İpek Er ‘in avukatı: Kamu görevlileriyle ilgili soruşturmalarda yargı taraflı 2022-08-18 09:11:26   Rojda Aydın    BATMAN - Fail uzman çavuş Musa Orhan’ın tecavüz ederek yaşamını yitirmesine neden olduğu İpek Er dosyasının avukatı Nesrin Bilge, “Eğer yargılama adaletli bir şekilde yapılmış olsaydı bugün her vatandaş adli ve yargı makamlarına rahatlıkla başvurabilirdi. Birçok dosyada kamu görevlisiyle ilgili yapılan soruşturmalarda kesinlikle taraflı olduğu net bir şekilde ortadadır” dedi.    Siirt’te uzman çavuş Musa Orhan’ın tecavüz ederek yaşamını yitirmesine neden olduğu İpek Er’in ölümünün üzerinden iki yıl geçmesine rağmen adil bir yargılanma sağlanmadı. 18 Ağustos 2020’de hayatını kaybeden İpek’in ardından iddianame hazırlanarak yargılama süreci başlandı. Siirt 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dört duruşmanın ardından 3 Aralık 2021’deki son karar duruşmasında fail hakkında “nitelikli cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezası verildi. “Geleceği üzerinde olumsuz etki yaratabileceği” ve tüm duruşmalara düzenli katıldığı öne sürülerek, fail hakkında verilen kararda, “iyi hal” indirimi uygulanırken, verilen ceza da 10 yıla düşürüldü. Ayrıca fail hakkında daha önce verilen adli tedbir hükümlerinin devamına ve tutuksuz yargılanmasına karar verildi.    Her duruşmada aileye müdahale   Görülen tüm duruşmalarda tecavüz faili Musa Orhan hiçbir suçlamayı kabul etmeyerek susma hakkını kullandı. Tüm duruşmalara Ankara’dan Ses Görüntü ve Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katılan fail Musa Orhan ve avukatları her defasında aileyi hedef alıp suçlamalarda bulundu. Kendilerine dönük suçlamaları kabul etmeyen fail ve avukatları daha önceki duruşmalarda ailenin Kürtçe konuşmasına dahi müdahale edip tepki göstermişti.   İpek’e destek verenler yargılanıyor   Dava sürecinde fail Musa Orhan’a tepki gösterenler ise bugün hala yargılanıyor. Bunlardan biri de oyuncu Ezgi Mola olmuştu.  Ezgi hakkında “Sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret suçundan Ankara 31’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı.  Dava sonucunda Ezgi’ye, 6 bin 960 TL para cezası verilmişti.    Dosya avukatı Nesrin Bilge, dava sürecinde yaşananlara dair sorularımızı yanıtladı.    *Biliyorsunuz ki Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüz ederek, yaşamını yitirmesine neden olan İpek Er olayı, toplumda büyük bir etki yarattı. Tüm rapor ve delillere rağmen fail tutuklanmadı. Öncelikle bu süreçte neler yaşandı ve nasıl değerlendiriyorsunuz?   İpek Er’in intiharı bildiğiniz üzere kamuoyunda ciddi yankı uyandırdı. İlk günlerden itibaren kendisi başına gelen vakayla ilgili kolluğa ve Batman Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmuş. Akabinde buranın yetkili olmadıklarını söyledikten sonra Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı’na ulaşılması istenmişti. Orada rapor aldırılmadan savcılık tarafından ifadesi alınmadan geri gönderilmiş. Ancak kendi ailesi tarafından yeniden yönlendirilmesiyle 7 Temmuz’da tekrardan ifadeye çağrılmış ve bahsettiğimiz dosyada da Adli Tıp Kurumu’ndan (ATK) alınan raporlar dosyaya sunulmuştu o günden itibaren. Bu şikayeti üzerine şüpheli sıfatıyla failin ilk anda ifadesi alınmış ve ardından serbest bırakılmış. Serbest bırakıldıktan sonra bu süreç bir süre daha takip edilmeye çalışılmış aile tarafından. Ve şikayetlere uygun tutuklama gibi ya da yargı yollarından beklenen pratiğin sergilenmesi için bir beklentiye girmiş aile. Akabinde bu beklentinin yerine gelmemesi sonrası ne yazık ki İpek Er’in intiharıyla sonuçlanmış bir olay oldu. İntihar teşebbüsünden birkaç hafta sonra 18 Ağustos'ta bedeni artık bu acıya ve yaralanmalara dayanamayarak hayatını kaybetti. Kaybettikten sonra şüpheli tekrardan ifadeye çağrılmış ve ifadesi alınıyor tutuklanıyor. Kamuoyunda o zaman ciddi bir dalgalanma oldu. O dosyada ilk günden itibaren İpek Er’in intiharı sonrasında İHD, HDP ve muhalif partilerle hemen olaya dahil olduk. Kamuoyu her ne kadar olaylardan eksik bir şekilde haberdar olsa da bir şekilde Türkiye gündemine oturdu.   