Suriye düğümünün çözümü Abdullah Öcalan’dan geçer 2024-12-13 09:10:53   Şehriban Aslan-Dilan Babat   AMED- DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, Rojava’da 13 yıllık süreç içerisinde kadınların kendilerinden çalınan 104M’yi geri almanın adımlarını attığından kaynaklı Rojava’nın kritik bir yerde durduğunu söyledi. Çiğdem Kılıçgün Uçar, Abdullah Öcalan’a dönük görüşme başvurularına dair, “Orta Doğu’daki gidişatta Sayın Öcalan’ın kuracağı her sözün ne kadar etkili olacağını bildiği için devlet bu süreci uzatmaya devam edecek” değerlendirmesinde bulundu.   Heyeti Tahrir El Şam (HTŞ) 27 Kasım’da Suriye’ye dönük saldırılarıyla beraber, 51 yıllık Esad rejimini devirdi. HTŞ’nin, Suriye’ye dönük saldırısının ardından Türkiye,  Suriye’deki karışıklığa karşı kendisine bağlı Suriye Mili Ordusu’nu (SMO) Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönlendirip burada çatışmalarını sürdürdü.   Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar ile Orta Doğu’da gerçekleştirilmek istenilen yeni dizayn ve Abdullah Öcalan’a dönük başvurulara dönüş yapılmaması ve süren tecridi konuştuk.   “HTŞ ve SMO’nun arkasındaki güçleri iyi okumak gerekiyor. Sadece iki örgütün bir gücü olarak okumamak gerekiyor. Yeni düzende, SMO ve HTŞ, Suriye’de bir aktör olarak Suriye’ye yerleştirilecek.”   *27 Kasım’dan bu yana Suriye’de an be an önemli gelişmeler yaşanıyor. HTŞ’nin İdlib’den Şam’a yönelmesi, yine Türkiye’nin desteklediği grupların Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları.. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, neler oldu da böylesi bir gelişme yaşandı?   Orta Doğu’da uzun süredir hem halklar adına hemde siyasi anlamda bir kaos ortamı var. Orta Doğu’nun yeni bir dizaynı konusunda hegemonik güçler arasında bir görüş birliği var. 2011’de Arap Baharı ile başlayan süreçte halkların lehine bir sonuç çıkmadı. İki haftadır ortaya çıkan sonuçların hepsi bize hızlı gibi geliyor, 13 yılın ardından gecikmeli bir sonuç gibi. İsrail, Amerika, İngiltere ve Türkiye’nin özellikle Orta Doğu’da Rusya’nın da içinde olduğu güçler hem siyaseten hemde yeni ekonomik düzlemde pay sahibi olmak istiyor. Dönem dönem kendi araçlarıyla yürüyen bir savaş vardı. O savaşın sonucunun en önemli başlıklarından; Esad rejiminin kendisine sunulan siyasi çözüme dair bir rol ve misyona bürünmesiydi. 24 yıldır Suriye’de var olan Esad rejimi HTŞ ve SMO güçlerinin aktivitesi sayesinde çökmüş görünse de, bir tek bununla açıklamamak gerekiyor. 27 Ekim’de İsrail’in başlatmış olduğu saldırılarla birlikte çok hızlı gelişmeler yaşadık. Suriye rejimini ayakta tutan İran, Hizbullah zayıflatıldı. Rusya, Ukrayna savaşından kaynaklı güçlerini çekmek zorunda kaldı. Bütün bunlar rejimin çökmesiyle beraber yeni dönemde Türkiye destekli ve ÖSO’nun uzantısı olan SMO ve HTŞ’nin yeni bir aktör olarak Suriye’de varlığını biraz tesis etmesine dönüştü. Türkiye uzun bir süredir ulus devlet paradigmasını koruma meselesini Orta Doğu’daki gücüne bağladı. Açıklamalarını yaparken Kerkük’ün, Musul’un ve Halep’in neo Osmanlıcılık politikalarına devam etti. Ama merkezine koyduğu şey; Suriye Demokratik Güçleri’nin ve Rojava’nın hayat bulmaması üzerine. HTŞ ve SMO’nun arkasındaki güçleri iyi okumak gerekiyor. Sadece iki örgütün bir gücü olarak okumamak gerekiyor. Yeni düzende, SMO ve HTŞ, Suriye’de bir aktör olarak Suriye’ye yerleştirilecek.   “İŞİD ve El Kaide’nin devamı olmadıkları, değiştikleri belirtiliyor ve yeni bir isim ve tanımlamayla kabul olma arayışları var. Amerika’nın, Türkiye’nin arkalarında olmaları bir şey ama Suriye’deki toplumsal değerlerin kendisinin de o yapıları buna zorladığını düşünüyorum. Geçmişleri, yeni dönem açısından çok umut verici yerde durmuyorlar.”   *HTŞ ve ÖSO ya da şimdi adıyla SMO nasıl tanımlamak gerek bu grupları. Geçmişleri ne oldukları bilinse de biraz değerlendirir misiniz?   Arap Baharı süreci içerisinde çok ciddi çatışmalar yaşandı. Orada bir Esad ve rejim karşıtı bir tanımlamaları var. Uzun bir süredir İdlib ve Türkiye’nin garantörlüğünde tutulan cihadist örgütler  var. Kendileri de uzun bir süre İdlib’te bulundukları sırada muhalif görüşlerini gösterme çabası içerisinde olmuşlarsa da Astana sürecinde kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Suriye rejiminin zayıflamasıyla beraber aktör haline getirdiler. Özellikle İŞİD ve El Kaide’yi özgürlük mücadelesi, kadın mücadelesi ve demokratik değerler açısından nerede durduklarını iyi biliyoruz. Özellikle hegemonik güçlerin yeni Orta Doğu dizaynında ve Suriye’de bir politik eşikten söz etmiyoruz, iç düzleminin çok ciddi değişikliklerle de karşı karşıya yeni bir düzen inşa edilecek. Bu yeni düzeni belirleyen olmak noktasında da herkes vekil güç peşinde. Biz, SMO ve HTŞ’yi de orada halkların lehine karar alma süreci yada yeni inşa edilecek bir Suriye sürecinde halkların ihtiyaç duyacağı değerleri taşıyabilecek misyonda olduğunu düşünmüyoruz. İŞİD ve El Kaide’nin devamı olmadıkları, değiştikleri belirtiliyor ve yeni bir isim ve tanımlanmasıyla kabul olma arayışları var. Amerika’nın, Türkiye’nin arkalarında olmaları bir şey ama Suriye’deki toplumsal değerlerin kendisinin de o yapıları buna zorladığını düşünüyorum. Geçmişleri, yeni dönem açısından çok umut verici yerde durmuyorlar.   “SDG’nin, özellikle Kürtlerin olmadığı, Rojava modelinin boğulduğu bir Suriye denklemine ve bunun da hayat bulduğu bir Orta Doğu denklemine ihtiyaç duyuyor. Etkilenmesinden öte etkileyen bir pozisyonda.”   *27 Kasım sonrası yaşanan gelişmelerin ardından Şam yönetimi de düştü. Suriye’de neler olası? Türkiye bu durumdan nasıl etkilenir?   Türkiye etkilenecek ama en başta Türkiye etkiliyor. Türkiye’nin Suriye’de ve Orta Doğu’da sözünü kurdurduğu birlikte hareket ettiği çeteler. İŞİD’in etkin olmaya araçsallaştırdığı dönemlerde hem siyasetten hemde politik zeminlerde çok dile getirdik. Uluslararası hukuk açısından bir ülkenin diğer ülkelerin sınırlarında bulunmasına dönük sınırlar var. Ama bunu en çok zorlayan ülkelerden biri Türkiye. Çünkü Kürt fobisi ile yeni yüzyıla inşa etme çabası içerisinde. Kürtlerin kazanımının Suriye için bir tehdit olduğunu hem orada bulunan güçleri hemde Türkiye halklarını ikna etmeye çalışıyor. Bu konuda yalnız, Suriye’de bulunan demokrasi güçlerin verdiği mücadele, yeni Suriye’nin inşasında