Cizîr’in ardından 7 yıl: Biz unutsak bu toprak unutmaz! 2022-12-13 09:01:10     Sema Çağlak   ŞIRNEX - Cizîr’de 7 yıl önce sokağa çıkma yasakları döneminde direnişte çocukları ve yakınları katledilenler, “O günleri nasıl unutalım. Biz unutsak bu toprak ve ülke unutmaz” diyor.    Şirnex’in Cizîr ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları, özyönetim direnişleri ve tarihe “Diz çökmedik” sözü ile kazınan sürecin üzerinden 7 yıl geçti. 13 Ağustos 2015 tarihinde Cizîr halkının aldığı “özyönetim” kararına karşı iktidarın yeniden devreye koyduğu gözaltı ve tutuklama operasyonlarına karşı direniş başladı. Saldırıları halkın direnişine çarpan iktidarın Şırnak Valiliği, ilk olarak 4 Eylül 2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan etti. 9 gün süren yasak boyunca kentte 22 kişi katledildi.    İkinci yasak   Cizîr’de 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen ikinci yasak ise 2 Mart 2016’ya kadar sürdü. 79 gün boyunca aralarında çocukların da olduğu 288 kişi katledildi, yüzlerce kişi de yaralandı. Cudî Mahallesi’nde bodrumlarda 177 kişi yakılarak katledilirken, yine ağır silahlarla saldırı yapılan Yafes, Sûr, Cudî ve Nûr mahallelerinde yaklaşık 3 bin ev yıkıldı, binlerce insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kaldı.     Hala 14 cenaze ‘kayıp’   Cizîr’de yıkılan evlerin yerine TOKİ’ler inşa edildi. Yine Cizîr’de katledilenlerden 14 kişinin cenazesi ailelerin DNA testi için kan örneği vermesine rağmen hala “kayıp”. Şimdiye kadar 70 kişinin katledilmesine ilişkin açılan davalar takipsizlikle sonuçlandı. “Örgüt üyesi” denilerek birçok kişinin katledilmesi ise “hukuki” bulundu.   AYM hak ihlali görmedi   Cizîr’de yaşananların araştırılması için bazı aileler Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuru yaptı. AYM, 8 Temmuz 2022’de bu başvuruyu “Kabul edilmez” bularak reddetti. AYM daha sonra da “Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmesi”, “Bireysel başvuru haklarının ihlal edilmesi” ve “Kötü muamele yasağı, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edilmesini”ne ilişkin yapılan başvurularda esas ve usulden “ihlal” olmadığını iddia etti. Yani yargı “cezasızlık misyonunu” bir kez daha yerine getirdi.   Cizîr’de yaşanan direniş ve iktidarın saldırılarına ilişkin tanıklar JINNEWS’e konuştu.    Tanıklar konuştu Kardeşi Selim Turay ile oğlu Mehmet Sait Arslan Cizîr’de katledilen Hezni Arslan, hala katledilen kızı Hacer Arslan’ın cenazesini arıyor.  Hezni, o süreçte yaşananları şu şekilde anlatıyor: “Akşam saat 20.00 civarıydı, yasak ilan edildi. Bu ilk 9 günlük yasağın ilan edilmesiydi. O süreçte biz bu evdeydik. 7 aile birlikte evin altına girdik. Çocuklar, bebekler vardı. 9 gün boyunca dışarı çıkamadık. Çocuklar etrafımızdaydı. Çocuklar silah, bomba sesi duymasın diye geceleri kulaklarına pamuk koyuyorduk. Çok korkuyorlardı. Evde kalmamızı istemiyorlardı. Bunun üzerine küçük çocuklarımızı başka bir eve gönderdik. Eşim, ben, iki büyük çocuk ve kardeşim evde kaldık. Ertesi gün küçük çocukların sürekli ağlamalarından dolayı ben yanlarına gittim. Caddeye çıktığımda çatışma şiddetlendi ve artık dönemedim. Bu şekilde diğer çocuklarımdan kopmuş oldum. Bir hafta sonra kızım Hacer beni çağırarak evimize top isabet ettiğini söyledi. Ben de kız kardeşimin evine geçmelerini söyledim. Bu şekilde oraya geçtiler.”   