Yüksel Genç: Barış süreçlerine stratejik yaklaşmak gerekir 2022-09-01 09:01:17     Derya Ren   DİYARBAKIR - Barış süreçlerinin, hegemonik iktidar süreçlerinde tahkim edebildikleri bir araç olmadığını, stratejik olarak yaklaşılması gerektiğini söyleyen Yüksel Genç, Kürt sorunu ve yaşanan sistemsel krizlerin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın sunduğu 3’üncü Yol  ile mümkün olacağını belirterek, “3’ncü Yol ya da alternatif çözüm sistemleri halklar, inançlar, ezilmiş ve yok edilmiş cinsler lehine yeniden dizayn edebilir” dedi.   Birleşmiş Milletler'in (BM) 1981 yılından itibaren Eylül ayının başlarında çeşitli etkinliklerle kutladığı Dünya Barış Günü, 2001’den sonra 21 Eylül olarak sabitlendi. Öte yandan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Varşova Paktı, İkinci Dünya Savaşı'nın Hitler tarafından başlatıldığı 1 Eylül tarihini "Dünya Barış Günü" olarak kabul etti.   Türkiye’de de her ne kadar 1986 yılından bu yana Dünya Barış Günü kutlansa da, savaş, şiddet ve kaos ortamı da sürdü. Kürt sorunu temelli savaş ortamında Kürt hareketi 1993’ten sonra farklı tarihlerde tek taraflı ateşkesler ilan etse de iktidarlar bu adımlara olumlu yanıt vermedi. Aksine ateşkes ortamında savaşı derinleştirdi. PKK Lideri Abdullah Öcalan, Türkiye’ye getirildikten sonra 1999 yılında barış ortamının yaratılması ve savaşın son bulması için “Barış Grubu” çağrısı yaptı ve grup Türkiye’ye geldi. Ancak grupta yer alanlar tutuklanarak, cezaevlerine konuldu ve çatışmalı ortam devam etti. 2013-2015 yılları arasında PKK Lideri’nin devlet heyeti ile İmralı’da yaptığı görüşmeler sürecinde çatışmalar durdu. Buna karşılık iktidar daha çok karakol ve kalekol yaparak savaş hazırlığını derinleştirdi. Daha sonra AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ağustos 2015’te “Çözüm süreci buzdolabında” sözleri ile süreci sonlandırdı.   Çözüm sürecinden sonra başlatılan çatışmalı süreçle birlikte Kürt sorununun daha çok derinleşmesine neden olan hükümetin yürüttüğü politikaların yaratılmak istenen barış ortamına etkisini, Kürt sorununun geçmişten bu yana çözümü için verilen çabalar ve muhalefet partilerinin Kürt sorununa yaklaşımına ilişkin 1999 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Kandil’den gelen grup içerisinde yer alan Yüksel Genç sorularımızı yanıtladı.   “O döneme kadar dünya tarihinde pek rastlanmayan bir biçimde savaşan bir örgüt militanlarını göndererek bir süreç başlatmak ve bu süreç karşısındaki samimiyetini, niyetindeki açıklığı ve iddiayı ortaya koymak istemişti.”   * 1999 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Barış Grubu olarak  geldiniz. O süreçte neler yaşandı, o süreçten bu yana barış talepleri ve barış ortamının yaratılması adına ne tür adımlar atıldı?   Kürt meselesi, barış meselesi, barış tartışmaları, Kürt sorununda savaş ve şiddet sarmalında başlangıcından itibaren vardı. Paralel yürüyen bir tartışma olarak gündemdeki yerini, sıcaklığını ve önemini de korudu. Bununla birlikte aslında Kürt sorununda barış çabalarının en sistematik hale geldiği 1993 ve sonrasındaki süreç oldu. 1993 yılında PKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkesin ardından dönem dönem, eylemsizlik, tek taraflı ateşkes uygulamalarına çağrı, eylemsizlik içerisinde farklı biçimlerde barış çabalarına gidecek yol için çaba sarf etme. Ancak 1999 ve sonrası verilen çaba barış lehine, stratejik bir dönemin başlaması, Kürt sorununda şiddetsiz çözüm adına çok güçlü bir dönemeci ifade ediyor.   