Esad rejimi başta olmak üzere bütün güçlerle diplomatik görüşmedeki ısrarın ve siyasi çözümdeki ısrarı bugün Suriye’nin ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi. Türkiye toplamda tüm bu çabaları etkilemeye çalışıyor. SDG’nin, özellikle Kürtlerin olmadığı, Rojava modelinin boğulduğu bir Suriye denklemine ve bunun da hayat bulduğu bir Orta Doğu denklemine ihtiyaç duyuyor. Etkilenmesinden öte etkileyen bir pozisyonda. Suriye’de yürütülen bir savaşta, Türkiye bir bütün olarak tüm alanlarda yer almaya çalıştı. Bu savaşın çok ciddi bir maliyeti var Türkiye’ye. Türkiye’de yaşayan halkların cebinden çıkan paranın, yaşadığı zorluğun temelinde Türkiye’nin vazgeçmediği savaş politikalarının olduğunu bilmek gerekiyor.  Türkiye bu savaşta en çok göç alan yerlerden birisi. Bu göç dalgası iktidar eliyle şuna da dönüştürüldü; yeni dönem ırkçılığı inşa ettiği bir sürece de dönüştürdü. Türkiye'nin Avrupa ülkeleriyle kurduğu ilişki düzlemi belliydi çünkü koz olarak kullandı. Özünde, Türkiye orada Kürtlerin, olmadığı Kürt kazanımlarının boğulduğu bir Suriye temelinde görev ve misyon almak istiyor.   “Yeni bir anayasaya ihtiyaç var, bu çoğulcu yapıyı karşılayan yeni bir anayasa. Artık üniter bir Suriye’den söz etmek zor, federatif bir yapıda Suriye’de tartışılmaya açılması gereken başlıklardan biri. Bu modelin hayat bulduğu bir Rojava modeli var.”   *Suriye’nin geleceği açısından Kuzey ve Doğu Suriye’deki Demokratik Özerk Yönetim önemli bir yerde duruyor. Suriye’nin yeniden inşasında çözümün nasıl olabileceğine dair ne söylemek istersiniz?   Suriye’de birçok denklem değişti, bu sadece rejimin çökmesiyle tek başına alakalı değil. Halklar ve mezhep açısından çok kimlikli bir yer. Bu çok kimlikliğin bir tarihi var. Esad rejimi 24 yıldır bunların yokluğu üzerine inşa  edildi. Yeni dönemde yapılacak olan şeyin kendisi; tüm halkların, inançların temsiliyeti olduğu bir masaya ihtiyaç var. Çünkü yeni bir Suriye inşasında geçmiş dönemi aratmayacak daha zorlu bir iktidar yada mekanizma kurulacaksa, iç çatışmaların devam etmesi anlamına geliyor. 11 yıldır, demokrasinin inşa edilmesi ve demokratik bir yaşam uğruna mücadele eden güçler var. Bunun da başını çeken Suriye Demokrasi Güçleri ve Rojava modelinin kendisi. Yeni dönem Suriye’nin nasıl şekilleneceğine dair bir masa kurulacak. Oradaki egemen güçlerin, taraf olarak oturtacağı mekanizmalarından birisi SMO ve HTŞ olarak görülüyor. Amerika, İngiltere ve İsrail’de kendisinin karşısında durmayacağı, tehdit oluşturmayacağı bir Suriye istiyor ve Suriye’yi de bu güçler üzerinden inşa etmek istiyor. Çünkü açığa çıkan tablonun kendisinde, dönem dönem açık, dönem dönem örtük HTŞ ve SMO’yla yapılan işbirliğinin çok ciddi bir payı var. Yeni bir anayasaya ihtiyaç var, bu çoğulcu yapıyı karşılayan yeni bir anayasa. Artık üniter bir Suriye’den söz etmek zor, federatif bir yapıda Suriye’de tartışılmaya açılması gereken başlıklardan biri. Bu modelin hayat bulduğu bir Rojava modeli var. Özellikle kadın kazanımlarının çok bariz bir şekilde görüldüğü modelin baz alarak yürütülecek tartışmaların Suriye’nin yeni dönemini açığa çıkaracak bir model olarak karşımıza çıkıyor.  