‘Cezaevindeki tutsaklar hayatta kalabilecek kadar gıdaya erişebiliyor’

  • 09:02 11 Mart 2022
  • Güncel
Melike Aydın 
 
İZMİR - Cezaevlerindeki gıda hakkına ilişkin TİHV tarafından hazırlanan raporun çalışmasında yer alan diyetisyen Dicle Dilan Salman, cezaevi yönetimlerinin tutsaklara  “asmayalım da besleyelim mi” algısı ile yaklaştığını, bu nedenle tutsakların, sadece hayatta kalabilecek kadar gıdaya erişebildiklerine dikkat çekti. 
 
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Akademi Danışmanlık Programı araştırmaları kapsamında hazırlanan çalışmada yer alan diyetisyen Dicle Dilan Salman geçtiğimiz günlerde “Cezaevlerinde sağlıklı ve yeterli gıdaya adil erişim hakkının incelenmesi” isimli gıda hakkı ihlaline dair hazırladığı raporu kamuoyu ile paylaştı. Nermin Biter, Feride Aksu ve Bülent Şık’ın danışmanlığında hazırlanan raporda gıda hakkının tutsaklar tarafından tecrit, çıplak arama işkencesi gibi hak ihlalleri nedeniyle daha ikincil bir hak olarak değerlendirildiği yer alırken, bu hakkın cezaevi yönetimi tarafından sağlanmadığı vurgulandı. 
 
‘Neredeyse herkes aynı sorunları anlatıyor’
 
Raporun İzmir’deki cezaevlerinden son 5 yılda tahliye olanlarla yapılan görüşmeler sonucunda kartopu tekniği yani görüşülen kişinin bir diğerine yönlendirmesi ile gerçekleştirildiğini anımsatan Dicle, “Cevapları analiz ettik ve hangi sorunlar ön planda, neyle ilgili problemler var, bunların çıktısını oluşturmaya çalıştık. 12 kişi az bir sayı gibi gözükebilir ama bu bile birçok sorunu ortaya dökebildi. Herkes neredeyse aynı sorundan bahsediyor. Sadece bu temel problemleri görmek bile bizim için bir adım olmuş oldu” dedi. 
 
‘Sadece beslenme bile siyasi atmosferi yansıtıyor’
 
İzmir’de bulunan 4 farklı cezaevinden birkaç yıl ile 28 yıl arasında değişen sürelerde kalan 6 kadın ve erkekle görüştüklerini belirten Dicle devamında, “Farklı zamanlarda kalanlarla da görüştük. Böylece Covid-19 sürecinde ve sonrasında nasıl bir süreç işlendi veya 28 yıl kalan kişiden dönemlerin nasıl değişmiş olabileceğini de görmüş olduk” diye ifade etti. Görüştükleri kişilerden öncelikle gıda hakkına ilişkin ne bildikleri veya bunu bir hak olarak tanımlayıp tanımlamadıklarını sorguladıklarını kaydeden Dicle, hepsinin yakındığı durumun yetersiz ve dengesiz beslenme olduğunu aktardı. Dicle, “’Yeterli protein alabiliyor musunuz, bize bir gününüzü anlatın, kaç öğün besleniyorsunuz, yağlı tohumlara, meyveye ulaşabiliyor musunuz?’ gibi hem beslenmeye hem de yapıya dair sorular sorduk” sözlerini kullandı.
 
Gıda güvenliği ve ulaşılabilirlik değerlendirildi
 
Gıda güvencesinin ve hijyenin de araştırılarak yiyeceklerin nereden geldiği, nasıl hazırlandığı gibi soruların da cevaplandığını söyleyen Dicle, “ Vitamin ve minerallerin alımını sorduk. Kan tahlili ile bunun tespiti yapılıyor mu? Kantini de sorduk. ‘Oradan yeterince gıda alabiliyor musunuz?, fiyatları ne durumda?, paketli ürünlerin markalarını tanıyorlar mı?’ gibi. Bu da, genel durumu gösterir şekilde” diye kaydetti. 
 
‘Yemekten pansuman malzemesi bile çıkabiliyor’
 
Gıda hakkının ikincil haklar olarak görüldüğünü ve diğer hak taleplerinin daha çok öncelendiğine dikkat çeken Dicle, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü tecritten, çıplak aramadan bahsediliyor. Covid sürecinde hastaneye gitmek daha zor oluyor ve giden kişiler çıplak aramadan geçirilmemek için hastaneye gitmiyorlar. Böylelikle de hastalıklarını bilemiyor ve yeterli dengeli beslenmeye ulaşamıyorlar. Ya da bir yöneticiyle görüşmeye gittiklerinde gıda en son gündeme geliyor. Örneğin çölyak hastasının gıdaya ulaşamaması hakkında görüşülüyor. Kendileri de yetersiz dengesiz besleniyor ve bu da onları sonrasında hasta edecek. Bunu da görüyorlar. Bebek ve süte dahi ulaşamadığı durumlar oluyor, bunu konuşuyorlar. Hepsi yetersiz beslendiğinin farkında. Haftada bir veya iki kez meyveye ulaşıyorlar, etlerin tadı çok kötü olduğu için bazen yıkayarak yemek zorunda kaldıklarını, çünkü kötü yağ kullanıldığını belirtiyorlardı. Yemeğin içinden pansuman malzemesi dahi çıkabiliyormuş.  Birçok insan yönetime güvenmediğinden bu konu için yönetime gitmiyormuş.”
 
