de işkence, Afganistan’a mülteci uçuşları’
 
Gizem, Harmandalı GGM’de kör noktalarda işkenceler yapıldığına işaret ederken, geçen yıl Ahmed Maslam isimli çocuğun şüpheli ölümünü anımsattı. Gizem, “İnsanları burada topluyorlar, Taliban heyetini çağırıyorlar ve seyahat belgesini hazırlamak için insanlardan zorla beyan alıp charter uçak kaldırmaya başladılar. Son birkaç aydır Afganistan’a mültecilerin gönderildiği charter uçaklar kaldırılıyor. En son ‘Yangın tatbikatı yapıyoruz, avukat görüşü olmayacak’ dedikleri gün mültecileri uçağa bindirip İzmir’den Afganistan’a göndermişler” bilgisini verdi. 
 
‘Uluslararası merciler Türkiye’ye dur demek istemiyor’
 
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK), mülteci başvurularında yaptığı bağımsız ve gerçekçi değerlendirmesine karşın, 2018’de Türkiye’nin tek başına değerlendirmeye başladığını vurgulayan Gizem, “Memur asla mülteciyi görmüyor, kimliksiz yakalamışsa, kaçak girmişse mültecilik iddiasında bulunamazsın ya da Afganistan’da bir şekilde yaşayabileceğine karar verebiliyor ve sınır dışı ediyor. Uluslararası merciler Türkiye’ye ‘dur’ demeyi istemiyor. Çünkü Edirne sürecinin tekrarlanabileceğini biliyor. Sınırların açılıp kendi ülkelerine mültecilerin gelebileceğini bildikleri için belki ‘bu kadar da yapma’ der ama temelli bir çözüm sunamaz. BM kurumları ve uluslararası kurumlar var bu kurumlar dayatabilir, kullanabilecekleri imkanlar var. AB yaptırım mekanizması var ama dosyalarımızdan da biliyoruz ki Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımazdan geliyor. Çok etkili olur mu tartışılır ama denenmesi lazım” diye belirtti. 
 
‘Yapabileceklerimiz sınırlı, muhalefeti ve siyasi alanı da açamıyoruz’
 
Yargının bağımsızlığı tartışmalı olsa da ulusal mercilerin, iç hukukun tüketilmesi gerektiğini ifade eden Gizem, “İşkence fiili varsa suç duyurularının yapılması, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun harekete geçirilmesi gerekiyor. Aslında bu birimlerin denetlemesi lazım ama dürtmediğiniz sürece denetlemiyor ya da kurum lehine bazı şeyleri görmezden geliyor. Bağımsız olduğunu iddia ettiği raporları sunuyor. Kararların denetimi için idare mahkemelerine başvurabilir. Uluslararası mercilere CPT’ye başvuruda bulunulabilir. Devam eden zorla gönderme politikasına karşı AİHM’ye başvurulabilir ama bunlar bireyle sınırlı kalır. Topluma ilişkin gerçek çözüm sunamaz. Bizim de çözüm üretmekte zorlandığımız bir dönem. Yapabileceklerimiz sınırlı, karar mercii değiliz. Muhalefet olan CHP de mültecilere ilişkin ‘davulla zurna ile göndereceğiz’ gibi söylemlerle sürekli gönderme üzerine politika yürütüyor. Muhalefet alanını, siyasi alanı da açamıyoruz” diye kaydetti. 
 
‘Politika üretemeyenler mültecileri araçsallaştırdı’
 
Mülteciliğin kişinin kendine özgü zulüm yaşadığı veya haklı bir zulüm korkusunun tanındığı hukuki statü olduğunu ve Türkiye’nin bu statüyü tanımadığını belirten Gizem, mültecilerin siyasi bir araç haline dönüştürüldüğünü  ifade etti. “Mülteciler politika üretemeyenler arasında araçsallaştırıldı” diyen Gizem devamla,  “Bu böyle geldiği için bu alan siyasi ve politik olarak ilerliyor. Kimse hukuki perspektifi görmüyor. Sadece kendi politikaları içine yedirip biz buraya böyle çözüm ürettik gibi söylemlerle hareket ediyor. Yargının da nasıl çalıştığını biliyoruz. Geri gönderilip idam edildikten sonra bir mültecinin en fazla karşılığı yıllar süren bir tazminat davası sonrasında saçma miktarda bir tazminat olur. İnsan öldüğüyle kalır” değerlendirmesi yaptı.
 
‘Sorun mülteciler değil, kapitalistler’
 
Sorunun çözümü için toplumsal bir mücadele gerektiğini belirten Gizem, nefret söylemlerine dikkat çekerek, şunları ekledi:  “Vatandaşın şunu fark etmesi lazım, bu topraklarda vatandaşı olsun olmasın hep beraber yaşıyoruz, sınırların aslında önemi yok. Yaşamlarımızı zorlayan gerçekte sınıfsal konumlarımız. Ekonomik kriz mülteciler var diye değil, kapitalistler var diye oluştu. Gerçek aslında bundan ibaret.”