1999’da PKK içerisinde bir grup gerillanın Türkiye’ye gelerek, silahlı mücadeleyi bırakmak istediklerini, silahlı mücadelenin Kürt sorununda yeterli çözümü getiremeyeceği, demokratik araçların ve barışçıl yöntemlerin kullanılması halinde siyasal yöntemler ile Kürt sorunun çözülebileceğine dair çok güçlü bir duruş sergilendi. O döneme kadar dünya tarihinde pek rastlanmayan bir biçimde savaşan bir örgüt militanlarını göndererek bir süreç başlatmak ve bu süreç karşısındaki samimiyetini, niyetindeki açıklığı ve iddiayı ortaya koymak istemişti. O gün, Kürt sorununun barışçıl ve siyasal yöntemler açısından bir dönemeçti. O dönemde yaklaşık 4 yıl örgüt tek taraflı bir şekilde eylem yapmadı, bölgede bulunan silahlı güçlerini çekti ve barışa yönelik çağrılarını, argümanlarını güçlendirecek biçimde bir pratik içerisine girdi. Ancak ne yazık ki bu süreç çok da karşılık bulmadı.   İçerisinde benim de bulunduğum Barış Grubu tutuklandı. Uzun yıllar cezaevi yattılar. Kuzey’den çekilen gerilla grubunun önemli bir kısmı, pusulama ve askeri yöntemler ile imha edilmeye çalışıldı. O dönemde çok sayıda militan yaşamını yitirdi. Sonraki süreçlerde de barışa dair beyanlar karşılık bulmadı. Örgüt 2004’ün Haziran ayına kadar da bu konudaki niyetini, beyanını çok açık bir şekilde ifade etti. Ve bu konuda bir duruş da sergilemeye çalıştı. Dikkat edilirse Türkiye’nin de demokratikleşme anlamında tarihindeki en parlak süreci yaşadı. Avrupa Birliği’ne (AB), AB ile bazı müktesebatları tartıştıkları, hatta bazı fasılları açtıkları dönem oldu. Türkiye’de cumhuriyet tarihinde en özgürlükçü, demokratikleşmeye yakın dinamikler de bu dönemde kuruldu. Tüm bunlarla birlikte ortaya çıkan durum değerlendirilemedi. Ve yeniden şiddetin öncelendiği ve dönem dönem şiddete ara verdiği bir süreç başladı.   “Bütün bu süreç içerisinde yaşanan bu çatışmalı ve yer yer eylemsizlik, tek taraflı ateşkes ve barış çağrıları Türkiye’yi de Kürt sorununda barışçıl mantalitesine ve mantığına alıştırdı, yaklaştırmaya çalıştı.”   2004 yılında bozulan fiili negatif diyebileceğimiz tek taraflı silahsızlanma, çözüm açısından hiçbir adımın atılmadığı o sürecin ardından dönem dönem eylemsizlik çağrıları, tek taraflı ateşkesler ve çağrıları, bazı çözüm tartışmaları ve çözüm mekanizmaların öne çıkması gibi bir süreç işledi. Bütün bu süreç içerisinde yaşanan bu çatışmalı ve yer yer eylemsizlik, tek taraflı ateşkes ve barış çağrıları Türkiye’yi de Kürt sorununda barışçıl mantalitesine ve mantığına alıştırdı, yaklaştırmaya çalıştı. Bu anlamda Türkiye’yi de dönüştürmeye çalışan bir süreç oldu. Türkiye’nin Kürt sorununun inkarı üzerinden açığa çıkmış profilin kendisinde belli kırılmaların da ortaya çıktığı, dönüşüme zorlandığı bir durum da oluştu.   Türkiye’de ilk derin devlet yapılanması tartışmaları, Ergenekon tartışmaları, derin devletin bağırsaklarını temizleme tartışmaları, Demirel’in deyimiyle devletin rutin dışına çıkarak, hak ve özgürlüklerin yurttaş aleyhine ve yurttaşın yaşam hakkının, bazı özgürlüklerin gasp edici biçimde nasıl geliştiğine dair devlet içi tartışmaların ya da egemenler içi tartışmaların olduğu önemli bir süreç yaşandı. Tüm bu önemli süreçlerin kendisi Kürt sorununda barışçıl çözümü getiremedi. Bu konuda ikinci büyük adımı örneğin 2008, 2009 ve 2010 önceleyecek biçimde Oslo sürecinde arabulucuların da içinde olduğu örgütün ve Türkiye’nin karşılıklı bir masa etrafında buluşabildiği, konuşabildiği bir başka aşamaya geçildi. Fakat bu sürecin kendisi Türkiye’nin içerideki devlet güçleri arasındaki çıkar tartışmalarına, hem de Türkiye’deki egemen aklın Kürt sorununun barışçıl çözümü, kabulü ve çerçevenin doğru belirlenmesi konusunda gösterdiği geleneksel tutuculuğa yenildi. Ve bu süreç de akamete uğradı. Yaşanan süreçten sonra çok büyük bir şiddet ve savaş sarmalına yakalandık.   