‘Ben olmasam da çocuklarım bu davanın takipçisi olacak’ 2022-09-02 09:02:05     Rojda Aydın   MARDİN - Dargeçit’te gözaltına alındıktan sonra katledilen 7 kişinin faillerinin beraat ettirilmesinin peşini bırakmayacaklarını söyleyen Davut Altınkaynak’ın annesi Hayat Altınkaynak, kendisi olmasa da çocuklarının, davanın takipçisi olacağını söyledi. Davanın avukatı da iç hukuk yollarından sonuç alınamaması durumunda konuyu uluslararası mekanizmalara taşıyacaklarını belirtti.     Mardin'in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ile 8 Mart 1996 tarihleri arasında 3’ü çocuk 7 sivil gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan bir daha haber alınamazken, ardından uzman çavuş Bilal Batır da kaybedildi. Kaybedilen 8 kişi için aralarında dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren ve Dargeçit Jandarma Komutanı Mehmet Tire’nin de olduğu 18 kişi hakkında “taammüden öldürmekten” açılan davanın geçtiğimiz 4 Temmuz’da görülen karar duruşmasında yargılananların tümü beraat ettirildi.    Gözaltına alınanlardan 13 yaşındaki Davut Altınkaynak’ın ailesi, arayışları sonucu 2015 yılında çocuklarının cenazesini bir kuyu da buldu. Yıllar sonra tüm cenazeler bulundu. Açılan davanın sonucunda tüm sorumluların beraat ettirilmesine ilişkin Davut’un annesi Hayat Altınkaynak ve dava avukatı Erdal Kuzu değerlendirmelerde bulundu.   ‘İşkence yaptılar’   Oğlu gözaltına alındığında Dargeçit’te olduğunu söyleyen Hayat, oğlunun o gün hayvanları otlatmaya gittiğini belirtti. Seyhan, şöyle konuştu: “O sabah askerler evimizi bastı. Hepimiz uyuyorduk. Oğlum Davut eve baskın yapıldığında hayvanları otlatmaya gitmişti. Akşam eve gelmemişti. Baskın sırasında askerler ‘Davut nerede’ diye sordu. Akşam olunca bir kez daha geldiler eve. O zaman daha yeni doğum yapmıştım ben de. 15 gün olmuştu. Eve baskın yapanların tümünün yüzü kapalıydı. Beni de gözaltına aldılar ve ‘Bir şey yaparsan seni öldürürüz’ dediler. Bana ne yapacaklar diye korktum. Benimle birlikte başka bir evden de birini almışlardı ve gözümüzü kapattılar. Bizi karakola götürdüler. Yaklaşık 6 saat gözaltına tuttular beni. Çok ağır işkence yaptılar. İşkence yaptıklarında ‘oğlun nerede’ diyorlardı. Ben de evde olmadığını hayvanları otlatmaya gittiğini söylüyordum. Evde değil dediğimde yine işkence yapıyorlardı. Beni çıplak soyarak işkence yaptılar. Orada korucular da vardı ve hepsini tanıyordum. Saatlerce işkence yaptılar.”   Anne susadım…   Oğlunun o gün amcasının evine gittiğini söyleyen Hayat, “Askerler beni panzere koyduklarında oğlumu da getirdiler. Hemen işkenceye aldılar. O bodrumlarda gözlerimiz kapalıydı. Oğlumla yan yanaydık. Oğlum başını benim dizime koymuştu. Bana tekme ile vurup onu götürdüler. Daha sonra beni dışarı çıkardılar. Davut’un askıda olduğunu ve kan aktığını gördüm. Oğlum bana ‘Anne susadım’ dedi. Ona su veremiyordum. Bana oğlunu görüyor musun diye soruyorlardı. Ben de onu zaten öldürmüşsünüz dedim. Oğlumu o halde görünce ben bağırdım ve bunun üzerine yine bana tekmeyle vurdular. Daha sonra oğlumu göremedim. Daha sonra beni bıraktılar. Davut’u sordum, bana sen git o gelecek dediler. Bir daha da oğlumu göremedim” diye konuştu.   2015’te oğlunun cenazesini buldu   Daha sonra oğlunu aramaya başladığını söyleyen Hayat, “Davut’u en son o şekilde gördüm. Onu öldürüp, kaybettiler. Oğlumun cenazesini 100 metre derinlikteki bir çukura atmışlardı. 20 yıl onu aradım ve sonunda kemiklerini buldum. Oğlumun cenazesi ile birlikte 3 cenaze atmışlardı kuyuya. 7 kişiyi gözaltına aldılar ve hepsini kaybettiler. 2015 yılında ben oğlumun cenazesini buldum. Adli Tıp için cenazeyi İstanbul’a götürdüler ve bir yıl sonra verdiler 2016 yılında cenazesini aldım ve Dargeçit’te defnettik” sözlerine yer verdi.   ‘Sonuna kadar davamın takipçisiyim’   “Oğlumun en son duyduğum ‘Anne susadım’ sözleri hala kulaklarımda” diyen Hayat, şunları kaydetti: “Asla unutmayacağım. Her zaman gözümün önünde. Çocuklarımızı öldürenleri beraat ettirdiler, hiç biri tutuklanmadı. Bu karardan dolayı ciğerimiz yanıyor. Bizler yaşadıkça davamızın takipçisiyiz ve  failler cezalandırılıncaya kadar da peşini bırakmayacağız. Bizler çocuklarımızın failleri kimdir biliyoruz. Onları gözaltına alanlar, katletti. Hükümet korucu ve askerlerini korudu ve bu kararı verdiler. Ben gözlerimle oğluma nasıl bir işkence yaptıklarını gördüm. Onların öldürdüğünü biliyoruz. Adalet yine yerini bulmadı. 