Cenaze 29 gün sokakta kaldı…   Çocukları ile irtibat halinde olduğunu belirten Hezni, “Büyük çocuklarım sürekli sorun olmadığını ve durumlarının iyi olduğunu söylüyordu. Ancak daha sonra telefonlarını açmadılar. Sait beni aradığında ona kızdım. Elektriklerin gittiğini bu yüzden cevap veremediklerini söyledi. Ancak gerçeklik öyle değildi. Yasağın 43’üncü günü idi. O gün halk bizim evimize geldi ve diğer odada kardeşimle konuştular. Daha sonra onlara sorduğumda kardeşim Selim’in şehit düştüğünü söylediler. Selim, Narin Sokak’ta şehit düştü ve cenazesi 29 gün orada kaldı. Kardeşimin şehadet haberinden sonra hastalandım ve beni ambulans ile hastaneye götürdüler. Ambulansta hemşireler benimle alay etti. O an keşke ölseydim de bu ambulansa binmeseydim dedim” ifadelerini kullanıyor.    Taziye kurulmasına izin verilmedi   Hastaneye DAİŞ’lilerin yerleştirildiğini dile getiren Hezni, bu nedenle hastaneden çıktığını, çıkarken ise yaralıların hastaneye taşındığını gördüklerini kaydediyor. Hezni, “Ancak hepsi onların yaralılarıydı. O an bizim çocuklarımızı katledeceklerini düşündüm, kimyasal silahlarla onları yakacaklarını ardından da ‘Onları teröristler katletti’ diyecekler diye düşündüm. Zaten öyle de oldu. Kayınpederim benim yanımdaydı. Oradan kuzenimin evine gittim ve cenazeleri bekliyorduk. Sabah sınır kapısına gidecektim ve orada kardeşimin cenazesini bekleyecektim. Kardeşimin cenazesini almak için her yere başvurduk. Tüm siyasi partilere ve kurumlara başvuru yaptık. Onlarca kez CHP’ye çağrılar yaptık, ancak çağrılarımıza cevap vermiyorlardı. Daha sonra cenazeleri hastaneye götüreceklerini duyduğumuzda oraya gittik. Kardeşimi tanıdım ancak ölümünü kabullenemiyordum. Gidip kan örneği verdim. DNA testinin sonucu çıktı. Kardeşimin cenazesini aldık ve Cizîr köprüsüne gittik. Cenazenin defni için kimseye izin vermediler. Sadece abim ve kuzenim gidip defnedebildi. Taziye de kuramadık” diyor.   Kızını ararken oğlunun cenazesini gördü     Kızının cenazesini ararken, oğlunun cenazesini gördüğünü belirten Hezni, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Eve döndükten sonra televizyon odasına geçip gelişmeleri öğrenmeme izin vermediler. Ancak öncesinden haberleri izlediğimde birinci bodrumda kızım Hacer’in adının geçtiğini gördüm.  Eşimle birlikte kan örneği vermek istedik. Hacer için kan örneği verdik. Yasaklar bittikten sonra abimle birlikte kardeşim Selim’in mezarına gitmek istedik. Gidip duamızı okuduktan sonra imam gelerek bir cenazenin teşhis edildiğini ve Riha’ya götürüldüğünü söyledi. O zaman kendimden geçtim. Beni hastaneye kaldırdılar. Oğlumun arkadaşı Riha’ya gitmemizi istedi sonrasında. Benden bir şey saklıyorlardı. Gittiğimizde Hacer’in tabutunu alacaktık ama ben kardeşime ‘Hacer bu kadar büyük değil’ dedim. Tabutun ardından koştum, açtım ki, oğlum Sait olduğunu gördüm. Riha’dan Cizîr’e gelene kadar kendime gelemedim. Bu ölümleri kaldıramıyordum.”   ‘Bu devletten beklentimiz yok’   Yaşananların üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen acılarının ilk günkü gibi olduğunu söyleyen Hezni, 7 yıl içinde adaletin sağlanmadığına dikkat çekiyor. “Eğer bu devlette hak ve adalet olsaydı bu kadar zulüm yaşamazdık” diyen Hezni, hak, hukuk, adalet anlamında devletten beklentisinin olmadığının altını çiziyor. Hezni, “Çocuklarımızın yaşamı tank ve top sesleri altında geçti. Bizler davamızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdık. Ancak başvurularımız reddediliyor. Tüm devletlerin sistemi aynı. Hacer devletin hastanesinde çalışıyordu ve sivildi. Sivilleri öldürüyorlar ve ‘Terörist öldürdük diyorlar.  Şimdi devletin gözünde bizim toprağımız terörist, dilimiz terörist, dağlarımız, her şey terörist” sözlerine yer veriyor.   ‘Hacer’i buluncaya kadar durmayacağım’   7 yıl da geçse 700 yıl da geçse çocuklarının davalarını bırakmayacağının altını çiziyor Hezni. Hacer’in cenazesini buluncaya kadar durmayacağını belirten Hezni, “Herkes bu davaya sahiplenmeli. Tüm dünya bodrumlarda ne acılar yaşandığını, yüreklerin nasıl yandığını bilmeli. Herkesin sesimizi duymasını istiyoruz ve sesimize ses katlamalarını istiyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin adaleti yerine getirmesi istiyoruz” diyor.   Cenazesi yakılmıştı   Cizîr bodrumlarında katledilen Adıl ve Agit Küçük’ün annesi Nafiye Küçük de yaşadıklarının örneğinin dünyanın hiçbir yerinde olmadığını belirtiyor. Oğlu Agit’in cezaevinden çıktıktan sonra askere gittiğini söyleyen Nafiye, “Askerliği daha bitmeden eve gelmişti. Oğlum haksızlığı kabul etmiyordu ve bu süreçte de halka yönelik haksızlıkları kabul etmedi ve direndi. Agit Cizîr bodrumlarında katledildi. Cenazesini teşhis etmek için Silopî’de hastaneye gittik. Cenazesi yakıldığı için tanıyamadık. Daha sonra Cizîr’e getirerek defnettik” diye belirtiyor.   3 günlük yastan sonra diğer cenazeyi alırlar   Ailelerin günlerce cenazeleri beklediğini söyleyen Nafiye, “Agit için 3 günlük yasın ardından bize ‘Gelin diğer cenazeyi alın’ dediler. O da Silopî’deydi. Cenazeyi almak için orada 3 gün bekledik. Sonunda alıp onu da Cizîr’e getirerek defnettik. Yolumuzu kesip ‘Bu kimin cenazesi’ diyorlardı. Bodrumlarda katledildiğini söylediğimizde alkışlayıp ‘Elimize sağlık’ diyorlardı. Gelinim onlara tepki gösterdi. Bunun üzerine gelinimin saçlarını çekip arabaya attılar, ölümle tehdit ettiler. Güçlükle gelinimi onların elinden aldık” ifadelerini kullanıyor.   ‘Böyle vahşet dünyada görülmedi’   Oğlu Adıl’ın cenazesinin yanmadığını belirten Nafiye, şunları söylüyor: “Onu yaralı almışlardı ve hastanede işkence ile katletmişlerdi. Bedenini parçalamışlardı. Dünyada böyle bir vahşet yok. O günleri nasıl unutalım. Biz unutsak bu toprak ve ülke unutmaz. Sonuna kadar çocuklarımızın davasının takipçisiyiz ve anılarını yaşatacağız.”