Çok kıymetli olan üçüncü dönüşüm ve viral sürecini 2013-2015 tarihinde ifadesini bulan kimilerinin tariflediği çözüm ve müzakere süreci oluştu. Bu süreç daha önce yaşanan süreçlerin tecrübesinden de yola çıkarak, tarafların özellikle de Türkiye’nin çok sayıda hassasiyetlerini gözetti. Örgütün liderine ulaşılabilecek biçimde, devlet mekanizmasının ‘ben devletim ve devlet olarak görüşüyorum’ diyebileceği bir yerde yürümeye başlandı bu süreç. Kürt sorununda barışçıl ve demokratik araçlarla çözüm sürecine dair çok kıymetli ve umut verici ipuçları da veriyordu. O süreç devlet adına İmralı’da Sayın Öcalan’la görüştüğü, yer yer Kandil’e gidip örgütle bağ kurduğu ve esas muhataplar arasında gelişen bir sürecin de ifadesi oldu.   “Muhataplık meselesinde doğruya en yakın kontak 2012-2015 tarihleri arasında kuruldu. Ancak durumun kıymeti anlaşılamadı. Pek çok nedenlerle, süreç ne yazık ki akamete uğradı. Çözümün bir anda kesilmesiyle beraber, çözüme inanılmaz derecede uzaklaşılmasına yol açan uygulamalara Kürt toplumu ve Türkiye toplumu açık hale getirildi.”   Kürt sorunu ile ilgili muhataplık sorunu her zaman problemdi. Bugün de problemdir ama muhataplık meselesinde doğruya en yakın kontak 2012-2015 tarihleri arasında kuruldu. Ancak durumun kıymeti anlaşılamadı. Pek çok nedenlerle, süreç ne yazık ki akamete uğradı. Çözümün bir anda kesilmesiyle beraber, çözüme inanılmaz derecede uzaklaşılmasına yol açan uygulamalara Kürt toplumu ve Türkiye toplumu açık hale getirildi. Savaş ve şiddet bağlamı çok farklı bir boyuta taşındı. Kürt sorununda şiddet sarmalı ne zaman yoğunlaşsa ardından bir barış ve ateşkes tartışmaları tartışılıyor. Her barış ve ateşkes süreci tek taraflı olduğu zaman ve bir sonuca evrilmeden bittiğinde şiddet kaldığı yerden çok daha güçlü bir şekilde önümüze çıkıyor. 1993 yılından bu yana her ateşkes sürecinin ardından Kürt sorunun alan olarak daha da yayıldığını ve içerik olarak derinleşiyor olması şiddet bağlamıyla uygulanan paramiliter durum nedeniyle ne kadar derinleştiğini herkes fark edecektir.   2021-2015 sürecinin bozulmasıyla birlikte Kürt sorunun yayıldığı yeni aşama, Kürt sorunun sadece Türkiye bağlamıyla Türkiye’de çözülecek bir durumu aştı. Bugün itibari ile Türkiye’de çözülemeyen Kürt sorunu aynı zamanda çok güçlü anlamda Ortadoğu’nun, Suriye’nin, Irak’ın İran’ın bir problemi. Ve bu sorun Ortadoğu’daki güçlerle de çözülmek zorunda. Dünyayı ve küresel yapıları etkilemesi ve şiddetin bağlantıları itibariyle bugün ABD’ye kadar uzanan bir silsilenin kendisini de siyasal iktidarı ve siyasal alanı da etkileyebilecek bir bağlamı oluşturdu.  Tam da bu noktada Kürt sorununda bağlam değişmiş olması, çözümsüzlüğün kendisi öncekilere benzer biçimlerde kapsam genişleterek devam etti. Ve giderek çözümün güçleşmesine yol açan bir duruşun açığa çıkmasına yol açtı.   Dolayısıyla yitirilmiş her barış süreci Türkiye’ye, Kürtlere ve giderek Ortadoğu’ya, dünyaya ağır ve olumsuz sonuçlar doğuran bir kapsam kazanıyor. Bundan kaynaklı barış süreçleri,  bazı kesimlerin kendilerine soluk aldığı ya da hegemonik iktidar süreçlerinde tahkim edebildikleri bir araç değil. Bu şekilde araçlaştırıldığı sürece bedelini daha geniş kesimler ödemek zorunda kalıyor. Kuşaktan kuşağa devredilebilecek, travmalara ve yaralamalara vesile oluyor. Barış süreci ve çabalarına o yüzden çok daha stratejik yaklaşmak gerekiyor. Bugün eğer Kürt sorunu jeopolitik anlamda bölgesel ve küresel bir bağlamı oturmaya başladı ve sorunun kendisi tüm dünya nezdinde çözüme kavuşturacak başka bir dile ve etkilenim sahasına girdiyse bazı şeyleri daha sağlıklı değerlendirmek gerekiyor. Kürt sorunun çözüm bağlamları 1993 ve 1999 halinden çok uzakta. 2012-2015 sürecinden bambaşka bağlamlar ve boyutlar istediğini düşünmek gerekiyor. Her bozulmuş süreç Kürt sorunu ve kapsam alan, muhataplık sahasını da dönüştürüyor. Çözüm aktörleri açısından da başka kulvarların işin içerisine girmesine neden oluyor. Kapsamların alanların, aktörlerin değiştiği her sorun geçmiş tecrübeleri esas alsa bile yeni bağlamlara daha ciddi hazırlanmayı da gerektiriyor.   “‘Kürtler barış istiyor’ derken sadece ‘şiddet dursun’ anlamında değil. Kürtler kendisini tarifleyen, tanımlayan günümüzün değişen koşullarına da sorunun çözüm bağlamlarını oturtan böylesi bir pozitif barıştan söz ediyor. Pozitif barış içeriğinin kendisini de güncel koşuların değişen dinamikleri içerisinde yeniden yapılandırılmak zorunda kalıyor.”   *Ortadoğu halkları açısından düşündüğümüz zaman “barış” kelimesi Kürtlerle bütünleşmiş bir yerde duruyor. Bununla bağlantılı Kürtler nasıl bir barış istiyor, eski kuşatan yeni kuşağa barış tanımlaması nasıl bir yerde duruyor? Kürtlerin sosyolojik yapısında değişiklik oluyor mu?   Ortadoğu’da en çok barış söylemini güncelleyen ve bu söylemle yaşadığı problemi özdeşleştiren nadir halklardan biri Kürtler. Çünkü barışa yüklediği anlamlar tipik silahların ve şiddetin sustuğu anlar değil; barışa yüklediği anlam yaşadığı ulusal talepler kadar güncel taleplerinde karşılık bulduğu ve sorunların çözüldüğü yer, mekan ve zemin olarak karşımıza çıkıyor.  O yüzden ‘Kürtler barış istiyor’ derken sadece ‘şiddet dursun’ anlamında değil. Kürtler kendisini tarifleyen, tanımlayan günümüzün değişen koşullarına da sorunun çözüm bağlamlarını oturtan böylesi bir pozitif barıştan söz ediyor. Pozitif barış içeriğinin kendisini de güncel koşuların değişen dinamikleri içerisinde yeniden yapılandırılmak zorunda kalıyor. Mesela 1992’de kültürel özerklik haneleri ile siyasal mücadele safına devr edilmiş, daha farklı bir çözüm ve çözülmeye başlanmış bir sorun bağlamı olabilir iken, bugün bunu aşan, sadece Türkiye ile ilişkili olmayan kendisini yönetme, kendisini var etme biçimlerini salt kültürel olarak tariflemeyen, siyasal ve kolektif haklarını tarifleyen, aynı zamanda bölgesel ve küresel deneyim yaşanmış bir Kürt toplumu var.   Dünyanın ve Türkiye’nin içerisinde olduğu çalkantıların, krizlerin, çözülmeyen ulusal kimlik problemleri ile bağını ve bu kimlik problemi ile güncel sorunlar ile dönüşümünü de birebir yaşayan bir yerde duruyorlar. Bugün Kürt sorununu çözmek için belki anadilde eğitim bir başlangıçtır ama bir çözüm değildir. Belediyeleri almak ve yerelden kendini yönetmek Kürt sorunu için bir adımdır ama çözüm değildir. Onun zeminini güçlendirir. Türkiye’de Kürt sorununa dair çözüm zeminlerinin geriye dönülmez ve güvenilir bir biçimde kurulmaya başlaması çok kıymetlidir ama yeterli değildir. Aynı adımların Irak, Suriye, İran ve Ortadoğu’nun birçok bölgesinde etkileyecek bir dinamo biçiminde birbirini pozitif etkileyecek bir şekilde yol alabilmesi gerekiyor. Kürt sorununu çözerken, küresel dünyanın açığa çıkardığı krizli dönemin bir parçası olma süreçlerini de güçlendirmesini sağlaması gerekir.   Kürt sorununun çözümünü Türkiye’de tartışırken, Suriye’deki Rojava ve Kuzey Suriye formunun korunması, bunun geliştirilmesi, dış tehlikelerden korunması sürecini de içerir. Federe Kürdistan Bölgesi’nin statüsünün daha güvenilir, sağlam ve daha demokratik olabilmesini de etkiler. İran’daki Kürt probleminin demokratik ve eşit yurttaşlık bağlamıyla yeniden dönüşümü konusunda etkisi olur. Bugün Kürt sorununun çözümü jeopolitik bazı sonuçlar doğuracak biçimde, ilerler. 1992, 95, 97, 99 süreçlerinde belki o bağlam oturmasa da olurdu ama bugün etkileyeceği bağlamlarda insanların sosyolojik dönüşümü, sistemlerin yaşadığı krizlerden kaynaklı farklı sahalar ve kıymetler içerdiğini unutmamak gerekiyor.   