Kadın özgürlük zamanı (6)

  • 09:01 5 Mart 2022
  • Güncel
 
8 Mart’ı karşılayan kadınlar: Tek mutluluk kaynağımız mücadele!
 
Rozerin Gültekin-Gülistan Dursun 
 
İSTANBUL - 8 Mart’a doğru giderken mikrofon uzattığımız kadınlar, Türkiye’de yaşamaktan mutlu olmadıklarını belirtirken, kendilerini mutlu eden tek kaynağın mücadele ve direniş olduğuna dikkat çekti.
 
Kadınlar bu yıl da erkek devlet şiddetine karşı mücadelelerini 8 Mart alanlarına taşıyacak. Kadınlar evlerinde, iş yerlerinde, sokaklarda karşılaştıkları erkek devlet şiddetine karşı özsavunmanın gücü ile direnişlerini ortaya koyuyor ve bu yıl da özgürlüğe yürüyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesi mikrofon uzattığımız kadınlara, ülkede mutlu olup olmadıklarını ve yaşadıkları hak ihlallerini sorduk. Kadınların birçoğu bu soruya yanıt vermekten çekinirken, bunu ülkedeki siyasi ve politik atmosfere bağlayarak artan tutuklamalara da işaret etti.
 
‘Mutluluk veren tek şey kadın mücadelesi’
 
Her kadın ve LGBTİ+ gibi kendisinin de mutlu olmadığını ifade eden üniversite öğrencisi Hivda Selen, mutsuzluğunun nedenini devletin kadınlar ve LGBTİ+’lara karşı uyguladığı faşist uygulamalar olduğunu söyledi. Hivda, “Liseli kadınlar cinsiyetçi eğitime, idarenin baskısına maruz kalıyor. Üniversitelerde kadınlar yine erkek egemen yaklaşımla karşı karşıya kalıyor. İşçi kadınlar emek sömürüsü ile karşı karşıya kalıyor, ev emekçisi kadınlar görünmeyen emek sömürüsüne maruz kalıyor. Yani kadınların koşulları böyle. Bu topraklarda kadınların politik özgürlük sorunu var. Eylem ve örgütlenme hakkımız yok. Bunları kazanmak için mücadele ettiğimizde çeşitli saldırılara maruz kalıyoruz. Sokakta istediğimiz gibi yürüyemiyoruz. Mutluluk veren ise kadın özgürlük mücadelesini ve kadın dayanışmasını büyütmek. Kadın mücadelesi bizlere kendimizi savunacağımız mekanizmaları gösteriyor. Her gün kürsülerden yarım kadın, namuslu, iffetli, makbul kadın anlayışı yaratmaya çalışılıyorlar” dedi.
 
‘Şiddet erkek devlet diliyle üretiliyor’
 
Devletin kadın düşmanlığı politikasının cezaevlerinin de devam ettiğini dile getiren Hivda, Garibe Gezer’in cezaevinde katledilmesinin,  kadın tutsakların çok ağır baskılar maruz kalmasının da bu politikaların sonucu olduğunu belirtti. Hivda, “Mücadele içinde ya da dışında, evlerde her yerde kadınlar devletin doğrudan şiddet diliyle, erkek şiddetinin kendisi ile karşı karşıya kalabiliyor. Devlet cezasızlık politikasını meşrulaştırmaya çalışıyor. Şiddet erkek devlet diliyle üretiliyor. Kadın olarak Türkiye’de ve Kürdistan’da sosyalist ve Kürt kimliğimle daha özgür ve demokratik bir biçimde yaşamak istiyorum. Bu dünyayı kendi ellerimizle yaratmak için bu mücadelenin bir parçasıyım. O günleri beraber yaratabiliriz. Kadın özgürlük mücadelesinin birikimi ile erkek devlet şiddetine karşı mücadelemizi 8 Mart’ta büyütelim” diye çağrıda bulundu.
 
