Akademisyen Hatice Çoban: Irkçılık kadın kimliği üzerinden gelişiyor

  • 09:06 16 Ekim 2021
  • Güncel
Öznur Değer 
 
ANKARA - Irkçılığın başka bir forma bürünerek günümüzde sinsi bir şekilde işlendiğini kaydeden akademisyen Hatice Çoban Keneş, “yeni ırkçılığın” en çok kadınları hedef aldığını belirtti. Hatice, “Kadınların bu direnişine destek vermek, güçlendirmek ve arkalarında durmak gerekiyor. TJA’nın mitingi bu anlamda önemli bir eylem, önemli bir çağrı” dedi.
 
Tevgera Jinên Azad (TJA), bugün Diyarbakır’da “Irkçılığa ve cinsiyetçiliğe êdî bes e (artık yeter), şimdi kadın özgürlük zamanı” şiarıyla düzenleyeceği miting ile kadınlarla buluşuyor. Eril zihniyetin hüküm sürmeye çalıştığı ülkede baskı cenderesi altında tutulan kadınlar için direniş meşalesini yükselten kadınlar, kadınların, çocukların ve halkların maruz kaldığı ırkçılık ve cinsiyetçiliğe karşı bulundukları alanları mücadele alanına çeviriyor.
 
TJA’nın şiarı kapsamında artan ırkçılığa ilişkin “Yeni ırkçılığın kirli ötekileri Kürtler, Aleviler ve Ermeniler” adlı kitabın yazarı Munzur Üniversitesi Öğretim Görevlisi Hatice Çoban Keneş ile konuştuk.
 
‘Yeni ırkçılık’
 
Hatice, ırkçılığın bugün hala bilinen anlamıyla, belli yıllara kadar ABD’de siyahileri deri renginden dolayı ikincilleştiren, köleliğe vardıran ve tarihe gömülerek kaybolduğu sanılan bir tanımlama olarak görüldüğünü kaydetti. “Artık bu tanımı yenilemek gerekmektedir”. Irkçılığı “yeni ırkçılık” olarak tanımlayan Hatice, “Eskiden biyolojik farklılaşmaya yönelik bir ikincilleştirme ve ırkçılaştırma söz konusuydu. Ancak bu klasik dediğimiz ırkçı uygulamalar 1950’lerden sonra resmi olarak yasaklandı. Yani başta siyahilere yönelik olarak uygulanan biyolojik ırkçılık yasaklandı. Hiçbir devletin anayasasında ‘ten rengine, etnik kimliğine, cinsiyet kimliğine dayalı olarak bir kesim aşağıdadır, ikincildir, şu kesime tabidir’ diye bir yasa göremezsiniz. Ama bu ırkçılığın olmadığı anlamına gelmiyor. Irkçılık, başka bir şekle, forma bürünerek günümüzde çok daha sinsi bir şekilde işliyor. Ten rengi yerine etnik kimliği, kültürel yaşam biçimini, cinsiyet kimliğine vb her türlü farkın konulmasıyla işliyor artık. Dolayısıyla hem yok olmuş gibi yanılsamalı bir anlam içeriyor, hem de çok daha sinsi bir şekilde gündelik yaşamda, dilde, söylemde her yerde karşımıza çıkıyor. Bildiğimiz, klasik biyolojik ırkçılığa denk gelmediği için de ırkçılık olarak görülmüyor ve cezasızlıkla karşı karşıya. Dolayısıyla ben ırkçılığın bugün her türlü farka dayanarak işlemesine ‘yeni ırkçılık’ diyorum. Irksız ırkçılık diyen var, kültürel ırkçılık diyen var, farkçı ırkçılık diyen var” sözlerine yer verdi.
 
‘Meşrulaştırıcı sözler zihinsel bir harita oluşturuyor’
 
Pek çok ülkede yeni ırkçılığın günümüzdeki formuna dayalı ırkçı uygulamalara örnek verilebileceğini dile getiren Hatice, ülkede Suriyeli mültecilere yönelik “pogrom”lara varan ırkçılığa işaret etti. Yanı sıra mevsimlik Kürt işçilere yönelik artan ırkçı saldırılara dikkat çeken Hatice, “Sakarya’da, Konya’da, Karadeniz’de mevsimlik Kürt işçilere yönelik Kürt oldukları için bir linç, dışlama ve saldırı görebiliyoruz. Irkçılık kendiliğinden ortaya çıkan bir şey değil. Eğer içinde bulunduğumuz politik sistem ırkçıysa, en tepeden bu ırkçı söylemler rahatlıkla dolaşıma sürülüyorsa medya da buna eklemleniyor. Medyadan da sıradan insanların diline ve davranışlarına yansıyor. Gündelik haberlere bakın, ‘uzaklaştırma kararı aldırdığı eşini 10 yerinden bıçakladı’,  ‘Mesajlaşmasından şüphelendiği karısını öldürdü’ gibi haberler sıradan görünüyor ama meşrulaştırıcı bir gerekçe ile haberleştiriliyor. ‘Kıskançlık’, ‘cinnet’, ‘şüphelenme’ gibi meşrulaştırıcı sözler kullanıldığında zihinsel bir harita oluşturmuş oluyorsunuz. Sıradan basit gibi gördüğümüz o haberler bir harita sunuyor önümüze. Bu durum sıradan insanların da gündelik dilini etkiliyor, düşünme,  anlamlandırma biçimlerini etkiliyor” dedi.
 