90’larda daha sınırlı bir muhataplık üzerinden Kürt sorununun çözümü mümkünken, bugün aktörlerin çoğaldığı ve aktörler arası ilişkilerin daha sağlıklı kurulması gereken bir çözüm sürecinden de bahsetmek gerekiyor. Ana muhataplar çok değişmemiş olsa bile, ana muhatapları güçlendirecek ve yapılandıracak çoklu aktörler meselesini kendisinin Kürt sorununun çözümünde Türkiye öteden beri istemese de bazı uluslararası yapıların gözlemci, işin bir parçası ya da etkileyeni olarak çözüm sürecinin bir parçası olmasını mümkün kılıyor.   “Sistemin krizinden çıkmanın koşulu olarak alternatif modellere yönelmek meselesi öne çıkıyor. Kürt meselesinde Rojava örneği üzerinden çözüm arayışı tam da böylesi bir alternatif arayışında bir yansıması, tezahürü olarak görülebilir.”   * Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyada bir savaş ve çatışma süreci yaşanıyor. Bu savaşların ve çatışmaların gölgesinde nasıl bir barış mümkün olabilir? PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 3’üncü Yol ve Demokratik Ulus perspektifi dünya barışı için nasıl bir mesaj veriyor?   Kürt sorununun çözüm formundaki değişimlerden biri de Rojava örneğinde gördüğümüz gibi 3’üncü Yol teorisi. Aynı şekilde 3’üncü Yol, Kürt sorununun bütün parçalarda çözümünü kolaylaştırmak kadar sosyolojik olarak parçalanmışlık süreci içerisinde ortaya çıkan yeni durumlar dinamiklerin kendisini de yapıcı ve reel biçimde ele almaya çağırıyor. Dünya özellikle 2018 yılından sonra çok ciddi bir krizin içerine girdi. Türkiye bu krizi en ağır yaşayan ülkelerden biri, hakeza Ortadoğu da öyle. Bu çoklu kriz salt ekonomik ve finansal kriz olarak karşımıza çıkmıyor; ciddi bir sistem krizidir. Ve bu sistem krizi toplumsal, kültürel, etik, ahlaki birçok alanı etkiliyor. Bu krizden kurtulmak için yeni alternatifler yaratmak gerekiyor. Alternatifler oluşturulamadığı zaman ezen-ezilen hegemonik değerler ve aktörleri içerisinde onları güncelleyerek, yeniden yol alabilir. Fakat bir sonraki süreçte daha büyük bir kriz olarak karşımıza çıkar ve bu krizin bedelini sadece egemen sistemin parçaları değil; aynı zamanda toplumlar, ezilenler, farklı inançlar yaşar.   Sistemin krizinden çıkmanın koşulu olarak alternatif modellere yönelmek meselesi öne çıkıyor. Kürt meselesinde Rojava örneği üzerinden çözüm arayışı tam da böylesi bir alternatif arayışında bir yansıması, tezahürü olarak görülebilir. Egemen olan sistemlerin aktörleri, alternatif olan bir şeye yönelmezler. Çünkü alternatif bir çözüme ve sisteme yönelmek, egemenlik kurdukları maddi-manevi değerlerin kendisini paylaşmaları ve kısmen vazgeçmeleri anlamına gelir. Bunu hiçbir egemen sistem kabul etmez. Ama derin krizler daha çocuğunu kaybetme riskini onlara yaşattığı zaman alternatif çözüm yönetimlerine daha çok alan açılabilir ya da krizlerin egemen sistemlere, aktörlere, dinamikleri bağlama ve zorlama pozisyonu derinleştikçe 3’üncü Yol ya da alternatif çözüm sistemleri halklar, inançlar, ezilmiş ve yok edilmiş cinsler lehine yeniden dizayn edebilir ama tüm bunların kendisi örgütlü mücadele ister.    Mevcut krizli sistemi egemen aktörleri güçlendirecek biçimde değil; egemen aktör ve dinamiklerin ellerindeki imkan, iktidar ve hegemonya biçimlerine, hegemonya kurdukları alanları toplumla paylaşmakla ilgilidir. Bunu bir bütünen küresel yapmak çok zor ama belli yerlerde deneyimler ortaya çıkarmak belli deneyimlerle toplumsal güçlenmeyi yaratmak ilham verici olabilir. Rojava örneği de böylesi bir ilhamın örneğidir. DAİŞ savaşından bu yana en önemli ilham kaynaklarının başında geliyor.   “Kürt sorunu Kürtlerin bazı ulusal kolektif taleplerinin karşılanmasını içermiyor. Türkiye’nin demokratik ve daha aydınlık bir geleceğe yürümesi için prangalarından da kurtulmasına yol açacak. Aksi halde bu hakikati göremeyen toplumsal, siyasal yapı ve bu gerçeği örten iktidar-hegemonya duruşu herkese kaybettirir…”   * Kürt sorununun barışçıl çözümü için yaptığınız anketler oluyor. Barışçıl çözüm önerileri oyları nasıl etkileyecek?    