‘Zırhlı araç çarpmalarına ilişkin STÖ’ler farklı çözümler üretmeli’

  • 09:03 4 Kasım 2021
  • Güncel
 
Melike Aydın
 
İZMİR - Zırhlı araçların şehir içinde dolaşımının engellenmesi için mücadele verilmesi gerektiğini ifade eden Avukat Özlem Yılmaz, hak ihlallerine karşı parçalı duruşun ve duyarsızlıkla mücadele için sivil toplum örgütlerinin ortaklaşarak çözüm üretmesi gerektiğini belirtti.
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi’nin yayınladığı 2008-2021 yıllarını kapsayan rapora göre 13 yılda en az 76 olayda 20'si çocuk 42 kişi hayatını kaybetti. Başta yaşam hakkı olmak üzere zırhlı araçlarla oluşan hak ihlallerine karşı açılan davaların çoğunda aracı süren uzman çavuşa, para cezası verilmesi veya hafif cezalar alması ile sonuçlanan davalar olsa da çoğunlukla beraatla noktalandı. 
 
İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD) Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Özlem Yılmaz zırhlı araçların çarpması sonucu yaşanan olaylarda sadece aracı kullanan uzman çavuşun değil devletin de sorumluluğu olduğunu ifade etti. 
 
‘Bilinçli taksir olarak üzerine gidilmeli’
 
Polis aracı statüsünde öncelikli geçiş hakkı olan zırhlı araçlardan gelen zararlara ilişkin insanı koruyucu bir kanun olmadığını dile getiren Özlem, zararlarda kara yolları trafik kanunlarının uygulandığını belirtti. Sıradan bir trafik kazası gibi trafik polislerinin yaptığı tespit üzerinden taksirle ölüme sebebiyet suçlamasıyla ceza davası açıldığını kaydeden Özlem, “Bu suçun cezası ya para cezası ya da oldukça hafif bir ceza. Öncelikle bu yargılamalarda iç hukukta cezasızlığı önleyecek şekilde geliştirmek gerekiyor. Basit bir trafik kazası olarak nitelemek yerine bunun aslında bilinçli taksir olarak üzerine gitmek ya da görevi ihmal ve görevi kötüye kullanmadır” diye konuştu.
 
‘Zırhlılar kamusal alandan çekilmeli’
 
Geçiş önceliği olan araçlarla ilgili yönetmelikte bu araçların hem sesli hem de ışıklı sinyal kullanmak durumunda olduğunu hatırlatan Özlem, dosyalarda bu durumun dikkatle incelenmesi gerektiğini belirtti. İlk adım olarak bu araçların kamusal alanlara girmemesini sağlamak olduğunun altını çizen Özlem, “İkinci adım eğer girmelerinin önüne engel konamıyorsa, girdikleri sırada işaret vermelerini sağlamak. Ben bu işareti vermediklerini düşünüyorum. Çocuklarla ilgili ceza davalarını takip eden avukatlar belki buradan yola çıkıp görevi ihmal ve görevi kötüye kullanmak suçlarından sadece aracı kullanana değil o aracı denetleyenlerin de yargılanmasını hedefleyebilirler. Belki bu kamuda bilincin artmasını sağlayabilir” şeklinde dile getirdi.
 
‘Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin birçok maddesi ihlal ediliyor’
 
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ilk maddesindeki çocuğun üstün yararının korunmasına ve 38’inci maddesinde çatışma alanlarındaki çocukların silahlı çatışmadan özel olarak korunmasının ihlal edildiğini ifade eden Özlem, “Yaralanan çocuklara yaşadıkları korku ve travma için devletin destek sağlaması gerekiyor. Ailelerin de rehabilite edilmesi gerekiyor. Sözleşmenin bir maddesi çocuğun ya da ailesinin, fikrinden, düşüncesinden, etnik kökeninden dolayı hiçbir ayrımcılık yapmamaktır. Panzerlerin çocukları ezmesini düşündüğümüzde karşılaştığımız şehirler Kürtlerin ağırlıkta olduğu şehirler. Bu anlamda da Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiğini düşünüyorum” dedi.
 
‘Hukuk mücadelesi verilirken devletin sorumluluğu genişletilmeli’
 
Devletin sorumluluğunun ölüm meydana geldiğinde etkin soruşturmayı da içerdiğini belirten Özlem, özellikle çocukların ölümüyle ilgili savcılık şikayetlerinde Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ileri sürülmesi gerektiğini belirterek, “Sivil toplum kurumlarının Birleşmiş Çocuk Hakları Komitesine, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ilişkin raporlar verilebilir. Yaşam hakkı ihlaline ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak başvurularda çocuk örgütleri üçüncü taraf görüşü belirtebilir. Üçüncü taraf görüşü ihlal kararı çıkmasını kolaylaştırır. Bunlar uzun süren meşakkatli yollar. Öncelikle iç hukukta idari sorumluluğun üzerine gitmesi için tazminat davaları açılmalı, idare mahkemesine hizmet kusurundan doğan davalar açılmalı, devletin bu konudaki kusuru tartışılmalı. Böyle olduğunda suç bireysel, panzerin şoförünün üzerine kalmayacaktır. Devletin sorumluluğu genelleştirilecek ve yayılacaktır” diye ifade etti.
 
‘AİHM 2015’te kötü bir sınav verdi’
 
AİHM’in 2015’te yaşanan sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili ciddi ihlal bulamayarak kötü bir sınav verdiğini dile getiren Özlem, yine de mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Özlem, “Cizre’de sokağa çıkma yasaklarının olduğu süreçte yaşanan ölümleri düşününce AİHM bir tedbir kararı bile veremedi. Verseydi bu bazı ölümleri önleyici olabilirdi. Uluslararası mekanizmaların ve uluslararası mahkemelerin yaşadığı bir tıkanma da var. Dünyada popülist liderlerin önde gittiği tuhaf bir durum var. Demokrasicilik oyunu var. Uluslararası mekanizmalarda tıkanıyorlar. Belki insan hakları hareketi bu mekanizmaların yerine daha işler daha dinamik mekanizmalar da düşünmesi gerekiyor” şeklinde belirtti.
 
‘Tek yol hukuk değil’
 
1990’lı yıllarda toplumda hak ihlallerine karşı bugünkü gibi bir duyarsızlık yaşanmadığını, günümüzde ise toplumun her kesiminde ve çok yaygın şekilde yaşanan hak ihlallerine karşı sadece kendi grubuna dair hakkın ihlaline karşı duyarlılığın olduğunu ifade eden Özlem, “Batıda yaşayan biri panzerlerin altında kalan birini umursamayabiliyor. Bunu bir araya getirebildiğimizde, her ihlalde bizim bir parça canımız yandığında biraz daha adım atabileceğiz. Devletin kendi yaptığı ihlalinin meşrulaştırmasının bir yanı da düşmanlaştırma hedef gösterme aslında o teröristti deyince diğer insanların gözüne perde inmeye başlıyor. Barış akademisyenlerine de, HDP’li siyasetçilere de aynı şeyi yapıyor. Kendi insan hakları ihlalini meşru gösterecek araçlar sağlıyor kendisine. Lanetliyor. Burada ölenler çocuk ama ‘bizden’ ve ‘onlardan’ı yaratıyor. Bunu kırabilmenin yolunu araştırmamız gerekiyor hep birlikte. Tek yol hukuk değil” şeklinde konuştu.