‘Kadınlar istediği gibi yaşayamıyor’
 
Kadın olarak Türkiye’de yaşamaktan mutlu olmadığını söyleyen öğrenci Ela Yeşilkaya, kadının bedenine, yaşamına her geçen gün saldırıların arttığının altını çizdi. “En mutlu olduğum zamanlar kadınlarla beraber kadın mücadelesini daha ileriye taşıdığımız ve erkek egemen devlete karşı mücadele ettiğimiz anlar” diyen Ela, kadınların kendi istedikleri gibi yaşayamadıklarını belirtti. Devletin taciz ve tecavüzü sürekli meşrulaştırdığını ve kadınları yoksulluğa mâhkum ettiğine vurgu yapan Elif, “Kadınlar kadın mücadelesi yürüttüğü için tutuklanıyor. Kadın olarak daha özgür yaşayabildiğim söz söyleyebildiğim, kendi kimliğim ile var olabildiğim, kadınların yoksulluk içinde yaşamadığı bir Türkiye'de yaşamak isterdim. Bunu kadınlar olarak birlikte kuracağımıza inanıyorum. 8 Mart’a giderken bedenlerimize ve hayatlarımıza yapılan saldırılara karşı bütün kadınları isyanını yükseltmeye çağırıyorum” diye konuştu.
 
‘Cam tavan olgusu var’
 
Türkiye’de yaşamaktan mutlu olmadığını aktaran öğrenci Melisa Akay da ataerkil toplumdan dolayı kadınların yaşamlarında çok zorluklar yaşadığını ifade etti. Kadınların iş ve sosyal yaşamda hep arka planda kaldığını belirten Melisa, “ Özellikle iş hayatında cam tavan denilen bir olgu var ve ne kadar yükselsen de görülmüyorsun. Kadınlar sosyoekonomik alanda da geri planda kalıyor. İş bölümlerinde de cinsiyetçi bir yaklaşım var. Bizim ülkemizdeki erkeklerin yetiştirilme tarzında yanlışlık var” dedi. Melisa iktidarın kadın düşmanı dilinin topluma empoze edildiğini belirterek “Sen kadınsın bu saate dışarı çıkamazsın” anlayışını politikalarıyla meşrulaştırdığına dikkat çekti. 
 
‘Ayrışma değil dayanışma’
 
Kadın haklarını koruyan yasaların yaygınlaşması ve uygulanması gerektiğine işaret eden Melisa, feshedilen İstanbul Sözleşmesi’nin tekrardan yürürlüğe girmesi gerektiğini söyledi. Hukuk sisteminin onarıcı olması gerektiğini belirten Melisa, “Bizim ülkede kadınlar dezavantajlı bir konumda ve bunun için dezavantajlı gruplara yönelik daha iyileştirici uygulamalar olmalı. Kadınların haklarını savunmaya yönelik hukukun oluşmasını isterim” şeklinde konuştu. Bir kadın olarak daha özgürlükçü ve eşit şartlarda yaşamak istediğini dile getiren Melisa, “Sadece insan olarak yaşamak isterim bu cinsiyetçi politikaların olduğu, bizim geri planda bırakıldığımız bir ülkede yaşamak istemezdim eşit bir toplumda yaşamak isterdim. Bizim için önemli ayrışma değil dayanışmadır” diye ekledi. 
 
‘İktidarın dili erkeği cesaretlendiriyor’
 
Ataerkil düşüncenin bütün topluma sirayet ettiğini ve bu baskın ataerkil düşüncenin kadınları yıprattığını söyleyen öğrenci Nazelin Arı ise “Kadın cinayetlerinde failler daha fazla ceza alsaydı ya da herhangi bir indirimden faydalanmasaydılar şu an bu durumlar olmazdı” diye konuştu. İktidarın kullandığı kadın düşmanı dilin erkekleri daha da cesaretlendirdiğini ve erkeklerin kendilerini kadınlardan daha üstün görmelerine sebep olduğunu vurgulayan Nazelin, “Erkeklerin sahip olduğu haklara sahip olmak ve kadın cinayetlerinin olmadığı bir ülkede yaşamak isterdim” dedi. Nazelin son olarak 8 Mart mesajını şu ifadeler ile dile getirdi: “Kadınların 8 Mart’ta daha cesur olmalarını ve erkeklerden daha güçlü olduklarını göstermelerini isterdim.” 
 