Kürt sorununun çözümsüzlüğünün en büyük faturasının Kürtlere olmak kadar Türkiye’nin kendisine de olduğunu biliyoruz. Ne zaman ki Kürt sorununda şiddet bağlamı tırmandırılsa, çözümsüzlük, ret ve inkar söylemleri kurumsallaşma çabaları içerisine girilse bunun esas zararları Türkiye’ye oluyor. Bugün Türkiye’nin içerisinde olduğu çoklu kriz hali, otoriter sistem, kültürel-ahlaki kriz, toplumsal ayrışma ve parçalanma, devlet yapısı içeresindeki kirlenme, mafyatik birçok anlatımın ve kurumsallaşmış bazı durumların açığa çıkmış olmasının Kürt sorunu ile birebir bağlantısı var. Türkiye’de açığa çıkmış milliyetçilik-ırkçılık söylemi etrafında oluşan toplumsal parçalanmanın Kürt sorununun çözümsüzlüğü ile çok derinden bağlantısı var. Kürt sorunu Kürtlerin bazı ulusal kolektif taleplerinin karşılanmasını içermiyor. Türkiye’nin demokratik ve daha aydınlık bir geleceğe yürümesi için prangalarından da kurtulmasına yol açacak. Aksi halde bu hakikati göremeyen toplumsal, siyasal yapı ve bu gerçeği örten iktidar-hegemonya duruşu herkese kaybettirir.   Kürt sorunu 1999 yılında barışçıl yöntemler ile çözülebilecekken, 10 binlerce insanın ölümüne yol açan ve bugün hala binlerce insanın ölüm riski içerisinde kalmasına neden olan sürecin kendisi işleyecektir. Toplumsal toparlanma imkansız hale gelecektir. Türkiye açısından demokratikleşme uzak bir hayal olarak uzakta kalacaktır. Temiz bir toplum ve temiz bir siyaset ideali çok eski bir hikayeye dönüşecektir. Ancak ne yazık ki siyaseti yürütenler iktidarı, muhalefeti ve alternatif arayışı olanlarla birlikte bu hakikat üzerinde yoğunlaşmıyor. Bu kadar şaşmış ve bozulmuş bir ülke profili içerisinde mevcut durumu reel, rasyonel bir şekilde fotoğraflayanın da iktidarın kendisi olması bir başka ironi olsa gerek. Örneğin Cumhurbaşkanı bundan 2 yıl önce domates protestoları için “Bir mermi kaç para biliyor musunuz?” ve savaşın krizle bağlantısını açıktan kurmuş ve bunu meşrulaştırmak için de çok açık söylemler kurmuştu. O günden bugüne “Biz mermiyi değil; ekmeği istiyoruz” diyen bir toplumsal örgütleniş ya da sesleniş biçimi ortaya güçlü bir şekilde çıkamadı.   “Seçmen için hala hem iktidar hem de muhalefet yeterince güvenilir bir yerde değil. Seçmen için hem iktidar partisi hem de ana muhalefet partisi ekonomik kriz, demokratikleşme, hukuk-adalet sisteminin toparlanması, hak ve özgürlüklerin korunması, birey olma konusunda yeterince ikna edici, güven verici bulunmuyor.”   Kürt sorununda silahlı çözüm, milliyetçi, militer argümanlar, iktidar siyaseti ya da kimi muhalefet siyasetlerini milliyetçi, muhafazakar, merkez oylar kendilerini kotarabilir ama kriz giderek bu kesimlerin azalmasına ve biriktikleri siyasetin iktidar olma olasılığını da zayıflatmasına yol açıyor. Türkiye’de seçim mahallindeyiz ve iki büyük ittifak var, biri Cumhur, biri Millet. Her iki ittifak da Kürt sorununun çözümü için cesur çözümlerde bulunmadığı için milliyetçi-mukaddesatçı taraftara hitap eden söylemlere rağmen iktidar olabilecek çoğunluğu yakalayamıyor. Çünkü demokratikleşme ve mevcut krizden çıkış noktasında samimi bulunmuyorlar. Bu vaadin dayandığı ana zemin ve sorunun ana kaynağını gösterme konusunda inandırıcı bulunmuyorlar. Türkiye’de yaptığımız çalışmalarda bir “kader” seçimi olarak tariflenen bir seçim süreci var. İktidarı oluşturan Cumhur İttifakı açısından şimdiye kadar edindiği kamusal hakimiyet ve hegemonya, bu ekonomik hegemonyadan, kültürel hegemonyaya kadar bütün bu alanlarda edindikleri başka bir çıkarlarına sistemsel, kurumsallaşmaya uğraması, kendilerini kotarmaları açısından oldukça kadersel.   