Cihadist zihniyetin, çok mücadele ettiği alanlardan birisi de kadınlar. Tarihsel olarak hepimizin bildiği bir şey var; İktidar yada erkek egemen oluşumunda baz alınan şey, kadınların ürettiği  104M değerinin çalınması. Rojava 13 yıllık süreç içerisinde kadınlar öncülüğünde gelişen devrimde, kadınlar kendilerinden çalınan 104M’yi geri almanın adımlarını attılar o yüzden kritik bir yerde duruyor. Bu kritikliği bilenen örgütler tarafından; ‘biz İŞİD değiliz’ deniliyor. İlk söylemleri, kadınların kölelikle, zorbalıkla karşı karşıya kalınmayacağını söyleyerek yol almaya çalıştılar. Bunu sağlayan kadın iradesi ve devrimidir. Dolayısıyla, hem bu başlığın kendisi hemde Rojava’da bu kadar direnen mücadele yeni dönemde Suriye’nin inşasında çok büyük bir mücadele ve korunması gereken bir şey.   “İsrail güvenli bir Orta Doğu istiyor, Amerika karşısında sorun olmayacak bir Suriye istiyor. Bütün bunlara baktığımız da bunu gerçekleştirecek güçler kim? Onlar üstünden gitmeye çalışıyorlar.”   *Kürt grupların özerklik taleplerine yönelik uluslararası destek, neden sadece siyasi çıkarlarla sınırlı kalıyor ve sürdürülebilir bir çözüm için adımlar atılmıyor?   Suriye’de savaş devam ederken, BM’nin kararları vardı. 22-54 kararı siyasi çözümü önceliyor. Bu çözüm konusunda bir yerde rejimde ikna edilmedi ve güçlerle de bir araya gelemedi. Özerklik talebi Orta Doğu’nun farklı, çoğulcu, siyasi yapısına en uygun modelden birisi. Ama egemen güçlerin oradaki varlık sebebi bir halkların talebini karşılamak üzerine değil. Irak’ta da yaşandı bu süreç. Diktatörlerin kurduğu tablonun devamı mı? Yoksa yeni bir şeyin inşası mı? Herkesi1n en kritik aşamalarda karar vermesi gereken bu. Bütün güçler kendi çıkarlarını korumak zorunda. İsrail güvenli bir Orta Doğu istiyor, Amerika karşısında sorun olmayacak bir Suriye istiyor. Bütün bunlara baktığımız da bunu gerçekleştirecek güçler kim? Onlar üstünden gitmeye çalışıyorlar. Demokratik Suriye Güçleri, halklara, topluma ve özgürlüğe dair idealinden vazgeçmeyecek. Oranın da sınırlandırılması ve kontrol altında tutulmasına dair bir akıl var. Buda vekil güçleri üzerinden yapıyorlar, orada esas olan herkesin kendi çıkarı. Çıkarı da; Orta Doğu’da varlığını uzun süre korumak. Siyasi çıkarlar olarak gündeme gelen ama uzun vadede hayat bulmayan başlıklar olarak önümüze geliyor.     “Tecride ısrarı, tecrit üzerinde Orta Doğu’daki savaş denkleminde rahat hareket edebilme mekanizmasını yada alanını bir anlamda güçlü tutma çabası içerisinde.”   *Buradan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecride gelmek istiyorum. Abdullah Öcalan’a dönük uzun süreli tecrit uygulamalarının hukuki ve insani boyutları, Türkiye’nin uluslararası insan hakları yükümlülükleri bağlamında nasıl değerlendirilmelidir?     