‘Ötekiyi öğrenmenin kestirme yolu medya’
 
Irkçılığın sistemsel bir sorun olduğunu kaydeden Hatice, cezasızlık politikalarının da bu tür yeni ırkçı uygulamaların yaşanmasında etkili olduğunu söyledi. Yargı indirimleri ve cezasızlık politikalarının şiddetin gerekçesini meşrulaştırdığını dile getiren Hatice, mevsimlik Kürt işçinin veya bir Suriyelinin evinin yakıldıktan sonra bir şey olmamasının bu durumlara zemin sunduğunu sözlerine ekledi. “Yeni Irkçılığın Kirli Ötekileri Kürtler, Aleviler Ermeniler” adlı yapıtında yeni ırkçılığın nasıl islediğini örneklerle açıkladığına vurgu yapan Hatice, bir arada barış içinde yaşamak için çabalamanın herkes için etik bir sorumluluk olduğunun altını çizdi. Hatice, “Ben de bir akademisyen olarak bu sorumluluğun gereği olarak böyle çalışma yaptım.  Bu kitap 2013’te bitirdiğim, sonrasında ise kitaplaşan doktora tezim. Herhangi bir ülkede ‘biz’ dediğimiz bütünlüğün dışında kalanları nereden görebilirim? En kestirme medyaya bakarım. Orada ‘Öteki kim?’ dediğimde en kestirmeden görebileceğim yer haberlerdir. Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, kadınlara, yabancılara yönelik dil ve söylem, onlara yönelik bir ötekileşmenin olduğunu gösteriyor. Örneğin medyada yer alan ‘Kürtler çok çocuk doğuruyor’ cümlesinde hem ırkçılık hem de cinsiyetçilik bir arada. Yeni ırkçılık da tam olarak bu. Burada kadının hem doğurganlığına hem de etnik kimliğine atıf var. Ötekilere ilişkin kirli bilginin kaynağı medyadır. Hiç tanımadığımız insanlara dair bilgi alıyoruz. Resmi düzende bir ayrımcılık olmasa da gündelik yaşamda öyle değil” diye belirtti. 
 
‘Söylemler fiili linçlere dönüşebiliyor’
 
“Irkçılık dediğimizde ‘Türkiye’de ırkçılık mı var?’ diye tepki görüyoruz ama öyle değil” diyen Hatice, kadınlara yönelik şiddetin, çocuk istismarının da yasak olduğunu ama yaşandığını vurguladı. Tüm söylemlerin bir karşılığı olduğunun altını çizen Hatice, “Dildeki söylemler yaygınlaştıkça konjonktür uygun olduğunda fiili linçlere de dönüşebiliyor. Bu kitapta  ‘öteki’ne olan ırkçılığın nasıl meşrulaştırıldığının izlerini de sürdüm. Kitabı yeni ırkçılığın ne olduğunu göstermek için yazdım. ‘Ülkede ötekileştirilenler kimler, nasıl ve neden ötekileştiriliyorlar? Bu ötekileşmeyi nasıl meşrulaştırıyorlar’ meselesini yeni ırkçılık üzerinden almak istediğim için bu konuyu seçtim” dedi.
 
‘Yeni Irkçılık kadınlar üzerinden ortaya çıkıyor’
 
Hatice, yeni ırkçılığın esnek ve muğlak olduğuna dikkat çekerek, bütün ayırımcı ideolojileri kendinde barındırabildiğine işaret etti. Aleviler ve Kürtler üzerinden üretilen ırkçılık ve ayrımcılığın kadın kimliği üzerinden geliştiğini ifade eden Hatice sözlerini şöyle sürdürdü: “Irkçılık ve cinsiyetçilik birbirine çok eklemleniyor. Irkçılık ve cinsiyetçilik birbirine çabuk eklemlenen bir şey ve ataerkil bir sistem içinde yaşanan herhangi bir krizde ırkçılığın özneleri kadınlar ve çocuklardır. Ekonomik boyutunun yanı sıra bir de gündelik yaşamda kadınlar üzerinden etnik ve dini kimliği aşağılamanın aracı olarak da kadınlar öne çıkıyor.”
 
‘TJA’nın mitingi önemli bir çağrı’
 
Tüm dünyada son 10 yılın mücadele aktörlerinin kadınlar olduğunun altını çizen Hatice, Afganistan’daki kadınların öleceklerini bile bile iş için, okula gitmek için meydanlara çıkmasının güç ve heyecan verici olduğunu aktardı. TJA’nın mitingine dikkat çeken Hatice, günde en az 3 kadının katledildiği bir süreçte kadınların buna cesurca ‘dur’ diyebilmesinin önemli olduğunu belirtti. Hatice, “Kadınların, LGBTİ’lerin her şeye rağmen alanlara çıkıp hak talebinde bulunmaları önemli. Bu genel olarak ırkçılığa yönelik bir karşı duruştur. Çünkü ırkçılığın öznesi bugün X’tir yarın Y’dir. Kadınlara yapılan bu ayrımcı ve ırkçı söylem başka bir konjonktürde başka bir özneyi buluyor. Dolayısıyla kadınların bu direnişine destek vermek, güçlendirmek ve arkalarında durmak gerekiyor. TJA’nın mitingi bu anlamda önemli bir eylem, önemli bir çağrı” şeklinde konuştu.