‘Asmayalım da besleyelim mi’ yaklaşımı sergileniyor’
 
Görüşülen kadınların tüylenme sorunu yaşadığını ve bunu yemekle bağdaştırdıklarını belirten Dicle, “Hepsi bu tüylenme normal bir tüylenme değil diyorlar. Ya da yönetimin kendilerini zehirleyeceğinden korkuyorlar. Bütün yönetimin onlara ‘asmayalım da besleyelim mi’ algısı ile yaklaştığını ve hayatta kalacak kadar gıdaya ulaştıklarını söylüyorlar. Birçok kişi sindirim problemi yaşıyor. Uzun süreli kalanlarda mutlaka sindirim sorunu var. Güneş alamadıkları ve fındık ceviz gibi yağlı tohumlara ulaşamadıkları için vitamin yetersizliği çok. En başta D vitamini, çinko, magnezyum eksikliği var. Kas ağrısı, saç dökülmesi, yürürken zorlanma gibi şikayetler çok fazla”  diye konuştu. 
 
Farklı hastalıklara aynı menü
 
Farklı hastalığı olan tutsaklara aynı diyet menüsünün verildiğine işaret eden Dicle, “Diyabet, çölyak veya hipertansiyon hastası hatta vejeteryana aynı menü veriliyor. Çölyak hastasına üç öğün elma veriyorlarmış. Bu onun ölümü demek. Onun kendisine has ekmek yemesi gerekiyor. Ama ulaşımı zormuş. Veya vejeteryan ve veganlara et yerine patates veriliyor, biz biliyoruz ki aynı vitamin değil. Güçlendirmek gerekirken yerine sadece gıda tahsis ediliyor. Covid sürecinde de yemeklerin kötü geldiği veya hastaneden sonra getirildikleri karantina durumları tecrit şeklinde oluyormuş. Bu da normalde kaldıkları yerlerde kantinden aldıkları gıdaya ulaşabiliyorlar. Tecritte olan ise sadece yönetimin getirdiği yiyeceğe mecbur kalıyor” dedi.
 
 ‘Beslenme ve besin öğelerinin dengesizliği söz konusu’
 
Açlık grevleri süreçlerinde normalden daha kokulu ve fazla gıdanın verildiğini ancak vitamin, limon, şeker gibi gıdalara erişimin sıkıntılı olduğunu kaydeden Dicle, ilaçların ise belirsiz anlarda getirildiği için bekleyen tutsak açısından strese ve hastalığın ilerlemesine neden olduğunu sözlerine ekledi. İlaçların saatinden geç veya önce getirildiğini, kahvaltının ise gece getirildiğini söyleyen Dicle, “Kahvaltı sabaha soğumuş oluyor. Yeme miktarı azalıyor, ekmek yetersiz. Yine yoğurdun kişi başına bir kaşık verildiğinden bahsettiler. Hem beslenme hem de besin ögelerinin dengesizliği söz konusu. İaşe miktarı bugün bu enflasyonla başa çıkabilecek seviyede değil” diye belirtti. 
 
‘Sağlanmayan gıda hakkından bir de para isteniyor’
 
Tutsakların beslenme sorununa karşı çözüm üretmeye çalıştığını ifade eden Dicle, “Örneğin kantinden biber alıp kurutuyorlar. Kantinden aldığı şeyi başka bir şeye dönüştürmeye çalışıyorlar. Ama sonra çıktılarında bu iaşe paraları da isteniyormuş. Bu, tüketmediği yemeğin parasını ödemek demek” diye kaydetti. 
 
‘Adli mahkumlarda komün yaşam olmadığı için zorlanıyorlar’
 
Başka cezaevlerin de de aynı sorunların yaşandığına işaret eden Dicle şöyle devam etti: “Siyasi koğuşlarda komün yaşam söz konusu olduğu için ortak alım yapılıyor. Adli mahkumlarda ise herkes kendi alışverişini yaptığı için parası olmayan daha da kötü besleniyor. Adli mahkumlarla kalan bir kişi, ‘onun bulaşığını yıkamak zorundayım ki bana bir iki lira versin’ diyordu. Ya da onların yemediği arta kalan kahvaltılıkları toplayıp aç kalınca onları yediklerini söylüyordu. Çok az paralara uzun zaman yemek yapım yerlerinden dışarıya üretilen gıdalarda çalıştırılıyor ve besin alacak kadar para kazanmamış oluyorlar. Siyasi mahpuslar çalışmıyor ama adlilerde böyle bir sıkıntı da var.”
 
‘Suyu bile kendi paraları ile alıyorlar’
 
Besin ögelerinin besin değerlerine göre düzenlenip, daha fazla çeşitliliğin sağlandığı bir beslenme örüntüsünün kurulması gerektiğinin altını çizen Dicle, “Çocuklar ve hasta mahpuslara tam ihtiyaçlarına göre kişiye özel menü çıkarılması gerekiyor çünkü herkesin hastalığının tetikleyicisi farklı. Tarihi geçmiş gıdalardan hijyene kadar sorunların hepsinin çözülmesi gerekiyor. Bunlar sağlandığı zaman gıda hakkının konuşulmaya başlanacağını düşünüyorum. Biraz daha güneş görmeleri, egzersiz yapabilmeleri gerekiyor. D vitamini beslenmeden alamıyoruz. Su bile sorun. Kendi paralarıyla alıyorlarmış. Suyu bile yeterince içemiyorlar” diye konuştu.