‘Bir mekanda bile rahat oturamıyoruz’
 
Türkiye’de kadın ve erkek haklarında eşitsizliğin olmasının kendisini mutsuz ettiğini söyleyen öğrenci Zehra Bozkurt da “Çok fazla sıkıntıların olduğu bir dönemden geçiyoruz. Saat 18.00’dan sonra tenha yerlerde gezemiyoruz ya da bir erkeğin oturduğu bir mekan da oturmanın büyük sıkıntı olabileceği bir ülkede yaşıyoruz. Tesettürlü bir kadın olarak istediğimiz şeyleri yapamadığımız bir Türkiye’de yaşıyoruz. Kadınsın yapamazsın, motora binemezsin, okuyamazsın ya da okursan da ne fark eder evlenip gideceksin” ifadeleri ile maruz kaldıkları toplumsal baskıları dile getirdi. Zehra, kadınların evlendikten sonra da şiddet görmeye katledilmeye devam edildiğini evlilikte kadınların obje olarak görüldüğünü sözlerine ekledi.  
 
‘Küçük yaştan itibaren hak ihlallerine maruz kalıyoruz’
 
“Cehalet ile yoğrulmuş bir ülkede yaşıyoruz” diyen Zehra, Türkiye’de kadınların hak ihlallerini küçük yaştan beri yaşamaya başladığına işaret etti. Zehra, “Reşit oldun evlen hadi evlendim daha ben çocuğum çocuktan çocuk beklemek ile başlıyor bütün hak ihlalleri” diye belirtti. Adalet ve hukukun sağlandığı bir ülkede yaşamak istediğini ifade eden Zehra, “Tek başına gecenin bir vakti taksiye neden bindin gibi söylemlerin olmadığı, cehaletin olmadığı ve medeniyetle yoğrulmuş bir Türkiye’de yaşamak benim için güzel olur” temennisinde bulundu.
 
‘Savaşın mağdurları kadın ve çocuklar’
 
Kadınların, çocukların istismara maruz kaldığı, ikinci sınıfa atıldığı bir toplumun oluştuğunu bundan dolayı kendisini kadın olarak mutlu hissetmediğini dile getiren Songül Erdoğan da, “Ekonomi düzeyi de insanlarda eşit değil. Adalet siyaset ile ölçülmemeli. Türkiye’de artık her şey siyaset ile ölçülüyor” dedi. Songül, savaşların en büyük mağdurlarının kadın ve çocuklar olduğunu, bunun en son örneğini de Rusya-Ukrayna savaşında kadınlara dönük cinsel içerikli söylemlerde görüldüğünü söyledi. Songül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kadın ile erkeğin ırk ayrımı olmadan eşit bir dünya düzeninde yaşaması gerekiyor. Türkiye yaşam şartlarında hiçbir kadın eşit değil. Yerken, içerken, çalışırken, taşıta binerken eşit değiliz. Kadının bir dışlanmışlığı var fakat sanki eşitmişiz gibi bir gösterişleri var ve bu ne yazık ki din adı altında yapılıyor” diye konuştu.
 
'Kadınlar birbirine destek vermeli’
 
Türkiye’de cezasızlık politikasının uygulandığına vurgu yapan Songül, “Kadına, hayvana yapılan zulmün haddi hesabı yok. Cezalar çok hafifi caydırıcı değil. Kadınların birbirine destek vermesi gerekiyor. Bir olayda bana ne denilmemeli. Önce kadın kadına destek verecek. Çünkü kadının hem cinsini dışladığı bir toplumda kadın zaten destek bulamaz” dedi. 
 
‘Mücadele ile kazanamayacağımız bir şey yok’
 
Ülkedeki siyasi, politik atmosferden dolayı ismini vermek istemeyen bir kadın ise Türkiye’de yaşamaktan tedirgin olduğunu söyleyerek, “Adalete olan güvenimiz azalıyor. Kime sığınacağımızı bilemiyoruz. Hakkımızı ya da bir kadının öldürüldüğünü Twitter’dan öğreniyoruz. Çok mutlu, refah seviyesinin yüksek olduğu bir Türkiye’de yaşamak isterdim ama bu imkansız gibi bir şey. Bataklık gibi bir yerdeyiz. Hiçbir şeyin cezası, karşılığı yok. Ama bütün olumsuzluklara karşı kadın mücadelesi ile kazanamayacağımız hiçbir şey yok. Birliği, mücadeleyi bırakmamamız gereken bir 8 Mart bekliyor bizi. Ayrıca ben sadece 8 Mart’ta değil her gün değerli olmak, eşit olmak istiyorum” diye belirtti.