İntihar teşebbüsünden sonra ifadesi alındıktan sonra 6 günlük bir tutuklama oldu. Akabinde itirazla serbest bırakıldı. Sonra dosyanın hakimi ve savcısı isteğiyle tabi ki serbest bırakıldı. İlk etapta nöbetçi hakim ve savcılar tarafından takip ediliyordu. Serbest bırakıldıktan sonra iddianame hazırlandı ve İpek’in vefatından bir süre sonra iddianameyle beraber duruşma günleri verildi. Kovuşturma aşamasına gelindi ve davalar görüldü. Şüphelide o tarihten itibaren artık sanık sıfatıyla yargılanmaya başladı. İlk etapta baktığımızda bir kamuoyunun nabzından kaynaklı bir tutuklama olduğunu gördük. Tabi ki suç ağır bir suç. Ağır ceza mahkemesinin yetki alanına giren bir suç. Netice itibariyle kendisi bir kamu görevlisiydi. 18 yaşını aşmış çocuk olmayan bir kişiyle beraber bir münasebet meydana gelmiş. Ama bu münasebetin detayları İpek Er’in intihar mektubundan ve savcılığa verdiği ifadelerle artık bu bir münasebet değil de bu bir ilişki değil, tamamıyla bir cinsel saldırı olduğu anlaşıldı ve kamuoyu da buna vakıf oldu. O süreç içerisinde tutuklanmamaya devam etti. Bizim her seferinde avukatları olarak sürekli her redde ve gelen her tutuklama reddine karşılık itirazlarımıza rağmen tutuklanmamaya devam edildi yargılama süreci boyunca.   “Bir kişinin cinsel saldırıya maruz kalması ve bununla ilgili ciddi delillerin de dosyada olmasına rağmen böyle bir tedbirin uygulanmaması bizim açımızdan ciddi anlamda hayal kırıklığıydı. Yani adalete olan duygu anlamında hayal kırıklığıydı. Kamuoyu da bunu bu şekilde takip ediyordu ve kamuoyunun algısı da bu şekildeydi.”   * Dava süreci boyunca avukatlar olarak bu olayın takipçisi oldunuz. Davada ağır ithamlara maruz kalmanıza rağmen davayı bırakmadınız. Görülen davalarda failin savunmaları ve yaklaşımı nasıldı,  hatırlatabilir misiniz? Aynı zamanda mahkeme heyetinin yaklaşımı nasıldı?   Orada yargının ikircikliği söz konusuydu. Bir defa zaten ifadesi alınmış ve tekrar serbest bırakılmış. Ardından tekrar ifadesi alınmış ve tutuklanmış. Akabinde yeniden serbest bırakılan bir kişinin yargı makamları tarafından tutuklanacak olması bu sefer devletin üçayağı olan yargı organının ve halkın nezdinde bir güvensizlik olacağı kaygısıyla böyle bir karar verememe cihetine gidildiği biz tarafından anlaşıldı. Tabi ki bu adil değildi. Netice itibariyle ağır ceza mahkemesini ilgilendiren ağır bir suç. Bir kişinin cinsel saldırıya maruz kalması ve bununla ilgili ciddi delillerin de dosyada olmasına rağmen böyle bir tedbirin uygulanmaması bizim açımızdan ciddi anlamda hayal kırıklığıydı. Yani adalete olan duygu anlamında hayal kırıklığıydı. Kamuoyu da bunu bu şekilde takip ediyordu ve kamuoyunun algısı da bu şekildeydi. Bu aşamalarda tam yargılanma başladıktan sonra dosya çeşitli mecralar tarafından farklı bir şekilde farklı bir alanda ve farklı bir ideolojiye kanalize edilmeye çalışıldı. Bunu da biz avukatlar olarak bizzat kendimiz de gördük. Hatta yeri geldi okların hedefi biz olduk. Çünkü dosya içerisinde sadece müteveffa İpek Er değil, ailesi de çeşitli örgüt ya da kurumların güdümünde olduğu şeklinde bir takım ithamlarda bulunuldu onlar tarafından. Hatta duruşma salonu içerisinde de bu yaklaşımlara maruz kalmıştı ailesi. Bizler de aynı şekilde avukatları olarak bunlara maruz kaldık. Bu süreçte ailenin yaşadığı süreci bizlerde yaşadık ve tanık olduk.   