7 kişiyi öldürdüler ve hiç kimse tutuklanmadı. Eğer adalet olsaydı bu gün çocuklarımızın faillere cezalandırılırdı. Eğer İstinaf Mahkemesi  de ceza vermezse davamızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüreceğiz. Bu yoldan asla dönmeyeceğiz. Hakimler ve mahkeme failleri korudu. Kanımın son damlasına kadar bu davamın takipçisi olacağım. Ben olmasam da çocuklarım bu davaya sahip çıkacak.”   ‘Devlet zihniyetini gösterdi’   Davanın yasa dışı bir şekilde gözaltına alınan 7 kişi ile olaydan 5 ay sonra onların yerini söylediği için öldürülen uzman çavuşun davası olduğunu söyleyen dosya avukatı Erdal Kuzu da “95 yılında kaybedilen 7 Kürt, ailenin ve insan hakları örgütlerinin yaklaşık 30 yıl süren mücadelesi sonucu bulundu. Devlet bu kişilerin kaybedilişini kabul etmedi, araştırmadı. Mesele şuydu; bu kişileri katledenler acaba adil bir ceza alacaklar mı? Yine yapılan yargılama sonucunda devletin Kürtlere bakışının, Kürt sorununa yaklaşımının değişmediği ortaya çıktı. Dosya gerçekten de devletin suçlarını ortaya koyan bir dosya idi. Bu küçük çocukların öldürülüp, bir kuyuya atıldıklarına ilişkin bir dosyadır. Yine insanlık suçunun işlendiğini gösteren bir dosyadır. Bu durumdaki tek iyi şey çok ağır da olsa 7 kişinin cenazelerinin bulunmuş olmasıdır. En azından ailelerin bir mezarı var. Bu devletin kendisini nasıl beraat ettirdiğini gösteren bir dosya. Devletin işlediği suçların nasıl üstünün örtüldüğünü gösteren bir dosyadır.  Sonuçta 30 yıllık mücadele sonucunda devletin Kürtlere karşı nasıl bir zihniyet içerisinde olduğunu açıkça gösteren bir dosyadır” şeklinde konuştu.   ‘Devletin kararı’   Karar her ne kadar mahkeme tarafından verilmiş olsa da bunun devletin kararı olduğunu belirten Erdal, “Bu yüzden biz kararı 3 hakimin verdiği karar olarak görmüyoruz” dedi. Erdal, şu anda Türkiye’de bir yargı sisteminin olmadığını, bağımlı bir yargı olduğunu vurgularken, mahkemenin faillerin kimliğini esas aldığını ve bu şekilde karar verdiğini dile getirdi. Erdal, “Bu yüzden karar devletin kararıdır.  Bunu devletin Kürtlere yaklaşımına ilişkin verilmiş karar olarak değerlendiriyoruz. Bu karar, Türkiye’nin bugünkü şartları için bir sürpriz değildi. Ancak vicdanları yaraladı. Aileleri incitti. Ayrımcılığın sonuna kadar olduğunu gösterdi bu karar. Karar, Kürtlerin Türkiye’deki hukuk sisteminde hiçbir değere sahip olmadıklarını açıkça gösterdi. Gerekçeli karara da baktığımızda bir gerekçe olmadığını da görüyoruz. İki cümle ile somut delil olmadığını belirtiyor. Ailelerin aklı ve duyguları ile alay ediyorlar.  Diğer yandan mesleğe karşı bir ihanettir. Gözaltında, resmi, belgeli, devletin karakolunda, devletin gözetimi altında, güvenlik gerekçesi ile yasaklı olan Mardin’in köylerinin olduğu yere cenazeleri atılmış. Bu kanunla yorumlanacak bir şey değil. Bu devletin zihniyeti ve politikasının açık ifadesidir. Bu da tüm meselenin Kürt olmak olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.   ‘Bir karar çıkmazsa uluslararası mekanizmalara başvuracağız’   İtiraz süreçleri ve iç hukuk mekanizmalarının ardından sonuç çıkmaması durumunda uluslararası mekanizmalara başvuracaklarını söyleyen Erdal, “Türkiye sistemi içinde resmi itirazlar olacak. Yine istinafın cesur bir karar vereceğini sanmıyorum. Kararı iptal edeceğini ya da devlet içindeki kişileri suçlu göreceğini sanmıyorum. Bu yüzden onların hukukuna güvenimiz kalmamış. Ancak yine de yasal haklarımızı kullanacağız. Bu yüzden de itiraz ettik. Bu süreci takip edeceğiz. Sonuca göre Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağız, buradan da sonuç alınmazsa uluslararası mekanizmalara başvuracağız” dedi.    ‘Kürtlerin adalet arayışı idi’   Bu davanın Türkiye’de Kürtlerin bir arayışı olduğunun altını çizen Erdal, şunları ekledi: “Kürtlerin adalet arayışı idi. Ancak cevap verilmedi. Zihniyet değişmedi. Karar devletin 100 yıllık zihniyetinin sonucu. Mahkeme kararının bir devlet politikası olduğunu gördük. Devleti ve devlet adına suç işleyenleri koruyan bir karar. Sadece sonucunda ailelerin bir mezarlarının olması bir başarı olarak görülebilir. Dediğim gibi diğer yanıyla devletin zihniyetinin göstergesidir.”