Hukukun Türkiye’deki ölçüsü bir anlamda İmralı’da uygulanan tecridin kendisi. Hukukun olmadığı, uluslararası hukukun çiğnendiğini çok rahatlıkla ifade ediyoruz. Bu ifade yeni dönem açısından toplumsallaştı. Tecrite dair konuşamadığımız süreçte bugün birçok kesimin tecridin varlığından haberdar olduğu ve buna karşı da adalet ve hukukun da dillendirdiği döneme girdik. Orta Doğu’da bu kadar tartışmalı süreç varken, Orta Doğu’ya dair de en güçlü model Sayın Öcalan’da iken tecridi kırma yönünde Türkiye adım atmayacak. Yaşadığımız herşey bir hukuk süreci değil, Türkiye’deki iktidarın politik tercihini gösteriyor. Güç olacak tüm mekanizmaları devre dışı bıraktı, vekil güçlerle kendi sözünü kurduğu bir Orta Doğu düzlemi istiyor. O yüzden tecridi bu dönemde de derinliğiyle götürdü. En son Avrupa Bakanlar Komitesi bir karar vardı ama oda zamana yayılan bir karar verdi. Çok uzun zamandır hem AİHM kararları hemde AK’nin uyarıları dikkate alınmadı. Türkiye’deki iktidar tecride kendi bekasını görüyor. Tecride ısrarı, tecrit üzerinde Orta Doğu’daki savaş denkleminde rahat hareket edebilme mekanizmasını yada alanını bir anlamda güçlü tutma çabası içerisinde.     “Yüzyıllık istikamet Türkiye’ye bir şey kazandırmadı, bunun farkında olan iktidar ve muhalefet var. Yeni dönemde yüzyıllık inkar üzerine somut bir adım atma konusunda bir pozisyon yaratamıyor çünkü hepsini yok etti. Hepsini görmezden geldi, yeni dönemde kuracağı her söz hakkı karşı hem Kürt halkı, demokrasi güçlerinin temkinli sözleri var.”     *1 Ekim’de MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan ile görüşme yapılması çağrısı yaptı. Ardından Ömer Öcalan İmralı adasına giderek Abdullah Öcalan ile görüşme sağladı. Abdullah Öcalan, tecritin devam ettiğini kaydetti. MHP’nin bu çağrısı “çözüm süreci” gibi geçmiş deneyimlerle çelişiyor mu? Bu çağrının arkasındaki motivasyon nedir?     Devlet aklının Kürt sorunun çözümünde yeni bir paradigmaya geçtiğini söylemek mümkün değil. Orta Doğu’daki yeni denklem, Türkiye’yi Kürtlerle yeni bir ilişkiye zorluyor. İktidar, Kürtleri kabul etmeden ve Kürt sorununu çözmeden ‘ne kadar gidebileceğinin’ yolunu arıyor. O dönem (çözüm süreci) yarım kalmış bir dönem, o dönem Türkiye halkları açısından kaçırılmış ama kaybettirilmemiş bir dönem. Devlet aklının ne sunduğuna dair sunduğu bir şey yok ama bir iç cephenin güçlü tutulmasından söz ediliyor. Biliyoruz ki Kürtler hiçbir zaman o iç cephede olmadı. Tam tersine Kürt fobisi üzerinden yada Kürt karşıtlığı topluma entegre edilmeye çalışılıyor. Tam entegresi sağlandığında ise bunu siyaseti yapılmaya çalışılıyor. Bu siyaset Orta Doğu’yu ve Türkiye’yi de etkiliyor. İktidarın, kendisinden önceki iktidarların Kürt sorunuyla ilişkilenme biçimini, sorumluk alma biçimini görüyor ve biliyor. Bunu en farkında olduğu dönemi yaşıyor. Yüzyıllık istikamet Türkiye’ye bir şey kazandırmadı, bunun farkında olan iktidar ve muhalefet var. Yeni dönemde yüzyıllık inkar üzerine somut bir adım atma konusunda bir pozisyon yaratamıyor çünkü hepsini yok etti, görmezden geldi. Yeni dönemde kuracağı her söz hakkı karşı hem Kürt halkı, demokrasi güçlerinin temkinli sözleri var. Bizim açımızdan Kürt sorunun çözümü çok başat bir mesele, Sayın Öcalan’ın özgürlüğü çok başat bir mesele ikisi ayrılmaz bir mesele. Devletin nerede durduğuna bakmaksızın partimizin ve demokrasi güçlerin öncülüğünde Kürt sorunun hakkaniyetli bir şekilde ele alınması ısrarı devam edecek.     “1920’ler dönemin başını tekrar ediyoruz, o dönem Kürtlerin varlığı yada yokluğu üzerinden bir tartışma vardı. Yokluğuna dair devlet yol yürüdü, bugünde aynı şeyle karşı karşıyayız.”   *Son olarak, DEM Parti Eş Genel Başkanları İmralı’yı ziyaret için Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Adalet Bakanlığı ise, “makul sürede döneceğiz, değerlendiriyoruz” şeklinde cevaplar verdi. Şunu sormak isteriz;  Orta Doğu’daki gidişat İmralı’yı etkileyecek mi?     Orta Doğu’daki gidişatta Sayın Öcalan’ın kuracağı her sözün ne kadar etkili olacağını bildiği için devlet bu süreci uzatmaya devam edecek. Bir görüşme iznin verilmesi Adalet Bakanlığın, bir lütfu değil. Uyguladıkları hukuksuzluğu nasıl kabul ettireceklerinin çabası içerisindeler. Avukatlarının gitmemesi, ailesinin gitmemesi ve haber alınmaması durumu Türkiye devletinin işlediği suçlarının en bariz örneklerinden bir tanesi. Sayın Öcalan’ın özellikle demokratik Orta Doğu projesinin hem Türkiye’ye hemde Orta Doğu’ya ne kadar etki edeceğini, güçlü bir görüş olduğunu biliyorlar. Bunu değerlendirmek yerine bunu görmezden gelen kendi yüzyıllık istikametini devam ettirme yolu seçerek, kaybedeceklerini farkına vardıkları andan itibaren durumlar çok fazla değişecek. Hem Kürt karşıtlığı hemde Sayın Öcalan’ın görüşleri kriminal hale getirilerek, topluma sunması üzerine bir iktidar inşa ettiler. Bu iktidar her anlamda sıkışmış durumda. Türkiye bir çıkış arıyor, herkesle değil en gerekli olanla iletişim kurma çabası içerisinde olması gerekirken, demokratik dönüşümü sağlama meselesinde bir alt yapısı hazırlığı yok. Bunu toplumda olduğuna inananlardanız ama devlet beka meselesini teraziye koyarak bekayı seçiyor. Bekada ne toplum var nede Kürtler. Dolayısıyla tecridi, kayyımı, Orta Doğu’da aldığı pozisyonda Türkiye’ye kazandıracağı iddiasının topluma getireceği bir şey yok. Suriye’de yaşanan tüm gelişmeler Suriye’yi demokrasi lehine kabuk değiştirmeye zorladı, Esad bunu reddetti sonuç ortada. Türkiye açısından, Kürt sorunu konusunda yürüyen mücadele, demokratik çıkışların kendisi demokrasiye dair bir kabuk değiştirmeye zorluyor. Muhalefetin, muhalefet olmayan toplumsal kesimlerin Türkiye’deki tüm güçlerin sahiplenmesi gereken şey işgal yada savaş değil, kendilerinin de içinde olduğu demokratik mücadele hattı. Tamda biz bu eşikteyiz, bu eşiği atlatmak için demokrasi değerlerini sahiplenmek ve devleti bu anlamda zorlamak gerekiyor. Heyet İmralı’ya gidecek veya gitmeyecek tartışmanın kendisi iktidar açısından güç olduğunun göstergesi. İktidarın güç göstergesini bırakmayacak bir zaman dilimindeyiz. 1920’ler dönemin başını tekrar ediyoruz, o dönem Kürtlerin varlığı yada yokluğu üzerinden bir tartışma vardı. Yokluğuna dair devlet yol yürüdü, bugünde aynı şeyle karşı karşıyayız. Dört parçada Kürtler, her bir ülkenin Kürtlerle kurduğu ilişkiyi belirleyen ana hat Türkiye devletinin kurduğu ilişkiler. Türkiye, inkar ve asimilasyon ne kadar derinleşiyorsa dört parçada aynı şeye tekabül ediyor. Suriye’de bugün en somut örneklerini görüyoruz. Hem Suriye’de hemde Orta Doğu’da halkların ve demokrasinin bir geleceği olacağı konusunda sözleri büyütmemiz lazım. Bu anlamda imkanların bizim lehimize olduğunu düşünüyorum.