Tutuklanmaması bizim için yargının aslında kırık sandalye ayağı olarak canlandırabiliriz, belki o şekilde örnekleyebiliriz. Çünkü tam ve sağlam bir insandan bahsedildiğinde bir takım haklarını ve yetkilerini kullanabilmek için tam ve sahada olması gerekiyor.  Bir yargı ayağına da güven olabilmesi için tam ve sağlam yerinde düzgün bir karar vermesi beklenirdi. Biz o beklentiyi göremedik ne yazık ki ilk aşamada. Karar aşamasına geçildikten sonra artık bir takım şeyler zaten netleşmişti ilk anlardan itibaren. İddianame hazırlanmadan dosyaya sunulan evraklar, ifadeler ve beyanlar bunlar zaten suçun somut bir halde gerçekleştiğini ortaya koyuyordu. Ancak yargılama aşamasında bu süreç yine soruşturma aşamasında olduğu gibi de devam etti. Hem aile tarafından hem biz tarafından bu ciddi bir kaygıyla takip edildi.   Bizim taleplerimizin büyük oranda reddedilmesi tabi ki de sanığın korunduğu bakış açısını yaratır bizde. Netice itibariyle dosyaya eklenmesi gereken taleplerimiz, bir takım evrak kayıt, dökümanlar ya da dinlenmesi gereken tanıklar vardı. Dosyanın genişletilmesi ve başka delillerin dosyaya eklenmesi isteğimiz vardı. Bunların reddediliyor olması ve sanığın duruşma salonunda dinlenmiyor olması bizim açımızdan yargılamanın doğrudan doğruya olma ilkesinin zedelendiğinin bir göstergesiydi. O bakış açısını bize kazandıran tamamen mahkeme heyetinin pratiğiydi. Bizim delillerimizin ve dosya arasına girmesini istediğimiz bir takım taleplerimizin neredeyse yarısından fazlasının reddedilmesi bunu gösteriyordu. O sebeple avukat olarak bu şekilde bir taraf tutma olduğunu ya da böyle bir bakış açısının mevcut olduğu kanaatine varabiliyorduk.   “Sanık yargılamanın yapıldığı duruşma salonuna dahi gelmeden Ankara ilindeki SEGBİS’le duruşmaya katılmış ve herhangi bir beyanda bulunmamıştı. Yani iyi hali gösterecek ne gibi bir sebep vardı onun için? Sonuç itibariyle bir suç işleme kanaati var. Kararda bir ceza var, ceza verilmiş. Ve bunun iyi hal değerlendirilmesi ile gelecekteki hayatı mı öngörülüyor?”   * Tüm girişimlere rağmen fail hakkında verilen 12 yıl ceza, "iyi hal" indirimi ve “failin geleceği düşünülerek” 10 yıla indirildi. Verilen bu kararı ve cezayı nasıl ele alıyorsunuz?   Kamuoyu arasında gerçekten adalet arayışını zedelenmeyeceği şekilde bir karar verilmiş olsaydı biz o kanaatte olmuş olurduk. Evet, tam ve sağlam bir yargımız var ve bu yargının suçluları korumuyor olması, gerektiği gibi cezalandırıyor şeklinde kanaatimiz oluşacaktı. Ama ‘iyi hal’ indirimi gibi ‘gelecekteki hayatı, yaşamı göz önünde bulundurularak’ böyle bir indirime gidilmesi tabi ki bizim açımızdan yanlış bir karardı. Eksik ve kusurlu bir şekilde verilmiştir. Netice itibariyle sanık yargılamanın yapıldığı duruşma salonuna dahi gelmeden Ankara ilindeki SEGBİS’le duruşmaya katılmış ve herhangi bir beyanda bulunmamıştı. Yani iyi hali gösterecek ne gibi bir sebep vardı onun için? Sonuç itibariyle bir suç işleme kanaati var. Kararda bir ceza var, ceza verilmiş. Ve bunun iyi hal değerlendirilmesi ile gelecekteki hayatı mı öngörülüyor? Diğer taraftan da hayatını kaybetmiş ve kaybetmeye teşvik ettirilmiş bir kadın var. Bu ikisi karşılaştırıldığında kesinlikle hakkaniyetli bir karar olmadığı ortada. Verilen bu karar içimizi rahatlatabilmesi tamamen duygusal yönüyle değil tabi ki. Bir avukat olarak bir hukukçu olarak bunun tamamen kurallara ve kanuna uygun bir şekilde karar verilmesi gerekirdi. Netice itibariyle bir kamu görevlisi, kamu görevlisi olması sebebiyle ve bu sıfatı kullanması sebebiyle o cezanın zaten bir defa ağırlaştırılması gerekiyordu. Diğer taraftan ‘iyi hal’ indiriminin uygulanmaması gerekiyordu. Çünkü iyi hal ortaya koyacak herhangi bir durum söz konusu değildi. ‘İyi hal’ yeri geldiğinde duruşma salonundaki kravatla düzgün bir şekilde hakime daha fazla saygı olabilirdi, ama öyle bir durum da söz konusu değildi. İyi hal değerlendirilmesi nereden ve nasıl yapıldı?  