Berivan Aslan: Tarihle yüzleşme yoksa barış da olamaz 2023-04-08 09:02:12       Melek Avcı    ANKARA – Avusturya Parlamentosu tarafından Halepçe Katliamı’nın “soykırım” olarak tanınmasını sağlayan Yeşiller Partisi Milletvekili Berivan Aslan, Türkiye’de siyasi katliamlarla yüzleşmenin olmadığını söyledi. Berivan, “Soykırımı tanımaya dahi yakın olmayan bir ülkenin belli ki barıştan yana, huzurdan yana olmak gibi bir kaygısı da yok” dedi.    Avusturya'nın Viyana Eyalet Parlamentosu, 23 Mart’ta Saddam Hüseyin’in 1988’de Irak’ta Kürtlere yönelik gerçekleştirdiği Halepçe Katliamı’nı ‘soykırım’ olarak tanıdı. Kararın alınmasına öncülük eden Yeşiller Partisi’nin Kürt Milletvekili Berivan Aslan’ın çalışmalarıyla birlikte, Yeşiller, Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ), Yeni Avusturya ve Liberal Forum (NEOS) partilerinin verdiği ortak önerge ile parlamentoda Halepçe Katliamı, soykırım olarak oy birliğiyle kabul edildi. Berivan Aslan’ın 2017 yılında da Şengal Ezdi Soykırımı üzerine verdiği önergenin, Viyana Eyalet Parlamentosu’nda kabul edilmiş ancak Ezidilerin talebi üzerine bunu "Kürt soykırımı" olarak değil "Ezidi soykırımı" olarak parlamentoya sunulmuştu.   Kabul edilen önergeye, 30 yıl geçmesine rağmen değişmeyen silah sektörü ve Türkiye’nin Kürtlere yönelik saldırı politikalarını Milletvekili Berivan Aslan JINNEWS’e değerlendirdi.   ‘Kürt olmak böyle bir şey’   Birçok soykırım ve katliamın Kürtlere yönelik işletildiğini söyleyen Berivan, Avusturya Parlamentosu’na sunmak için hangisiyle başlayacağı konusunda zorlandığını belirtti. Berivan, “Mart ayı gelmişti ve 16 Mart aslında benim doğum günüm ve her 16 Mart’ta böyle bir burukluk var. Herhalde Kürt olmak böyle bir şey diye düşünüyorum, bir Kürdün doğum gününün bir soykırım ya da katliam gününe denk gelmesi çok yüksek oluyor. Bu sene de madem ki bu kadar yoğun bir şekilde Halepçe Katliamı aklımda bunun soykırım olarak tanınması için içeriği vereyim diye düşündüm” diyerek bir hafta içinde partilerle ve insan hakları sözcüleriyle görüşmelerini başlattığını söyledi.    ‘Soykırımı tanıma aynı zamanda siyasi yükümlülüktür’   Görüşmelerin kolay olmadığını belirten Berivan devamında, “Bu pek kolay olmadı tabi çünkü batı ülkeleri genelde soykırım tanıma konusunda çok çekimserler, çünkü bir ülkenin bir soykırımı katliamı tanıması demek aynı zamanda büyük bir siyasi yükümlülüğün altına girmek demektir. Bu her koşulda böyle, gerek siyasi alanda, gerek ticari alanda. Böyle olunca batı ülkelerinin her zaman pek istediği bir şey değildir soykırımları tanımak. Soykırım tanımlaması yapmak istedikleri en son şeydir. Böyle olunca da tabi çok yoğun ve zor müzakere süreci yaşadım” sözlerini kullandı.    Avusturya siyasi tarihinde tanınan ilk Kürt Soykırımı   Yapılan başvurunun oy birliği ile kabul edildiğini dile getiren Berivan, böylelikle Avusturya’da tanınan ilk Kürt soykırımı olduğunu ifade etti. Berivan, “Ben bu müzakere sürecini tek başıma yürütmek durumunda kaldım, gönül isterdi ki Kürt Hareketi de katılsın ama onların gündemleri farklı ve yoğundu diye tahmin ediyorum, yetiştiremediler. Bu bir haftanın sonunda ne yapıp edip Halepçe Katliamı’nın soykırım olarak tanınması için içeriği sundum. Avusturya siyasi tarihinde hiçbir zaman böyle bir şey gerçekleşmedi. Bu açıdan