Siyasetçilerden tutsaklar için direniş çağrısı

  • 09:12 17 Ocak 2022
  • Güncel
Marta Sömek
 
İSTANBUL- Cezaevlerindeki hak ihlallerine ve hasta tutsakların durumuna dikkat çeken siyasetçiler, “1980’lerde, 12 Eylüllerde ve daha başka dönemlerde sahip çıkıldığı gibi şimdi de hasta mahpuslara sahip çıkmak, gündemleştirmek gerek. Devlet aklı elinden geleni yapacaktır ama dışarıdaki insanlar da dört duvar arasında olan insanlara bu kadar şey yüklememeli” diye seslendi. 
 
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 2020 yılında yayınladığı “Hapishaneler Raporu” verilerine göre, Türkiye ve bölge cezaevlerinde 604’ü ağır olmak üzere bin 605 hasta tutsak bulunuyor. Cezaevlerindeki tecrit, işkence ve şiddet politikaları ile beraber hak ihlalleri de koronavirüs (Covid-19) salgını ile her geçen gün artış gösteriyor. Birçok cezaevinden cezaevi idaresi ve gardiyanlar tarafından tutsaklara yönelik tehditler gelirken yaşam hakları ve temel hakları saldırı altında olan tutsaklar cezaevlerinden dışarıya sesini duyurmaya çalışıyor. 
 
Failler dahi gözaltı işlemleri süresinde tedaviye erişebilirken, ağır hasta tutsaklar tedavi haklarından faydalanamıyor. Öte yandan hastane dönüşünde 14 günlük karantina dayatması nedeniyle birçok hasta tutsak tek başına yaşamını idame edemeyeceği ya da cezaevindeki baskılar nedeniyle 14 gün yalnız kalmaktan endişe duydukları için hastaneye gidemiyor.
 
Hasta tutsakların maruz kaldıkları ihlaller, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) raporları ile ölüme sürüklenen tutsakların durumuna ilişkin konuşan siyasetçiler, “Cezaevlerindeki arkadaşların yalnızlaştırmaya, tecride, hafızasızlaştırmaya karşı çok yönlü direnişleri var ama seslerini bizim de bir şekilde daha örgütlü bir şekilde çıkarmamız gerekiyor” mesajı verdi. 
 
‘Tutsakların intihara sürüklenmesi bir mesaj verme tutumudur’
 
AKP iktidarı döneminde çok fazla hak ihlallerinin yaşandığını vurgulayan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Şişli İlçe Yönetim Kurulu üyesi Nazmiye Ülker, “İnsanlar artık cezalarını doldurmasına rağmen infazları dahil yakılıyorsa hasta tutsaklara yönelik hapishanelerde tamamen bir yaptırım uygulanıyor” dedi.
 
Cezaevlerindeki tutsakların intihara sürüklenmesinin dışarıdakilere de bir mesaj verildğine işaret eden Nazmiye, “Siz de itaat etmezseniz, teslim olmazsanız, hep böyle mücadeleye devam ederseniz hepinizin sonu budur’ demeye çalışıyorlar. Maalesef yeni değil, 1989’da tek tip elbiseler için açlık grevine giren mahpuslar cezaevlerine nakledilirken dayakla öldürülenler olmuştu, biz de topluma duyarlılığı yaymak için 15 gün açlık grevine girmiştik” örneğini verdi.
 
‘Devlet kadınları teslim almak için aynı yöntemleri kullanıyor’
 
Nazmiye, aradan 30 yıl geçmesine rağmen kendini tekrarlayan bir devlet, yönetim biçimi ve özellikle kadınları teslim alabilmek için “Kadınların ne işi var politikada, otursun evinde üç çocuk büyütsün” diyen bir zihniyetin iktidarda olduğunun altını çizdi. “Bu zihniyetin kadınlar üzerindeki tutumu zaten bile bile ölüme terk etmek” diyen Nazmiye, hekimlik eğitimi almış doktorların ATK raporlarındaki hukuksuzluklarına da değindi. Nazmiye “Aysel Tuğluk için ‘cezaevinde kalabilir’ raporu vermek düşman hukuku uygulamaktan başka bir şey değildir. Özellikle de onurlu, mücadele eden, dik davranan, itaat etmeyen kadınlar için tamamen ya ölüme terk etmek ya da ölüme zorlamaktır” değerlendirmesini yaptı. 
 
‘12 Eylül’de verdiğimiz mücadeleyi tekrar vermek gerekiyor’
 
Kocaeli Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tecavüz ve işkenceye maruz kalan Garibe Gezer’in İnsan Hakları Haftası’nda katledildiğine işaret eden Nazmiye,  bu durumun tesadüf olmadığını belirtti. “Herkes bunun hesabını bir gün mutlaka verecektir” diyen Nazmiye, sözlerine şöyle devam etti: “1980’lerde, 12 Eylüllerde ve daha başka dönemlerde sahip çıkıldığı gibi şimdi de tutsaklara ve hasta mahpuslara sahip çıkmak, gündemleştirmek gerek. Devlet aklı elinden geleni yapacaktır ama dışarıdaki insanlar da dört duvar arasında olan insanlara bu kadar şey yüklememeli, topluma çok çok büyük görevler düşüyor. Duyarlılık gösterilmeli, hasta mahpuslar muhakkak tahliye edilmeli, dışarıda tedavileri sürdürülmeli ve toplumun içine tekrar geri dönmeli.”
 