Muhalefet ve ana muhalefet açısından da mevcut otoriter, anti demokratik kriz ve sistemden kurtulma vaadi itibari ile oldukça kadersel ilan ediliyor. Ama mevcut sistemleri içerisinde bile her ikisi de Kürt sorunu başta olmak üzere hakiki gerçekçi çözümler sunmadıkları için sorunun kaynağı ve dinamiklerine cesurca yönelmedikleri için iktidarın milliyetçi ve militer söylem çerçevesini aşmadıkları için olası bir seçimde beklenen çoğunluğu alabilme, iktidar olabilme olasılıklarına sahip değiller. Bugün kilitlendikleri nokta seçmenin güvensizliği kadar Kürt seçmeni etrafında oluşacak bu kadersel yeni Türkiye formunu parçası yapamamış olmak, bunda gönüllü olamamış olmakla da ilgilidir. Eğer bu form değişirse, Kürt sorununa, Kürtlerin özgürlük ve hak taleplerine, Türkiye’de özgürlük ve hak taleplerini sınırlayan gerekçelerin egemenin elinden alınması sürecine vesile olursa Türkiye açısından umut var.   Seçmen için hala hem iktidar hem de muhalefet yeterince güvenilir bir yerde değil. Seçmen için hem iktidar partisi hem de ana muhalefet partisi ekonomik kriz, demokratikleşme, hukuk-adalet sisteminin toparlanması, hak ve özgürlüklerin korunması, birey olma konusunda yeterince ikna edici, güven verici bulunmuyor. Alternatif gelmiyor. Bu yüzden gelinen nokta da bir süredir, hem iktidar hem muhalefet siyasetini oluşturan ana partilerin oy oranları birbirine yaklaşmış olmakla birlikte hükümet ve iktidar kurmaya, devletin içerisinde bulunduğu sistemsel krizi dönüştürecek çoğunluğu bulmaya ve toplumsal tabanı kurmaya müsait değil. Veriler bu konuda bize ortaya çıkmış, sabitlenmenin henüz Türkiye lehine bir sonuç doğurmadığını; seçmenin bunun içinde muhafazakar seçmeni de katarak, önemli bir kısmının ana muhalefet ve iktidar siyasetini oluşturan partilere karşı mesafesini koruduğunu söylüyor. Bu kilitlenmeyi kırmanın en önemli yollarından bir tanesi Kürt sorununa çözüm formunun olduğunun altını çizmek gerekiyor.   “Çözüm sürecinin mevcut krizli ortamın içerisinde çözüm dinamiklerinin yeniden güncellenebilmesi için siyasetlerin mevcut kriz ve kriz bağlantısını topluma çok iyi anlatması gerekiyor. Alamadığı ekmeğin nasıl mermi olarak döndüğünü, demokratikleşme problemlerindeki ilk ve büyük adımların Kürtlerin hak, özgürlük ve demokratikleşme süreçlerinden mahrum bırakılması ile ilgili olduğunu görebilmesi lazım.”   * Barış ortamının oluşturulması için bir yol haritası var mı? Bu konuda yürüttüğünüz ve yürütmeyi düşündüğünüz çalışmalar var mı?   Kürt sorununun çözümü için zaman zaman saha çalışmaları yapıyoruz. Türkiye’de ve Kürdistan’da yaptığımız çalışmalar oluyor. Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımı ile bölgenin bu soruna yaklaşımında ciddi farklılıklar var. Kriz halinin ortaya çıkması ile beraber kriz tanımları ve Türkiye’nin temel sorunları konusunda hem bölge insanının hem Türkiye genelindeki diğerleri ile sorun algıları ortaklaşmış olsa bile çözüm metotları ve sorunu etkileme gerekçelerini farklı tariflediklerini sahadan biliyoruz. Örneğin bölge insanı ekonomik kriz ve işsizliğin ana kaynağını yüzde 60 oranında Kürt sorununa dönük çözümsüzlük ve savaş politikası olarak tariflerken, Türkiye tarafında ise Kürt sorunu ve savaş politikasının ekonomik krize neden olduğunu yüzde 25’lik kesim ancak söyleyebiliyor. Yine demokratikleşme sorunun Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve Kürt sorununda uygulanan şiddet ve güvenlikleştiricinin ne kadar etkili olduğunu, yine yüzde 60’larda bölge insanı teyit ederken, Türkiye’de seçmenin çok büyük bir kısmı otoriterleşmenin kendisini demokratikleşmedeki en büyük problem olarak görüyor ama otoriterleşmenin ana kaynağı olarak konusunda Kürt sorunu ile bağını kurmakta henüz güçlük çekiyor.   