da tarihsel bir andı bizim için ve elbette adalete bir adım daha gitmek için güzel bir şeydi. Bu benim ilk soykırım tanıması da değildi bir önceki yine benim inisiyatifimle tanınan Ezidi Soykırımı idi. 2017 senesinde Avusturya meclisine sunmuştuk ve o da oy birliğiyle geçti. Almanya ve İsviçre’den önce bunu gerçekleştirdik. O dönem Êzidî soykırımı olarak geçmesinin nedeni ise Êzidîlerin bunu etnik olarak değil de dini bir soykırım olarak istemesinden kaynaklıydı. Topluluğun böyle bir isteği vardı ve bana da sadece siyasi bir elçi olarak bunu yapma görevi düşmüştü. Elbette, bu bizim boynumuzun borcu” diye konuştu.   ‘Türkiye’nin siyası tarihiyle yüzleşme politikası yok’   Türkiye’nin ise bu ve benzeri soykırımları tanımamasına ilişkin, “Türkiye’nin bu soykırımı tanıması bile absürt olurdu çünkü bu soykırımı tanımış olsaydı diğer soykırımları da tanımak zorunda olacaktı” ifadelerini kullanan Berivan şu şekilde konuştu: “Türkiye’nin siyası tarihiyle maalesef yüzleşme politikası yok. Yüzleşme politikası olmadığı için şu an itibariyle bu hükümettin hiçbir soykırımı hiçbir katliamı tanıyacağını zannetmiyorum. Filistin’deki insan haklarını sürekli dile getirerek insan haklarının ne kadar önemli olduğunu, Uygur Türklerine uygulananların ne kadar barbarca olduğunu dile getiriyor ama kendi ülkesinde yüzyıllar boyunca yaşayanları ezdiğini, sömürdüğünü dile getirmekte aciz. Şimdi böyle bir devlet yapısına sahip olan ülke yüzleşme politikasını elbette uygulamayacak. Bakarsanız Irak, Türkiye’ye göre daha az gelişmiş bir ülke ve yakın tarihte bir savaş bölgesi, IŞİD ve birçok sorunla karşı karşıya yani bu suçu işleyen ülke bile Halepçe Katliamı’nı soykırım olarak ya da katliam olarak tanıyorsa ‘Türkiye’ye ne oluyor’ diye insan düşünmüyor değil. Hükümetine ne oluyor, onlar neden bunu soykırım olarak tanımıyor ki kendi coğrafi bölgesi içerisinde bile değil.”   ‘Tarihle yüzleşme yoksa barış da olamaz’   Barışa giden yolun öncelikli olarak siyasi tarih ile yüzleşmek olduğunu söyleyen Berivan, Türkiye’nin böyle bir kaygısı olmadığını dile getirdi. Berivan, “Bu da genel bir devlet doktrinine bağlı diye düşünüyorum çünkü Kürtlere yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyor, kesinlikle bu tarih ile yüzleşmiyor. Bu sebepten ötürü Türkiye’de Kürt sorunu diye bir durum var. Dolayısıyla toplum içerisinde de ve bu tarihle yüzleşme olmadığı müddetçe bununla beraber toplumsal barışı da engelliyorlar. Tanımak zaten barışmak demek, helalleşmek demek, barış için belirli imkanları yaratmak demek. Soykırımı, katliamı tanımaya dahi yakın olmayan bir ülkenin belli ki barıştan yana, huzurdan yana olmak gibi bir kaygısı da yok” dedi.   ‘30 yıl geçmesine rağmen silah sektöründe değişen bir şey yok’   Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarda İngiltere’den aldığı fosforu kullandığına ilişkin uluslararası doktorların incelemelerine ve bulgularına ilişkin, “30 yıl önce de silah sektörü, savaş sektörü cinayetten beslenen bir sektördü ve bu 30 yıl sonra da farklı olamayacak” diyen Berivan şöyle devam etti: “Bu yüzden soykırımların ve katliamların tanınmasının siyasi olarak sembolik gücünün çok yüksek olduğunu sürekli vurguluyoruz, çünkü bu aynı zamanda devletleri de bir yüzleşme içerisine koyuyor. Bu devletleri bir tazminat ödemeye