Kadınlara ve tutsaklara dönük şiddet mekanizması
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) İstanbul İl Kadın Sözcüsü Didem Acabey ise, Türkiye’de yargı mekanizmasının baştan uca kadar her alanının erkek-devlet şiddeti haline geldiğini dile getirdi. “Çıplak aramadan tutalım gözaltı ve tutuklama süreçlerinin hepsi yine kadına ve tutsağa bir şiddet mekanizması halinde dönüyor” tespitinde bulunan Didem, erkek-devlet şiddetine karşı mücadeleyi büyüttüklerini kaydetti. Kadınların erkek-devlet şiddetini çok iyi bildiklerini paylaşan Didem, “İpek Er neden intihara sürüklendi, İpek Er’den biliyoruz, Gülistan Doku nasıl kaybettirildi, Gülistan Doku’dan biliyoruz, Ayşe Gökkan’a neden 30 yıl ceza verildi, Ayşe Gökkan’dan biliyoruz, Deniz Poyraz’dan biliyoruz, Garibe Gezer’den biliyoruz” şeklinde konuştu.
 
‘Düzmece raporlarla zulmedilerek cezaevinde tutuluyor!’
 
Cezaevlerindeki tutsakların sistematik bir şekilde cinsel, psikolojik, fiziksel şiddete maruz bırakıldığını paylaşan Didem, aynı zamanda tutsakların tecrit politikasıyla yalnızlaştırılarak intihara sürüklendiklerini vurguladı.  Didem, “Garibe Gezer hücrede neden tek başına öldürüldü, neden cenazesi kaçırıldı, neden cenaze aracı verilmedi, ‘Alın cenazenizi gidin buradan’ denilmesi, o öfke, Kürtlerden edilen nefret çok açık ve net bir ibareydi” ifadelerini kullandı.Öte yandan Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldırıldığı zaman günlerce kendine gelemediğini söyleyen Didem, “Aysel hafıza kaybı yaşıyor, yaşadığı ağır süreçlerden, cezaevi koşullarından ve devletin gösterdiği zulümden kaynaklı demans hastası oldu” dedi. Didem Aysel’in, tutanaklarda “hastalığı tutsaklığına engeldir” denilmesine rağmen “yeni düzmece raporlarla” tekrar zulmedilerek cezaevinde tutulmaya devam edildiğini kaydetti. 
 
‘Ekin Wan’a ve Garibe Gezer’e yapılanlar aynı’
 
2014’ten buna Kürtlere yönelik “Çöktürme Planı”nın devrede olduğunu anımsatan Didem, söz konusu planla devletin çeşitli mekanizmaları araçsallaştırarak saldırıları sürdürdüğünü dile getirdi. Özel savaş  politikalarının Kürt illerinde ve Batı’da farklı işletildiğine dikkat çeken Didem, “Kürdistan’da özellikle KHK ile kapatılan kurumlar ve kayyımlar sonrasında çok ciddi toplumda dayatılan bir şiddet, fuhuş ve uyuşturucu çeteleşmesi ve kadın ölümlerinde artış var. Kadınlara yönelik şiddetin değişmediğini de görüyoruz, Ekin Wan’ın vücudunun teşhir edilmesiyle Garibe Gezer’e cinsel şiddette bulunarak onu bir hücrede ölüme terk etmek çok farklı şeyler değil, ikisi de erkek-devlet şiddeti.” 
 
‘Direnişlerine destek vermeliyiz’
 
Kadınların her yerde sistematik şiddete uğradığını belirten Didem, “Son dönemlerde yine genç kadınların kaçırılması, cezaevindeki kadınlara çıplak aramayla birlikte başlayan komple bir şiddetle kendini örgütleyen bir yapı var karşımızda. Bu yapıya karşı daha örgütlü bir şekilde ses çıkartılması gerekiyor. Cezaevlerindeki arkadaşların yalnızlaştırmaya, tecride, hafızasızlaştırmaya karşı çok yönlü direnişleri var ama seslerini bizim de bir şekilde daha örgütlü bir şekilde çıkarmamız gerekiyor” dedi.
 
‘Seslerini duyurmaktan başka çaremiz yok’
 
Garibe’nin yaşamını yitirmeden önce ajansımıza gönderdiği “Sesim duyulsun” mesajını anımsatan Didem, “Garibe arkadaşın da ilk talebi sesinin ve yaşadığı zulmün duyurulmasıydı, cezaevlerindeki arkadaşların aileleriyle birlikte seslerini duyurmaktan başka çaremiz yok, onların direnişlerine destek vermeliyiz. Dayatılan tecrit ve baskılara karşı mücadelemizi birlikte büyüteceğiz” çağrısını yaptı.