Bunların göz önünde bulundurulmaması zaten bizim açımızdan içimizi rahatlatan bir durum değil.   “Birçok dosyada kamu görevlisiyle ilgili yapılan soruşturmalarda kesinlikle taraflı olduğu net bir şekilde ortadadır.”    * İpek Er olayında da olduğu gibi, asker ya da polisler mahkemeler tarafından korunuyor ya da gereken ceza verilmiyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Kamuoyunun adalete olan inancı zedeleniyor. Adalete olan inancın zedelenmesiyle beraber bu tür dosyalarla ilgili ya da başına bir iş gelmesi zarar görmesiyle ilgili herhangi bir kolluğa ya da kamu kurumuna şikayet edebilecek kudrette veya iradede olamıyor zarar gören. Bunun pratiğiyle karşılaşıyoruz. Bir tarafta bir kamu görevlisi var. Bunun iktidar ve yönetenler tarafından yani devlet organlarının saygınlığının yitirilmemesi gerekiyor cezalandırıldığında. Çünkü bu saygı incinmiş ve rencide edilmiş oluyor. Belki bunun olmaması gerekiyor. Ama diğer taraftan hakkaniyetli ve adalete aykırı bir yargılama ve dosya yürütülmesi söz konusu. Neticede zarar gören bir vatandaş kendi başına gelen bir işle ilgili devletin hiçbir organına başvurabilme gücü göremiyor kendinde. Çünkü bunu zaten önceden kabul etmiş ve böyle bir başvurunun hiçbir şekilde işe yaramayacağı, sonuçsuz kalacağı kendisinin de bu yolda bu yargı sürecinde kendi onurunun, gururunun ve manevi varlığının tamamının zedeleneceği bu süreçte bu şekilde daha çok zararla çıkacağı kanaati mevcut. O anlamda gerçekten sıkıntılı bir durum. Birçok dosyada kamu görevlisiyle ilgili yapılan soruşturmalarda kesinlikle taraflı olduğu net bir şekilde ortadadır.    “Hem mağdur tarafını, hem sanık tarafını hem de kamuoyunu da ‘memnun edelim’ şeklinde bir karar çıktığında bu kesinlikle hakkaniyetli olmadığı gibi mantık ve algıda da bir hak arama yoluna gitme zihniyeti oluşturamıyor bizlerde.”   *Fail Musa Orhan hakkında yargılandığı suçtan dolayı gerekli cezayı verseydi, diğer dosyalar nasıl etkilenirdi? Diğer yandan bu gibi cezasızlık örneklerinden dolayı birçok kadın adli ve yargı makamlarına başvurmakta imtina ediyor. Buna dair gözlemleriniz nelerdir?    Fail Musa Orhan eğer ceza almış olsaydı gerçekten iddianamedeki gibi bizim de talep ettiğimizi ve araştırılması, o şekilde ceza alması gerektiğini düşündüğümüz taleplerimiz doğrultusunda bir yargılama olmuş olsaydı bir ceza verilmiş olurdu. Ve kamuoyunun vicdanı biraz daha rahatlamış olurdu. Başına herhangi bir kötü olay gelmiş ve zarar gören kişiler daha rahat bir şekilde devlet kurumlarına başvurabilir ve hak arama yoluna gidebilirlerdi. Bu, kesinlikle var olan bir durumdur. Devlet toplumsal sözleşme gereği bir yönetici mekanizmasını elinde tutuyor. Bu yönetim mekanizmasını iyi bir şekilde sürdürebilmesi için bütün devlet organlarının hiçbir zafiyete maruz kalmadan olması gerektiği gibi pozitif hukuk uygulaması gerekiyor. Ve vatandaşın idealde olması gereken bir sosyal yaşantıya kavuşması gerekmektedir. Bu olabilseydi bu rahatlığı bugün daha rahat görebilirdik. En ufak bir rahatsızlık ya da mağduriyetten kaynaklı vatandaşın başvurularını da görürdük. Ama ne yazık ki geldi geçti ve böyle bir karar verildi. Nispeten dengelenmeye çalışıldı. Diğer taraftan hem mağdur tarafını, hem sanık tarafını hem de kamuoyunu da ‘memnun edelim’ şeklinde bir karar çıktığında bu kesinlikle hakkaniyetli olmadığı gibi mantık ve algıda da bir hak arama yoluna gitme zihniyeti oluşturamıyor bizlerde.