Çözüm sürecinin mevcut krizli ortamın içerisinde çözüm dinamiklerinin yeniden güncellenebilmesi için siyasetlerin mevcut kriz ve kriz bağlantısını topluma çok iyi anlatması gerekiyor. Alamadığı ekmeğin nasıl mermi olarak döndüğünü, demokratikleşme problemlerindeki ilk ve büyük adımların Kürtlerin hak, özgürlük ve demokratikleşme süreçlerinden mahrum bırakılması ile ilgili olduğunu görebilmesi lazım. İkili hukuk sisteminin, Kürtlere uygulanan hukuk sisteminin aslında zamanla iktidar aleyhine duran diğer cenahlarına uygulanmakla ilgili meşru zeminler kurduklarını hatırlamaları ve tartışmaları gerekiyor.   Kürt sorunun çözümü için yaptığımız çalışmalarda Kürt sorunu için bölge halkının işaret ettiği aktör Türkiye tarafında bilinmiyor. Bölgede yaptığımız anketlerde Kürtlerin çok çok büyük bir kısmı için Kürt sorunun çözüm muhatabı için Sayın Öcalan’ı işaret ediyorlar. Aynı zamanda devlet mekanizmalarını oluşturan siyasi partileri, meclisi ve Kürt siyasal hareketi işaret ediyor. İnsanlar Kürt sorunun çözümün başlangıcında güçlü ademi merkeziyetçi formları işaret ediyor. Ki demokratik siyasetin Kürt toplumu içerisinde bir canlılığın ve talebin bulunduğunun altını çizmek gerekiyor. 2012 yılından bu yana yaptığımız çalışmalarda ‘Kürt sorunun çözümü nasıl olmalı?’ sorusuna karşılık anayasal eşit yurttaşlık kurulmalı diyenlerin oranı o yıllarda çok yüksekti. Bağımsız bir Kürdistan diyenlerin oranı 2-3 bandındaydı.   “Kürt sorunu gibi tarihsel bağlamı olan, siyasal, kültürel ve idari talepler içeren ve bölgeyi de ciddi anlamda etkilemiş olan bir problemin çözümü kendisinin Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan kurtuluşunun da anahtarını olduğunun anlatılması gerekiyor. Barış ve çözüm talepleri bahçede güller açmışken olmaz; dikenler çokken olur.”   2015’te süreç bozulduktan sonra yaptığımız çalışmalarda Kürt sorunun çözümü için “eşit yurttaşlıktan’ daha çok idari, kültürel ve siyasi özerklik biçimlerinin çözüm formu olarak kendisini daha çok dillendiriyor. ‘Bağımsız Kürdistan’ ile gerçekleşir diyenlerin sayısın oranı 9’luk banda çıkmış durumda. Dolayısıyla Kürt sorununda ulusalcı bakış ve ulusalcı söyleminde giderek Kürtler nezdinde ciddi bir karşılık bulduğunu, çözüm formlarını Türkiye nezdinde buradan doğru düşünülmesi gerektiğini de bize söylüyor. Çözüm tartışmaları açısından sıklıkla “Şimdi zamanı değil, bu kadar kriz varken Kürt sorununun çözümünü konuşmak sağlıklı olmaz. Bu kadar ciddi bir otoriterizm tehlikesi ile karşı karşıyayken, Kürt sorununu güncellemek bizim bu otoriterizmi aşmamızı engeller. Kürt sorunu başka bir zaman konuşalım” gibi söylemleri duyuyoruz. Oysa Kürt sorunu güncel ve aktüel olmayan; tarihsel bağlamı olan ve bugünkü otoriterizmi ve anti demokratizmin ana nedenlerini tartışmak esas olarak bu ortamdan çıkışın en büyük gücü olacaktır.   Bu konuda kimi siyasetlerin hatalı bir yerde durduklarını ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünü geleceğe taşımak ile ilgili bir söylemin parçası olduklarını söyleyebilirim. Çünkü Kürt sorunu gibi tarihsel bağlamı olan, siyasal, kültürel ve idari talepler içeren ve bölgeyi de ciddi anlamda etkilemiş olan bir problemin çözümü kendisinin Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan kurtuluşunun da anahtarını olduğunun anlatılması gerekiyor. Barış ve çözüm talepleri bahçede güller açmışken olmaz; dikenler çokken olur. Dikenli bir bahçenin kendisine de gül varken girilir. Bu yüzden Kürt sorununda çözümü Türkiye’nin kendisini yeniden demokratik bir geleceğe ve taahüle hazırlaması formülü bölgenin şiddet sarmalından çıkarak yeniden tesisi ve düzenlemenin kendisi güçlü bir Kürt sorunun çözüm çabasından, kolektif bir barış hareketinden geçeceğine inanıyorum. Barış hiçbir zaman ertelenecek, bir talep değildir; barış hemen şimdidir.