hükmediyorsunuz. Bakın siz diğer taraftan para kazanırken bu bölgelerde binlerce insan öldü, binlerce insan bu biyolojik silahların kurbanı olup hala büyük hastalıklara sahip, bölgede toprağın zehirlenmesi, savaşın olduğu bölgede toprağın verimli olmayışı gibi bunun doğaya ve insana, canlıya korkunç etkilerinin olduğunu belirtiyoruz. Bir taraftan batı ülkeleri mülteci istemiyor. Madem mülteci istemiyorsunuz o zaman savaşları engellemelisiniz,  o zaman diktatör rejimleri engellemelisiniz. İnsan haklarını gerçekten savunmalısınız bunu da yapmazsanız sizi eleştirmekten geri durmayarak, sorumluluk altına girmenizi istemekten geri durmayacağımızı söylüyoruz.   ‘Silahları satan ülkeler soykırımında rol alıyor’   Günümüzde de aynı 35 yıl öncesine gitmemize gerek yok. Halepçe Katliamı dışında son gördüğümüz  bütün savaşlarda hala Batıdan gelen silahlar kullanılıyor maalesef ve elbette Batının bunda payı var. Bu sebepten ötürü zaten katliamların ve soykırımların tanınmasından pek yana değiller, sadece olay bir devletin çıkarı, ticari çıkarı değil aynı zamanda o devletin bu silah göndererek bu soykırımda bir payı olması meselesidir. Bilakis Almanya, İngiltere gibi ülkeler geçmişte de ve hala silah sanayisine birçok katkısı olan ülkeler arasında ve elbette buna dur demek lazım çünkü suçsuz insanların yanlış siyasetler nedeniyle öldürülmelerine, sömürülmelerine ve kadınların toplu tecavüzlere uğramalarına göz yummamak lazım. Elbette eskiye göre bir duyarlılık var ve bu tarz suçlar dile getiriliyor ama olay sadece ‘Kaygılıyız’ noktasında bitiyor. Kaygılı olmak yetmiyor. Neticede bunun, ‘kaygılı’ olmanın siyasi sonucu ne? Bir kurumun sadece yaşanan bu olaylara karşı devletlere ‘kınıyoruz’ demesi de yeterli değil. Bunun için siyasi icraatlar lazım. Bugün Rusya’ya uygulandığı gibi siyasi cezalar, sanksiyonlar vb. gereklidir. “   ‘Siyasi sistemde bir boşluk ve eksiklik var’   Gerçek bir siyasi yaptırım olmadığı sürece Türkiye’nin ve her ülkenin istediğini yaptığını kaydeden Berivan, OPCW ve uluslararası kurumları eleştirdi. Berivan, “ ‘Nasıl olsa başıma bir şey gelmez, nasıl olsa ortada farklı çıkarlar var ve ben istediğim her şeyi yapabilirim’ düşüncesi hakim.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye ya da diğer ülkeleri yargılaması gibi, ‘yargılayabilir’ diyor, ‘nasıl olsa 10 bin Euroluk ceza değil mi veririm’ diyor ya da ‘vermem’ diyor. İnsan hakları mahkemesinden çıkan bir kararı bir devlet başkanı olarak reddediyor kabul etmiyor. Şimdi bunun herhangi bir icraatı olmadığı için her cumhurbaşkanı her rejim başında olan kişiler istediklerini yapabilir. Siyasi sistemde bir boşluk ve eksiklik var. Bu eksikliklerin gerçekten giderilmesi lazım, iyi diplomatik görüşmeler olması gerek. Tabi ki Kürtler bu konuda biraz daha farklı bir konumda, çünkü Kürtlerin kendilerine ait bağımsız bir ülkeleri yok dolayısıyla resmi diplomatları yok, bulundukları ülkelerde de zaten tanınmıyorlar. Türkiye anayasasında bile Kürtler tanınmıyor,  yoklar yasal olarak. Kürtçe televizyon açılsa bile adam isteği saatte istediği zaman kapatabilir. Niye? Çünkü bunun yasal bir zemini yok. Bunu yasalaştırmamış ve anayasasında bile kendi ülkesinde yaşayan bir etnik kimliği tanımamıştır. Böyle olunca tabi ki bu tür diplomatik durumların biraz daha farklı yollarda yürümesi lazım, farklı bir siyasi baskı olması lazım bu konuda diye düşünüyorum. Bunlar da ancak diğer ülkelerde bulunan vekiller ile Avrupa komisyonlarıyla, organlarıyla olabilir diye değerlendiriyorum. Kürtlere avukat olacak, maalesef birçok alanda var olan aktörlerin devreye girmesi lazım” sözlerini kullandı.   ‘Değişim romantizmine kapılmamak gerekir’   Türkiye’de yaklaşan 14 Mayıs seçimlerinde Kürtlerin,  “Erdoğan gitti Kürtler özgürlüğüne kavuşacak” düşüncesine kapılmaması gerektiğini vurgulayan Berivan, tarihsel sürece dikkat çekti. Berivan sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürtlerin durumu AKP’den önce de iyi değildi yani Türkiye’de maalesef hiçbir zaman demokrasi yoktu. Kürtler o anayasada hiçbir zaman resmi olarak geçmedi, tanınmadı. Dolayısıyla Erdoğan gittikten sonra da her şey değişecek, her şey güllük gülistanlık olacak diye bir tutuma kapılmamak lazım. Neticede belki Kürtler hafif bir nefes alacak ve tekrardan bir motivasyon gelecek onlara ama çok fazla da umuda kapılmamak lazım. Kürtler son 15-20 yılda çok yoruldu, sadece Türkiye’den kaynaklanan siyasetten dolayı değil herkes çok yorgun ama güzel olan taraf herkes ayakta. Çok yorgun olmamıza rağmen herkes ayakta ve herkes şu an sessizce duruyor ve neler olup bittiğini görmek istiyor. Seçimden sonra ‘Erdoğan gitti de Kürtler özgürlüğüne kavuşacak’ romantizmine kapılmamak gerekir. Çünkü Kürtler kendi tarihleri boyunca bunun böyle olmadığını gördü.”   Değişim için toplumsal zihniyet ve anayasa değişikliği   Değişim için başta anayasa olmak üzere topluma ve siyaset alanına işaret eden Berivan, “Anayasanın değişmesi lazım, toplumsal zihniyetin değişmesi lazım, siyasi alanda yüzleşme lazım ve aynı zamanda daha hoş görülü bir siyaset lazım. Türkiye seçmenine baktığımız zaman neredeyse yüzde 75’in üzerinde aşırı sağcı ırkçı bir seçmen kitlesi görüyoruz. Sadece ‘ben Kürdüm’ diyen birine ‘sen Kürtçüsün’ diyen bir zihniyet var. ‘Kürtler benim kardeşim’ deyip de Kürtçe’ye tahammül etmeyen ve Kürtçe konuşamayan bir topluluk var. Yüzyıllar boyunca yan yana yaşamalarına rağmen. Böyle bir gerçeklik var ve bu gerçeklik değişmedikçe herhangi bir umuda kapılmamak lazım diye düşünüyorum. Elbette Erdoğan’ın gitmesi Türkiye’de yaşayan birçok Kürt’e, Alevi’ye, Süryani’ye ve Ermeni’ye nefes aldıracaktır fakat neler olup biteceğini bir sonraki dönemde göreceğiz. Demokrasi ve reformasyonun ne şekilde ilerleyeceğini göreceğiz” sözlerini kullandı.    ‘Demokratik kitleler hala ayakta’   Berivan son olarak şöyle konuştu: “Biz bugün bir kadın olarak, demokrat olarak bir yolda ilerliyorsak bizim için önceden bedel ödemiş insanların sayesindedir ve hala bizim için bedel ödeyen insanlar var. Bugün Türkiye hapishanelerinde siyasi görüşleri nedeniyle tutuklu olan ve rehine olarak tutulan birçok insan var ve sırf onların özgürlükleri için ve onların daha huzurlu, modern ve demokratik yapılaşma içerisinde yaşaması için durmamak lazım. Her ne kadar her şey zor görünse de pes etmemek gerek. Yorulsak da ayakta durmak lazım diye düşünüyorum. Şu an Türkiye’deki demokratik kitleyi o konumda görüyorum umarım hiçbir zaman yılmazlar, el etek öpmezler ve boyun eğmezler çünkü biz küçük bir topluluk değiliz demokratik kitleler olarak çok daha fazlayız ve umarım çoğalırız.”